Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, gelecek nesillerin, "İslâm’la ilişkileri sıfırlanan, küresel popüler kültürün, hızın, hazin ve ayartı’nın kölesi, tükettikçe tükenen, tükendikçe kültürel intiharın eşiğine sürüklenen sığ, yoz, sefih ve mankurtlaşan bir kuşak geliyor" olacağını savundu.
"Millet, millet olma özelliklerini, duyarlıklarını yitirdi ve bitti sanki. Çözüldü. Uyuştu. İşine bakıyor sadece; çıkarını düşünüyor!" diyen Kaplan, “Böyle millet olmaz! O yüzden TOKİ canavarına bel bağlıyor. O yüzden Osmanlı’nın Horasan’dan devşirdiği, İstanbul’da tecessüm eden ama Bursa’nın ruhuna ve her şeyine sinen RUHU yok edildi TOKİ tarafından ama orada muhafazakâr denen plastik entiteler hiç bir tedirginlik duymadan yaşayabiliyorlar!” ifadelerini kullandı.
Yusuf Kaplan’ın Yeni Şafak’ın bugünkü nüshasında (15 Mart 2015) “Geliyorum diyen felâket!” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Önce şu tespiti yapmak zorundayım yazının başındayken: İslâm’da “misyonerlik” faaliyeti yoktur. İslâm, zorla değil örneklik yoluyla yayılmıştır.
'Kurtuluş Savaşı'nı, kime karşı ve niçin verdik ki?
Başka bir ifadeyle, Müslümanlar, başkalarına hayat tarzı dayatamazlar ama yüzyıldır bu ülkede Müslüman halka tepeden, Jakoben yöntemlerle hem laik bir hayat tarzı de hem seküler zihin kalıpları, davranış kodları, duyuş, düşünüş ve zevk biçimleri dayatılıyor.
Önce sömürgeleştirici seküler bir eğitim sistemi icat edildi bu ülkede: Bu seküler eğitim sistemi, topluma tepeden pozitivist, Batı’yı, Batı’lı değerleri kutsayan, bizim değerlerimizi aşağılayan ve yoksayan bir insan tipi yetiştirdi.
Ardından aynı kendi-kendini sömürgeleştirme cinayeti, medyada, düşünce, sanat ve kültür hayatında da ivme kazanarak devam etti/rildi.
Sonuçta, Batılılar tarafından dışarıdan fiilen sömürgeleştirilemeyen bu toplum, laik, devşirilmiş elitler ve entelijansiya tarafından içeriden zihnen sömürgeleştirildi.
İnsan sormadan edemiyor: Eğer bu ülke, içeriden, devşirme elitler marifetiyle zihnen sömürgeleştirilecek idiyse, bu ülkede neden ve kime karşı “Kurtuluş Savaşı” verildi, peki?
Üç Türkiye
Türkiye’nin sekülerleştirilmesi, toplumun adım adım İslam’dan uzaklaştırılması, İslâmî duyarlıklarını ve kimliğini, medeniyet iddialarını ve birikimini yitirmesi demekti.
Gelinen nokta ürpertici: İki Türkiye var artık bu ülkede.
Birincisi, nevzuhur, zorla tepeden icat edilen laik Türkiye.
İkincisi, hızla, hazla ve tam gaz sekülerleşen sözümona muhafazakâr/Müslüman Türkiye.
Bir de üçüncü Türkiye beliriyor ufukta: İslâm’la ilişkileri sıfırlanan, küresel popüler kültürün, hızın, hazin ve ayartı’nın kölesi, tükettikçe tükenen, tükendikçe kültürel intiharın eşiğine sürüklenen sığ, yoz, sefih ve mankurtlaşan bir kuşak geliyor: Geleceğin tükenen Türkiye’si!
Üç paralel devrim
Eğer eğitimde, kültürde ve medyada, medeniyet dinamiklerimiz çerçevesinde PARALEL devrimler yapamazsak yok olacağımızı bilelim!
Genç kuşaklar, hızla ve tam gaz İslâm’dan uzaklaşıyor, gözümüzün önünde elimizden kayıp gidiyor: Çocuklarımızı kaybediyoruz!
Hiç bir toplum kesimine zarar vermeden, kendi düşüncelerimizi dayatma yoluna gitmeden paralel bir eğitim, kültür ve medya düzeni kurmak zorundayız.
Burası yurt oldu ama vatan olamadı!
Acı ama ürpertici gerçek şu: Millet, millet olma özelliklerini, duyarlıklarını yitirdi ve bitti sanki. Çözüldü. Uyuştu. İşine bakıyor sadece; çıkarını düşünüyor!
Böyle millet olmaz!
O yüzde TOKİ canavarına bel bağlıyor.
O yüzden Osmanlı’nın Horasan’dan devşirdiği, İstanbul’da tecessüm eden ama Bursa’nın ruhuna ve her şeyine sinen RUHU yok edildi TOKİ tarafından ama orada muhafazakâr denen plastik entiteler hiç bir tedirginlik duymadan yaşayabiliyorlar!
Burası yurt oldu ama vatan olamadı. Burada beden var; ama ruh yok.
İslâm, vazgeçilebilir bir şeye dönüşürken...
Bu toplum yeniden Müslüman oldu: Hiç bir bedel ödemeden, İslâm’la 40 küsur yıldır yeniden tanıştı. Ama çok kolay oldu bu iş. Müslüman değil de, Hıristiyan olması gerekseydi, bu toplum Hıristiyan olur muydu, diye soruyorum. Verdiğim cevap Evet oluyor, maalesef.
Yani büyük darbe yedi. Her şeyini yitirdi. Sonradan birileri, ona Müslüman olduğunu hatırlattı. O da Müslüman olmaya karar verdi. O yüzden İslâm, bizim tek vazgeçilemezimiz olmadı. Kolaylıkla vazgeçebileceğimiz bir şey oldu.
Bu durum, böyle gitmez!
Asıl büyük resmi göremiyoruz. Başka bir ifadeyle, meselenin püf noktasını kaçırıyoruz.
Kaçırıyoruz; çünkü hem cins beyinler pek fazla yok bu ülkede; hem de derdi cemaat, parti, etnisite kamplaşmalarının ötesinde hakikat olan, kendisi için değil hakikat için yaşayan insanlar çok az.
Tek kaygısı hakikatin hayat olması, ilkelerinin ülkü’lere, ülkü’lerinin “ülke”ye dönüşmesi için nefes alıp veren, hiç bir kınayıcının kınamasına aldırış etmeden hakikatin izini sürme kaygısı güden yetenekli, cesur, sahici, hiç bir yerin sözcüsü ve gözcüsü olmayan hakikat eri, ufuk sahibi insan sayısı neredeyse hiç yok bu çorak ülkede.
Yeniden Müslümanlaşamazsak, İslâmî bir eğitim medya ve kültür düzeni kuramazsak, 50 yıl içinde yok olur gideriz!
Unutmayalım: Tam rotamızı bulduk derken, istikametimizi; yönümüzü bulduk derken kıblemizi kaybediyoruz...
Benden hatırlatması.