Gündem

Yargının 'linç' sınavı

Tecavüze uğrayan kadına “mini etek giymeseydi”, başından fişekle vurulan çocuğa “sokağa çıkmasaydı” tepkisini veren anlayışla, Kılıçdaroğlu’na “cenazeye gitmeseydi, şu partinin oyunu almasaydı” tepkisini veren bakışın hiçbir farkı yok

24 Nisan 2019 13:57

Gökçer Tahincioğlu

“Linç”, Türkiye’de üzerinde çok durulmayan, “tahrik”, “tepki” gibi gerekçelerle üzeri örtülen, cezasız bırakılması için özellikle uğraşılan bir kavram.

Linçle birlikte, emniyet ve yargı pratiğinde yer alan yerleşik bir uygulamayı daha tartışmak gerekiyor: Sağdan örgüt çıkartmama.

* * *

Yargının, terör suçları konusunda neredeyse 1950’lerden bu yana genel pratiği, emniyetin “terör” listesi üzerinden hareket etmek.

Emniyetin listesinde elbette “sağda” yer alan radikal dinci örgütler var. IŞİD, Hizbullah, İslami Cihat vb. örgütler, sol örgütlerin yanında sıralanıyor.

Ancak o listede, kriminal olayların merkezi haline gelen, eylemlerini  sürekli olarak “milliyetçi” hassasiyetlerle açıklayan yapılanmaları, kişi ve grupları bulmak mümkün değil.

Bu nedenle, HDP binalarının yakılması ve kurşunlanması, üniversitelerde solcu öğrencilere satırlarla saldırılması, insanların sokak ortasında dövülmesi, cenazelerin basılması, mezardaki cenazenin çıkartılması gibi çok sayıda eylem “örgütlü suç-terör suçu” kapsamına alınmıyor.

Yargı, “sol” kaynaklı, afiş asmaktan, slogan atmaya kadar pek çok eylemi örgütlerle ilişkilendirip, artık var olmayan örgüt isimlerini iddianame ve kararlara yazarak “terör suçu” üretirken, sağa mahsus eylemlerle ilgili olarak asla bu yola başvurmuyor.

Bu nedenle yapılan eylemler, soruşturmadan toplumsal tepki nedeniyle kaçış yoksa, “yaralama”, “düzeni bozma”, “meskun mahale saldırı” gibi sıradan, soruşturma ve infaz rejimi bütünüyle farklı ve basit olan suçlar kapsamında ele alınıyor.

* * *

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na Çubuk’taki cenaze namazı sırasında saldırdığı gerekçesiyle gözaltına alınan 9 kişinin tamamı serbest kaldı.

Kılıçdaroğlu’na yumruk attığı sırada kameralara “yakalanan” Osman Sarıgün, iki günlük gözaltının ardından çıkartıldığı adliyede, “adli kontrol” şartıyla serbest bırakıldı.

Basın açıklaması yapan, bildiriye imza atan, sosyal medyadan mesaj atan, haber yazan insanlara uygulanan “adli kontrol” şartı, bir parti liderine yumruk atana da uygulandı. Siyasi parti liderine yumruk atmakla, diğer bütün “adli kontrol” kapsamındaki eylemler eşitlendi.

Bir anlamda, bir parti liderine yumruk atanın, üstelik yumruk attıktan sonra “firar” edenin, üç-beş gün için de olsa tutuklanmayacağı karar altına alınmış oldu.

Sarıgün, ifadesinde, namaza yetişemediğini, kalabalığın ve protokolün fotoğraflarını çektiğini, Kılıçdaroğlu’na yönelik “protestolara” katıldığını, o sırada korumalardan birinin yumruğuna hedef olduğunu, kendisinin de yumruk salladığını anlatıyor. O yumruğun Kılıçdaroğlu’na geldiğinden haberi olmadığını, böyle bir kastının bulunmadığını söylüyor ve özür diliyor. Sarıgün’ün ifadesinde yer alan, “Kimse tarafından yönlendirilmedim” kısmı da çarpıcı. Yargı, bu soruyu ve yanıtı da kayıt altına alarak, soruşturmanın gidişatını da özetliyor.

Gözaltına alınıp serbest bırakılan diğer 8 ismin ifadeleri de Sarıgün’e paralel. Şüpheliler, emniyetteki ifadelerinde kimse tarafından yönlendirilmediklerini, şehit cenazesi nedeniyle hassasiyet oluştuğunu anlatarak Kılıçdaroğlu’na yönelik eylemleri de “protesto” ile açıklıyor ve doğallaştırıyor.

* * *

Televizyonda “çocuklar ölmesin” diyen Ayşe Öğretmen'in hapisle cezalandırıldığı, pankart açan üniversite öğrencilerinin tutuklandığı, Twitter’dan iki mesaj yazanın gözaltına alındığı ya da cezaevine konduğu, bildiriye imza atan öğretim üyesinin ve Cumhuriyet yazarlarının cezaevine girmesinin kesinleştiği bir yargı pratiğinin Çubuk’taki linç girişimini, “Toplumsal tepki” olarak ele almasında şaşırtıcı bir yan yok elbette.

Hükümetin, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, “O da gitmeseydi” diyerek, yaşananların nedeni olarak Kılıçdaroğlu’nu gösterdikleri bir ortamda, cezasızlığın, demokrasi, hukuk ve adaletin ne anlama geldiğini tartışmak da artık komik kaçıyor.

Ama yine de cezasızlık politikalarının tam da bu gerekçeleri üreterek oluşturulduğunu not düşmek gerekiyor.

Tecavüze uğrayan kadına “mini etek giymeseydi”, başından fişekle vurulan çocuğa “sokağa çıkmasaydı” tepkisini veren anlayışla, Kılıçdaroğlu’na “cenazeye gitmeseydi, şu partinin oyunu almasaydı” tepkisini veren bakışın hiçbir farkı yok.

Bu ülkede cezaevlerinde yaşananlarla ilgili bildiri dağıtan gençlere saldırılması, Roman mahallesine, savaştan kaçan insanlara saldırılması, evlerin, parti binalarının yakılması linç sayılmadı. Yargı, bu eylemlerin hiçbirini “örgütlü suç” kapsamına sokmadı.

Kılıçdaroğlu’nun uğradığı saldırıda bütün bu olaylardan daha garip bir taraf var. Hemen her şehit cenazesine giden, seçim dönemi boyunca, Çubuk’tan çok daha az oy aldığı ilçelerde de hoşgörüyle karşılanan, koruma sayısı diğer liderlere oranla çok daha az olan bir siyasi parti lideri söz konusu olan. Parti teşkilatı, bir gün önce Çubuk’ta şehit ailesinin yanına gitmiş, başsağlığı dilemiş, herkes tarafından hoş karşılanmışken oluşan tepkiyi anlamak mümkün değil.

Sadece Kılıçdaroğlu’nu değil, diğer CHP’lileri de darp eden kalabalığın ısrarla “protesto eden grup” olarak anılmaya çalışılması, tepkiyi doğallaştırmak da olası yargı pratiğinin bir parçası. Bu tutum, aynı zamanda “sözümüze uymazsan böyle olur” tavrı da içeriyor.

Bu pratiği başta Sivas katliamı davası olmak üzere pek çok olaydan anımsıyoruz. Bu davada, avukatların, sanıkların örgütlü hareket ettiğini anlatma çabasını,  yargının ısrarla “sıradan vatandaşın tepkisi” diyerek bunu yıllarca nasıl reddettiğini biliyoruz.

Sorun, bu kişilerin gerçekten “sıradan vatandaş” olup olmamasında değil, sorun, linç girişiminin başlı başına “örgütlü suç” olarak ele alınması zorunluluğu.

Yoksa sahte hassasiyetleri ve  iki yüzlü ahlakı, mantığa bürümeye dayalı sorunlu adalet algısını sadece Darüşşafaka’da okuyan bir küçük kız çocuğunun “Almanya’da okuyacağım” sözleri için, tuğralı ve bayraklı rant odalarından yazılan küfürlü twitlerden bile anlamak güç değil.

Osman Sarıgün’ün Kılıçdaroğlu’na yumruk atan ellerini öperek, “Suçu ve suçluyu övenler”, linçe sevinenler, “gidenin suçu yok mu?” diyerek ve başka olaylarla kıyaslayarak çocukça tartışmalar yürütenler de gücünü tam buradan alıyor.


Gökçer Tahincioğlu Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişiminin ayrıntılarına ulaştı