Gündem

Yeni Şafak yazarı: Anadolu'nun en ücra köşelerine üniversite açarak ayağımıza sıkıyoruz

'Son bir kaç yıla kadar Anadolu’dan ümitliydim, ama...'

16 Mart 2015 14:42

Üniversitelerin Anadolu'da ahlaki çöküşe neden olduğunu savunan Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, "Üniversiteler, çocuklarımızı yetiştireceğine öldürüyor. Sadece çocuklarımızı değil, üniversitelerin bulunduğu şehri de hızla yozlaştırıyor, çözüyor, bitiriyor. Sonuçta Anadolu’nun en ücra köşelerinde hızla üniversite açarak kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz" dedi. 

Kaplan'ın Yeni Şafak'ta "Yok olmamak için üç büyük devrim!" başlığıyla yayımlanan (16 Mart 2015) yazısı şöyle:

Türkiye’nin en hayatî ve en âcil çözüm bekleyen sorunu eğitim sorunudur. Türkiye, eğitim sorununu halledemediği sürece hiç bir sorununu kalıcı olarak halledemez.

Seçimlere giderken özellikle AK Parti’nin yeni dönemde üzerinde yoğunlaşmakla mükellef olduğu en âcil ve hayatî üç mesele, eğitim, medya ve kültür’de devrim yapacak devrim niteliğinde adımlar atmasıdır. Eğitim, medya ve kültür dünyası, bizim medeniyet dinamiklerimiz çerçevesinde yeniden yapılandırılamazsa, 50 yıl içinde yokolmaktan kurtulamayız.

Çocuklarımıza özgüven, kişilik ve ufuk kazandırabilecek bir eğitim sistemi kuramadığımız sürece, gerçekleştirdiğimiz bütün büyük siyasî, sosyal ve ekonomik atılımlar, kısa devre yapacak, bu toplumun intiharıyla sonuçlanacaktır.

Anadolu, çürüyor!

İki yıldır adım adım Anadolu”yu dolaşıyorum; üniversitelerde, çeşitli sivil toplum kuruluşlarında konferanslar veriyor, çeşitli sempozyumlara katılıyorum.

Son bir kaç yıla kadar Anadolu’dan ümitliydim. Ama son yıllarda Anadolu’nun en küçük şehirlerinde bile başdöndürücü bir kültürel çözülme, sefih bir ahlâkî çürüme ve ürpertici bir yozlaşma gözlemliyorum.

Yaklaşık 50 civarında medresenin bulunduğu “medreseler şehri” Siirt”e bir ayda iki kez gittim. Ve sokaklarda, caddelerde televizyonlardaki adeta gençlik dizilerinden fırlamış “sarsak” oğlanlar ve kızlar görünce başımdan kaynar kazanlar döküldü!

Nereden çıkmıştı bu tipler birdenbire?

Elbette ki, üniversitelerden.

Üniversiteler, Anadolu’yu da, çocuklarımızı da bozuyor!

Üniversitelerde adam gibi eğitim veremiyoruz ama “adama benzetiyoruz” çocuklarımızı. Genç kuşaklar arasındaki yozlaşmanın en kalıcı, en berbat, en yoz kaynağı, üniversiteler.

Ailelerinden kopup gelen çocuklar, üniversitelere eğitim almaya değil, çözülmeye, çürümeye geliyorlar sanki!

Anadolu’daki üniversiteler, bulunduğu şehirlerin kültürünü, insanlarını, hayatını inanılmaz bir şekilde bozuyor.

Düşünsenize: “Sittin sene” bar giremeyecek şehirlerin ana caddeleri, barlardan geçilmiyor!

Hem doğru düzgün bir eğitim veremiyoruz çocuklarımıza. Hem de sanki bu yetmiyormuş gibi çocuklarımızı sefih, yoz, her şeyi çözücü, banal postmodern popüler kültür cangılının ortasına fırlatıyoruz.

Hayret doğrusu!

Üniversiteler, çocuklarımızı yetiştireceğine öldürüyor!

Sadece çocuklarımızı değil, üniversitelerin bulunduğu şehri de hızla yozlaştırıyor, çözüyor, bitiriyor!

Sonuçta Anadolu’nun en ücra köşelerinde hızla üniversite açarak kendi ayağımıza kurşun sıkıyor, geleceğimizi, genç kuşaklarımızı üniversitelerin bulunduğu ortamlarda pespaye, yoz, postmodern, sefih kültür cangılının ortasında kendi ellerimizle öldürüyoruz!

Kültürde yoksanız, yok olursunuz!

Hükümet, yeni dönemde, Türkiye”nin en temel üç yakıcı ve yıkıcı sorunu üzerinde odaklanmalı.

Eğitim, kültür ve medyada paralel devrimler yapmalı.

Çağımız kültür çağı. Medyanın da, eğitimin de, siyasetin de merkezinde kültür var. Kültürde yoksanız, yok olmaktan kurtulamazsınız.

Türkiye’nin geleceğe emin adımlarla yürüyebilmesinin tek şartı, eğitimde, medyada ve kültürde, medeniyet ufkuyla donanmış, kültürel dinamiklerimizi özümsemiş, dünyanın düşünce, kültür ve sanat ufuklarında komplekssiz, özgüveni yüksek ve çığır açıcı yolculuklar yapabilecek parlak genç kuşaklar yetiştirebilmemizden geçiyor.

Geleceğe umutla bakmamızı sağlayabilecek tek çıkar yol, eğitimde, kültürde ve medyada köklü paralel devrimler yapmaktır.

Yıkmak değil, yapmak!

Bu arada ne kadar şikayet edersek edelim, mevcut kültür-sanat ya da medya rejimiyle çatışmaya girerek, onları yok saymaya çalışarak, bütün yapılanları yıkmaya kalkışarak hiç bir yere gidemeyiz.

Birbirinden farklı dinlerin, kültürlerin, inanç ve düşünce sistemlerinin nasıl bir arada, birbirlerinden yararlanarak yaşayabileceğinin insanlık tarihindeki en mükemmel örneğini ortaya koyan bir medeniyetin çocuklarına yakmak, yıkmak, yoksaymak yakışmaz.

Biz, yakan, yıkan değil, daha iyisini yapan, örnek ve öncü adımlara ve kurumlara önayak olan işlere soyunmak zorundayız.

Kültür, medya ve eğitimde fiyasko!

Son on yılda kültür-sanat dünyasında, film, müzik, televizyon sektöründe tam anlamıyla fiyasko yaşıyoruz.

Muhafazakârlaşma, çoraklaşmayla ve çölleşmeyle sonuçlandı sadece.

O yüzden mevcut eğitim, kültür ve özellikle de medya rejiminin, Kemalist devrimden daha büyük bir yıkıma yol açtığını göremiyoruz bile.

Oysa on yıl gibi uzun bir zaman dilimi içinde çok esaslı kültür sanat kurumları kurabilir, parlak genç kuşaklar yetiştirecek devrim niteliğinde adımlara, atılımlara imza atabilirdik.

Yok olmamak ve yeniden doğmak için...

Ortaya çıkan manzara gelecek adına ürkütüyor beni...

Altın çizerek hatırlatıyorum yeniden: Türkiye’nin geleceğe emin adımlarla yürüyebilmesi için, eğitim, medya ve kültür alanlarında daha fazla gecikmeden çığır açıcı atılımlara ve açılımlara imkân tanıyabilecek köklü paralel devrimler yapmak zorundayız.

Yoksa medyada, eğitim ve kültür dünyasında, her şeyimizi silip süpüren, temel değerlerimizi yerle bir eden dekadant postmodern jangılın ortasında un ufak olmaktan kurtulamayız.

Cuma gününden itibaren bu üç paralel devrim meselesinin “nasıl”ı üzerine derinlemesine gideceğim...