Ekonomi

Yeni Şafak yazarı Kılıçarslan: Orta sınıfın niçin alt sınıflara bunca yaklaştığını konuşmak lazım

"Orta sınıfın 'ortada' kalması gerekir"

12 Mayıs 2020 10:54

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, "Türkiye’de ve dünyada orta sınıf ile üst sınıfın arasındaki makasın niçin bunca açıldığını, orta sınıfın niçin alt sınıflara bunca yaklaştığını konuşmak lazım gelir. Orta sınıfın 'ortada' olması gerekir yani. Kenarlara kaçıp 'her şey düzelecek' umuduyla saçma sapan politik meselelere meze olarak hiçbir şey değişmez. Ödeyeceğimiz faturalar ise sürekli artar." düşüncesini dile getirdi. 

Kılıçarslan, "Dünya, freni boşalmış kamyon gibi hızla yokuş aşağı yuvarlanıyor ve kimse bunu açıkça, berrak bir söyleyişle söylemiyor bize. Çıkış nerede peki? Daha doğrusu soruyu şöyle sormak lazım: “Bu korkunç zulüm düzeninden kurtuluş var mı?” Var ama bu kurtuluşu hiç kimse “sorumluluk” olarak üzerine almıyor. Herkes “Kripton gezegeninden gelecek mavi gözlü ve pelerinli adamın dünyayı kurtarması” umuduyla sızlanıp, homurdanıp duruyor." görüşünü savundu.

Kılıçarslan, "Hem hiçbir tüketim alışkanlığından vazgeçmeyip hem bu tüketim alışkanlığını sürdürebilmek için devasa şirketlerin gönüllü köleleri olmaya isyan etmek mi? Düpedüz ahmaklık bu. Başka bir şey değil. Oyunun kurallarını yazanlar öyle başarılılar ki, hem seni çetin bir tatminsizliğin, üstesinden gelinemez bir 'sahip olma dürtüsü'nün öznesi haline getiriyor hem de bu sarmaldan kurtulmaya her niyetlendiğinde sana 'dur bakalım. Bana çok borcun var' diyor." ifadesini kullandı. 

Kılıçarslan yazısında şunları kaydetti: 

Yani durum kabaca şu. Alt sınıf haline gelmemek için canını dişine takıp çalışan orta sınıf, bütün bu çalışma sonunda tek bir şeyi elde edebiliyor: Üst sınıfla arasında her geçen gün büyüyen makas farkını.

Özal’ın “her mahallede bir milyoner yaratacağız” diskurunun altından çok sular aktı. Her mahallede bir milyoner yok artık. Sadece az sayıdaki milyonerin kendilerine ait mahalleleri var ve dünyanın geri kalanı bu mahallelerin daha da zenginleşmesi için kendilerini paralıyorlar.

Bu sert gerçekle yüzleşmeden, bu sert gerçekle hesaplaşmadan yapılan her “ideolojik ve/veya politik kavga” bizi biraz daha anlamsız, biraz daha manasız, biraz daha içeriksiz, biraz daha anlayışsız bireylere dönüştürüyor.

“Daha çok üretilen değil, daha az tüketilen bir dünya” hayali gerçekçi bir çıkış vaat ediyor insanlığa ama insanlığın umurunda değil bu.

Basit, son derece basit bir örnek vereyim. 1990’larda dört kişilik bir aile “su, elektrik ve telefon faturası” olmak üzere üç fatura ödüyordu. Yanına kirayı da eklersek toplam dört sabit ödemenin derdini çekiyordu.

Bugün 4 kişilik bir ailenin “ödemek zorunda hissettiği fatura” sayısı 9 ila 15 arasında. 4 fatura için çalışmak yerine 15 fatura için çalışmak ve kendini “daha gelişmiş” hissetmek, çıkışı olmayan bir zindan simülasyonu gibi. Tam bütün faturalarını eksiksiz ödemeyi başardığınız bir ekonomik düzleme ulaştığınızda o devasa sistem size yeni bir ihtiyaç tanımlıyor ve yine eksik kalıyorsunuz.

Sarmal budur, hikâye budur kabaca.

Hal böyle olunca “bu durum değişmeli” deyip işi ideolojik ve/veya politik olana indirgemek havanda su dövmeye benziyor.

Esaslı ve esastan bir mesele konuşacaksak Türkiye’de ve dünyada orta sınıf ile üst sınıfın arasındaki makasın niçin bunca açıldığını, orta sınıfın niçin alt sınıflara bunca yaklaştığını konuşmak lazım gelir. Orta sınıfın “ortada” olması gerekir yani. Kenarlara kaçıp “her şey düzelecek” umuduyla saçma sapan politik meselelere meze olarak hiçbir şey değişmez. Ödeyeceğimiz faturalar ise sürekli artar.

Yazının devamı için tıklayın