Avrupa Birliğine üye olan devletler bundan 25 yıl önce mülteci adaylarıyla ilgili Dublin kurallarını onaylamıştı. Amaç, üye ülkelerin iltica işlemleri yetkisini birbirlerinin üzerine atmalarına son vermek, iltica amacıyla Avrupa'ya gelen yabancılarla kimin ilgileneceğine açıklık getirmekti.
Daha birinci Dublin kararları yürürlüğe girmeden, mültecilerin paylaştırılmasının adil olup olmadığı ve bu yükün altından nasıl kalkılacağı tartışması başladı. Dublin kararlarının sayısı zamanla üçe çıktı. Avrupa hukuku, mülteci adaylarının kayıt ve iltica işlemlerinin Avrupa'ya ilk ayak bastıkları Birlik ülkesinde yapılmasını öngörüyor.
Avrupa'ya kaçış yolları zamanla değişti. Artık mülteciler öncelikle Yunanistan ve İtalya üzerinden Avrupa'ya geliyorlar. Mülteci adaylarının geldikleri ülkeler de hangi kriz bölgesinde savaş ve çatışmaların patlak verdiğine göre değişiyor. Suriye'deki iç savaş mülteci akınının son yıllarda artmasına yol açtı.
Kısacası, kriz ‘geliyorum' demişti. Mülteci adaylarının artması sürpriz olmadı. 2014 yılının ekim ayındaki AB İçişleri Bakanları buluşmasında alarm zilleri çalmaya başlamıştı. Ancak Avrupa ülkeleri hazırlıklı değildi. Önceden tedbir alma yerine, mülteciler geldikten sonra çare arama yolu tercih edildi. Belki de ‘İnşallah mülteci komşunun kapısını çalar' düşüncesiyle davranıldı.
Dublin devre dışı
Lakin umulduğu gibi olmadı. Bu yıl farklı birçok mülteci akını Avrupa'ya uğruyor. Suriye ve Irak'takiler savaştan kaçıyorlar. Eritre ve Nijerya'dan siyasi mülteciler geliyor. Afrika ve Balkan ülkelerinde yaşayanlar ise ekonomik nedenlerle Avrupa'ya sığınmaya çalışıyorlar. Üçüncü Dublin kararlarına göre mültecilerin büyük bölümünün barındırılacağı ilk ülkelerin Yunanistan, İtalya, Bulgaristan ve Macaristan olması gerekiyor.
Almanya Başbakanı Angela Merkel'in de bir televizyon mülakatında ilk kez teslim ettiği gibi Dublin kararlarıyla çizilen hukuki çerçeve artık realitelere uymuyor. Bazı ülkeler sayılarının hızla artması nedeniyle mültecileri insan onuruna yakışır şekilde kabul edecek durumda değil. Bazıları da zaten mülteci almak istemiyor.
Yunanistan'ın İstanköy (Kos) adasından dünyaya dramatik ve üzücü manzaralar yayılıyor. Ancak Yunan devleti Brüksel'den aldığı yardımlara rağmen yıllardır işe yarar bir kabul mekanizması kurmayı ne becerebildi, ne de istedi. Aynı durum, ülkeye ayak basandan çok daha az mültecinin kaydını yapan İtalya için de geçerli. ‘Kayıt dışı' mülteciler de kuzeydeki ülkelere geçerek ilk başvurularını yapıyorlar. Kısacası, Dublin kararları havada kalıyor.
Akdeniz ülkeleri hep, mültecilerin yükünün kendilerine çektirilmesinin haksızlık olduğunu savunuyor. Bu tez yabana atılamayacağı için AB zirvesi Dublin mutabakatının işlemediğini kabul etmelidir. Dublin'in yerini neyin alacağı merak konusu olmaya devam ediyor.
Kota formülü azınlıkta kalır
AB yıllardır iltica uygulamasının değiştirilmesine çalışıyor. Birlik Komisyonu başlangıçta gönüllü olmak kaydıyla kota sistemini önerdi. İçişleri bakanları ise anlaşamadılar. İltica başvurularının önemli bölümü beş AB ülkesi tarafından işleme konuyor. Kota sisteminden bu beş ülke kârlı çıkacak, diğer 23 ülke ise daha fazla mülteci kabul etmek zorunda kalacak. Dolayısıyla İngiltere, İspanya ve çoğu Doğu Avrupa ülkesi bu sisteme yanaşmıyor. Angela Merkel mülteci sorununun, Avrupa'nın birlikte çözmesi gereken büyük bir proje olduğunu söylemekte haklı. Ancak niyet açıklamalarının nihayet fiiliyata geçirilmesi gerekiyor.
Standart iltica uygulaması ve mültecilerin adil paylaşımı AB'nin 20 yıldır üzerinde çalıştığı bir konu. Sistemin değiştirilmesi, farazi kota sisteminde payına düşenden çok daha fazla mültecinin geldiği Almanya'nın yükünü azaltır. Adil paylaşımda payına mültecilerin yüzde 16'sının düşeceği Almanya elan Avrupa'ya sığınan yabancıların yüzde 30'unu barındırıyor. Ancak son yedi yılın ortalaması alındığında, Almanya kotasını doldurmuşken, İtalya'nın çok az, Yunanistan'ın ise çok fazla mülteci aldığı ortaya çıkıyor.
Boş lâf enflasyonu
Üye ülkelerin farklı çıkarları yüzünden kota sisteminde uzlaşmaya varılması uzak bir ihtimal. AB ülkelerinin daha fazla dayanışma içinde olmaları şeklindeki uyarılar havada kalıyor. Birlik ülkelerinin göç ve iltica karşısındaki tutumları daha uzun süre değişmeyecektir.
‘Mültecilerin geldikleri ülkelerin hükümetleriyle işbirliği yapılması' şeklindeki beylik sözlerin hiçbir kıymeti yok. Yurttaşlarının kaçış nedenleri ve akıbetleri Suriye, Libya, Eritre ve diğer ülkelerin iktidar sahiplerine vız geliyor.
AB mülteci veren ılımlı Afrika ülkeleriyle demokratik Balkan ülkelerine nüfuzunu kullanmayı deneyebilir. Önümüzdeki haftanın Batı Balkanlar ve kasım ayındaki AB – Afrika konferansları önemli birer fırsattır. Bu buluşmalarda rakamlar masaya dökülmeli ve somut kararlar alınmalıdır. Ama bu istek de tıpkı birinci Dublin mutabakatının imzalandığı tarihten beri dile getirilmiyor mu?