Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamit Bilici, AKP'nin kurucularından, eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın hükümete ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yönelik eleştirileri sonrası iktidara yakın medya orgaanları tarafından hedef alınmasına ilişkin olarak, "Arınç'ın bugün linç edilmesinin, hain ilan edilmesinin nedeni, AK Parti'nin kuruluş ruhuna ve ilk iki dönemde vaat ettiklerine aykırı gidişata ve hukuksuzluklara geç de olsa itiraz etmesi" yorumu yaptı. Bilici, "Arınç gibilerin asıl suçu ise partilerini Perinçek'i mutlu edecek bir çizgiye götüren bu savrulmaya zamanında itiraz etmemeleri" görüşünü dile getirdi.
Bilici'nin Zaman'da "Bülent Arınç'ın suçu" başlığyla yayımlanan (8 Şubat 2016) yazısı şöyle:
İnsan ciddi bir sorgulama sonucunda fikir değiştirip dün söylediğinin tam tersini düşünmeye başlayabilir.
Bu durum çok sık tekrarlamıyorsa ve tutarlı bir açıklaması varsa normal karşılanabilir. Ancak bu bir alışkanlık halini almışsa ortada ciddi bir problem var demektir. Sağlıklı bir toplumda böyle insanların sözünün ağırlığı ve itibarı olmaz. Çünkü fikirleri sürekli değişen birinin bugün söylediklerinin yarın değişmeyeceğinin garantisi de yoktur. Hele bir de bu değişimlere yalan da ekleniyorsa durum daha fena olur.
Nedense ülkemizde bir süredir bu doğal ayıklama mekanizması felç olmuş gibi. Dün dediklerinin bugün tam tersini söylemeyi alışkanlık haline getirenler hiçbir yaptırımla karşılaşmadığı gibi itibar görmeye de devam ediyor. Buna dair bir sürü örnek verebiliriz;
28 Şubat sürecinde etkin olan MGK ve masum vatandaşların bir kısmını iç düşman diye tanımlayan “kırmızı kitap”ı dün çok kötü görenlerin, şimdilerde bunları aynı amaçla kullanması tuhaf değil mi?
Dün derin yapılardan hesap sorma yolunu açan Ergenekon davalarının savcısı olduğunu söyleyenlerin, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmasının hemen ardından aynı davalara “milli orduya kumpas” demeye başlaması anormal değil mi?
"Dün ve bugün arasındaki dev zikzaklar"
Yargının siyasallaşmasından yakınanların, siyasete uygun bir yargı oluşturmak için resmen seferberlik ilan etmesi yanlış değil mi?
Dün Fethullah Gülen Hocaefendi'yi “Papa ile kol kola olmak” ile suçlayıp, sonra “Kutsiyet Penahları” diye övücü ifadelerle Papa'yı sarayda ilk yabancı konuk olarak ağırlamak tuhaf değil mi?
Düne kadar mitinglerde İsrail'i terör devleti diye suçlayıp, bugün "İsrail'e ihtiyacımız olduğunu kabul etmemiz lazım" demek, hatta Mavi Marmara'daki katliamı yapan İsrail askerleri hakkındaki kırmızı bültenleri rafa kaldırmak, bu ülkeyle ticareti katlamak yaman bir çelişki değil mi?
Aylarca Rabia gösterileri düzenleyip şimdi Sisi ile yakınlaşma yollarını aramak ilginç değil mi?
Baştakilerin her konuda fikir değiştirmesi, toplum için de devlet için de büyük sorun. En güçlü devletler bile bu kadar zikzağa dayanamaz.
Böyle zikzakların en büyük zorluğunu ise galiba en yakın daireden başlayarak taraftarlar ve takipçiler yaşıyor. Düşünün ki, Ergenekon davalarının büyük demokrasi hamlesi olduğunu anlatan onlarca kitap yazmışsınız. Ama konumunuzu sürdürmek için hepsini bir anda çöpe atmanız gerekiyor.
Ya da İsrail aleyhine o kadar atıp tutmuşsunuz. Ama "İsrail'le dostuz" açıklaması gelince eğilip bükülerek İsrail'le dost olmanın Filistin için ne kadar yararlı olduğunu anlatan yazılar yazacaksınız.
Veya lideriniz, oturma düzeni dâhil her ayrıntısını kendisiyle konuşarak yaptığınız Dolmabahçe toplantısından haberi olmadığını söyleyince, sesinizi çıkarmayacaksınız.
İktidar medyası, ilk başta Dolmabahçe toplantısını, ‘Barışa dev adım' manşetleriyle görmüştü. Mesela Yeni Şafak, ertesi gün Dolmabahçe haberini şöyle veriyordu: “Hükümet temsilcileri ve HDP heyeti Dolmabahçe'de ortak bir açıklama yaparak mutabakata varıldığını duyurdu”. Davutoğlu ise çözüm sürecinin yeni bir zemine oturduğunu söylüyordu. Erdoğan da, “Silahların bırakılması çağrısı, bizler için çok önemli bir beklentiydi. Çözüm süreciyle devam eden ve noktalayalım diye hasretle beklediğimiz bir çağrı.” diyordu.
Ancak 23 gün sonra bu çok olumlu hava birden tam tersine döndü. Çünkü Erdoğan, Dolmabahçe'yi yanlış bulduğunu duyurdu. Değişen tek şey ise Selahattin Demirtaş'ın 17 Mart'ta yaptığı "Seni başkan yaptırmayacağız" açıklaması.
Erdoğan'ın yeni tavrı ortaya çıkınca 3 yıldır PKK, Öcalan ve HDP güzellemesi yapan, bunlara en küçük eleştiride bulunanları barış ve Kürt karşıtı ilan eden iktidara yakın çevreler HDP'ye ve Demirtaş'a saldırıya geçti...
AK Parti'nin Perinçek çizgisi ve itirazlar
Öyle görünüyor ki, yaşanan bunca U dönüşüne bir şekilde ayak uyduran AK Parti'nin kurucu isimlerinden Bülent Arınç, Dolmabahçe meselesinde gerçeğin tersyüz edilişini bir türlü hazmedemedi. O gün başbakan yardımcısı olan Arınç, bazı meslektaşları ve iktidar medyası gibi anında tornistan yapmak yerine bildiği doğruları söylemeyi seçti. Dolmabahçe'nin tamamen Erdoğan'ın bilgisi dâhilinde gerçekleştiğini ifade etti.
Arınç'ın bugün linç edilmesinin, hain ilan edilmesinin nedeni, AK Parti'nin kuruluş ruhuna ve ilk iki dönemde vaat ettiklerine aykırı gidişata ve hukuksuzluklara geç de olsa itiraz etmesi. Arınç gibilerin asıl suçu ise partilerini Perinçek'i mutlu edecek bir çizgiye götüren bu savrulmaya zamanında itiraz etmemeleri.
AK Parti'de önemli görevlerde bulunan ve şimdilerde sessizce kenarda durmayı tercih eden bir isme, geçenlerde son 2-3 yıldaki başkalaşma ve yozlaşmanın nedenini sormuştum. Verdiği cevap, demokrasiye katkıları nedeniyle İslam dünyasına örnek gösterilen bir partinin tek adam hareketine nasıl dönüştüğünü inceleyen tarihçiler ve bundan sonra siyasetle uğraşacaklar için önemli bir ipucuydu: "Halife Hz. Ömer'e (ra) itiraz eden o yaşlı kadının cesaretini gösterip yanlışlara ses çıkaramadığımız için."