Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim, memleketi Adana için "Sözün bitmediği yerdir; orada sadece maço tipli adamlar yok, sadece acılı kebap yok, bu şehre haksızlık etmeyin," diyor.
Terim: Ben kabadayı bir adam değilim. Yürekle kabadayılığı karıştırmayalım. İtiraz etmem normal. Önemli olan samimi olmak
Fatih Terim, Sabah gazetesinin Günaydın ekinde Şirin Sever imzasıyla yayımlanan röportajda Adana yıllarını, Adanalılığı ve meşhur öfkesini anlattı. İşte o röportaj:
'Sinirlenince şivem değişir'
Şirin Sever: Şu ara Adanalılık gündemde Hocam; oradan başlayalım istiyorum. Adana'daki çocukluğunuzdan, gençliğinizden hatırladığınız en unutulmaz, en özel anı nedir?
Fatih Terim: Sözün bitmediği kenttir Adana...
- Ne demek o?
- Sohbeti bir sanat gibidir. Espriler bitmez, anlatmayı, hatta zaman zaman abartılı anlatmayı seven bir yerdir kendine özgü üslubuyla. Bugün edebiyata baktığımız zaman, müziğe baktığımız zaman, tiyatroya baktığımız zaman....
- Futbola baktığımız zaman...
- Futbolu ben söylersem yanlış olur. Mesela 1899'da erkek lisesi kurulmuş; bu bence çok enteresan. Hikâyesi ve hikayecisi bol bir şehir. Adana'da yaşlısı genci, okumuşu cahili, kelimeleri cümlelere taşırken güçlük çekmez, nedeni de kelime dağarcıklarının zenginliğidir.
- Sizin de konuşma tarzınız, mimikleriniz hatta taklit edilmeniz Adana'dan aldığınız özelliklerden mi acaba?
- Yüzde 100 öyledir. Hayatımın bir 20 yaşına kadar olan bölümü var, bir de 20'den sonra olanı.
- Adana'da çocukluk nasıldı peki?
- Çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Klasik anlatımlar vardır hani; 'çok fakir doğdum, çok zorluk çektim' diye... Böyle bir mizansen benim hoşuma gitmez; ben çok mutlu bir çocuktum!
- Ama yoksul da bir çocuktunuz, değil mi?
- Evet.
- Neydi sizi o yoksullukta mutlu kılan şey?
- Babam ve annem tabii ki! O yoklukta bile bize sevgilerini verebildiler. Ve mahallem, arkadaşlarım bu sevgiyi veriyordu. İmkânlar belki kısıtlıydı, ki ben kendimi bildim bileli çalışıyorum ama çocukluğumu da yaşadım.
- Babanızın bir ayağı aksak olduğu için onunla çok ağır işlerde çalışırmışsınız...
- Evet, mutlu olmak için önümde böyle önemli bir örnek vardı bir de Şirin Hanım; böyle bir babanın oğlu olmak benim için çok etkileyiciydi. O vaziyette bizi kimseye muhtaç etmemek gibi bir özelliği, dimdik duruşu vardı, özü sözü doğru biri... İnsanların belirli kalıpları olması gerektiğini, doğruluk, dürüstlük şartını öğrendim.
- Nasıl bir baba-oğul ilişkisiydi sizinki?
- Arkadaş gibiydik. Evin büyüğü olmama rağmen erkek kardeşim ve kız kardeşim benden daha avantajlıdır hâlâ. Çünkü ben hep 'hazır ol'dayım! Ömür boyu da öyle olacağım. Nazları bana geçer ama özünde bana dokundurmazlar. Dolayısıyla ben mutluydum, topumu da oynardım, bahçelere de dalardım. Mesela o günlerden aklımda kalan en önemli şey, şehirdeki portakal-mandalina kokusuydu. Mis gibi kokudan şehre giremezdiniz! Ben hâlâ bazı şeyleri Adana'dan getirtirim.
- Neleri getirtiyorsunuz?
- King mandalinayı getirtirim mesela, her mandalinayı yemem. Hurma getirtirim, taze olduğu için sebze getirtirim. Annem turşu yapar gönderir. Annem evin dengesidir. Hep uyumludur, babam ne derse o olur zaten, itiraz bile yoktur, müthiş sabırlı, müthiş dingindir.
- Benim asıl merak ettiğim şu, sizin çok bıçkın dayılarınız varmış! Sizi onlar mı şekillendirdi babadan çok?
- Biri Allah rahmet eylesin, kısa süre önce öldü. Babamın ailesi hep okumuş, öğretmen, müdür gibi tahsilli insanlar. Annemin tarafı da halk tipi. Doğal olarak er dayıya kız halaya! Dayılarım çok iyiydi, beni çok severlerdi. Biri, bir futbolcunun gece on buçukta yatması gerektiğini söylerdi, öteki de 'Karışma ona,' derdi. Böyle iki ayrı yaklaşım vardı ama ortak bir payda vardı ki, o da sevgiydi.