Yaşam

Vahap Coşkun: Öğrencilerimizi rahat bırakın

'Görev yaptığım fakültede 11 öğrencim tutuklandı. Suçları gerçekten büyüktü; boykot yapmışlardı.

23 Ocak 2012 02:00


T24 - 'Görev yaptığım fakültede 11 öğrencim tutuklandı. Suçları gerçekten büyüktü; boykot yapmışlardı. Uludere’deki 35 masumun katledilmesini protesto etmişlerdi. Bir 'operasyon hatası'na tepki göstermek gibi affedilmez bir hata işlemişlerdi. Kırk kadarı gözaltına alındı, sorgulandı ve 11’i eğitim-öğretimi aksatmak ve örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklandı.'


Taraf gazetesinde Vahap Coşkun'un "Öğrencilerimizi rahat bırakın" başlığıyla yayımlanan (23 Ocak 2012) makalesi şöyle:

İçimi ısıtan iki haber okudum yakınlarda. İlk haber, Boğaziçi Üniversite’nde (BÜ) Rektör Kadri Özçaldıran ile öğrencileri arasındaki bir “müzakereci demokrasi” örneğini anlatıyordu. Hatırlayacaksınız, BÜ öğrencileri üniversitede hesaplı yemek yiyebilecekleri mekânların teker teker kapatılmasına, onların yerine pahalı lokanta-kahve zinciri açılmasına ve öğrencilerin pasifleştirilmesine bir tepki olarak 6 Aralık’tan beri Starbucks’ı işgal etmişlerdi. Bu sorunu çözmek amacıyla Rektör öğrencilerle görüşmek istemiş. Öğrenciler tarafsız bir alanda yapılması ve hepsinin katılabilmesi koşuluyla kabul etmişler bu isteği. Spor salonu hazırlanmış, Kadri Hoca 300 öğrencinin arasına oturmuş, beş saat boyunca taleplerini dinlemiş ve bu taleplere yazılı cevap verileceğini belirtmiş. (Radikal, 02.01.2012)

Bizi “acaba üniversitede yeni bir şeyler mi oluyor?” diye düşürmeye sevk eden ikinci haber ise Hacettepe Üniversitesi’ndeki (HÜ) gelişmelerle ilgili. Göreve yeni başlayan Rektör Murat Tuncer, üniversitenin güvenlik gerekçesiyle gaz bombası, kalkan ve maske alımı için ihale yaptığını görmüş. “Kendi öğrencime gaz kullanacak halim yok ya” diyen rektör ihaleyi iptal etmiş. (Üniversiteden bahsediyoruz yahu! Hiçbir üniversite, gaz bombası ve biber gazı almak için ihale yapar mı? Bunu yapana üniversite denir mi?) Ardından üniversitede öğrencilerin rahat bir nefes alabilmelerini sağlayacak bazı adımlar atılmış.

Mesela, HÜ öğrencilerinin Uludere’deki katliamı protesto etmelerinden sonra Emniyet Müdürlüğü, alışılageldiği üzere, üniversiteye bir yazı yazarak protestocu öğrencilerin adını ve görüntülerini istemiş. Ancak rektör bu isteği reddetmiş ve öğrenci örgütleriyle görüşme talep ederek 6 Ocak’ta öğrencilerle 3.5 saatlik bir toplantı gerçekleştirmiş. Bu toplantıda eylemlerin demokratik bir hak olduğunu hatırlatan Murat Hoca; afiş asmak ve bildiri dağıtmanın serbest olduğunu, bundan sonra eylemler ve etkinlikler nedeniyle soruşturma açılmayacağını ve emniyete liste verilmeyeceğini ifade etmiş. Ayrıca üniversite konseyinde öğrencilere söz ve karar hakkı verileceğini ve her ayın ikinci haftasında öğrencilerle düzenli toplantı yapılacağını da belirtmiş. (Radikal, 18.01.2012)

Güzel haberler bunlar. Ne bir polis var ortalıkta, ne itişkakış görüntüleri, ne de tekme-tokat gözaltına alınan öğrenciler. Bunun yerine ortada, karşılıklı olarak ne yapılıp ne yapılamayacağı hakkında yürüyen bir tartışma ve tarafların birbirini anlama/ikna etme çabası var. Hoş manzara doğrusu!

Fakat hayat hep böyle demokrasi modunda akmıyor ne Boğaziçi’nde, ne Hacettepe’de ve ne de diğer üniversitelerde. bu pratikler birer istisna, üniversitelerde kuralı ise öğrenciler üzerindeki baskılar oluşturuyor.

Görev yaptığım fakültede 11 öğrencim tutuklandı. Suçları gerçekten büyüktü; boykot yapmışlardı. Uludere’deki 35 masumun katledilmesini protesto etmişlerdi. Bir “operasyon hatası”na tepki göstermek gibi affedilmez bir hata işlemişlerdi. Kırk kadarı gözaltına alındı, sorgulandı ve 11’i eğitim-öğretimi aksatmak ve örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklandı.

Emniyet ve yargı süreçlerinde öğrencilerin savunmasını yapan avukatlarla görüştüm. İsyan halindeydiler. Gerçi onlar sudan sebeplerle insanların hayatlarının yargı eliyle çalınmasına çok tanıklık etmişlerdi. Bölgede çalışan avukatlar olarak böyle durumlara yabancı değildiler. Ama yargının zorlama yorumlarla bu kadar kolay tutuklama kararı vermesi ve gençlerin geleceğini karartmak için adeta heveskâr bir tutum içine girmesi onları da sarsmıştı. Kendilerinin de, savunmasını üstlendikleri kişilerin de hukukun varlığına ve hukuk yoluyla düzenin sağlanacağına olan inançların her geçen gün yitip gittiğini söylüyorlardı.

Üniversiteler üzerinde büyük bir gözaltı var bu dönemde. Emniyet ve yargı eliyle iktidar, öğrencilere büyük bir basınç uyguluyor ve onları tahakküm altına almaya çalışıyor. Emniyet, şiddet içermeyen ama tek günahı iktidarın politikalarına muhalefet etmek olan demokratik eylemleri, fütursuz bir şekilde “terör eylemleri” olarak niteliyor. Emniyete egemen bu zihniyet nedeniyle, basın açıklamasında bulunan, bildiri dağıtan, pankart asan, oturma eylemi yapan, panel-forum düzenleyen öğrenciler “örgüt üyesi” olarak damgalanıyor ve gözaltına alınıyorlar.

Yargı, TMK ve TCK’nın muğlak tanımlarının kendisine sağladığı hareket serbestisini çoğunlukla öğrencileri tutuklayarak kullanıyor, tutuklamalar çığ gibi artıyor. Yargı, Öğrencilerin dört duvar arasına hapsedilmesi için çok ilginç gerekçeler üretiyor yargı makamları. Poşu takmak, yanlış zamanda yanlış durakta bulunmak, sakıncalı kitapları evinde bulundurmak, muhalif bir gazetede staj yapmak vb. ağır suçlar (!) bir öğrencinin tutuklanmasına gerekçe yapılabiliyor. Ayhan Çarkın’ın -MİT Raporu ile doğrulanan- ifadelerinde birçok yargısız infaz yapmakla suçladığı kişileri serbest bırakan yargı, öğrencileri rahatlıkla cezaevlerine gönderiyor ve onları orada tutmakta ısrarcı davranıyor. Hrant Dink’i katleden örgütü görmemek için azami bir gayret sarf eden yargı, söz konusu öğrenciler olduğunda onları çabucak bir örgüte bağlamakta pek mahir davranıyor.

Tutuklamalarla öğrencilerin hayatla bağları kesilmeye çalışılıyor. Öğrenci, hem ailesinden hem de arkadaşlarından alıkonuluyor. Hazırlanması ayları bulan iddianameler ve sonuca bağlanması çok uzun süren davalar nedeniyle derslerinden ve okullarından oluyorlar. Öğrencilerimiz hedef haline getiriliyor; onların umutları gasp ediliyor, yaşamları hoyratça ellerinden alınıyor.

Elbette, hem öğrencilerimize ve hem de onların ailelerine eziyet çektiren bu tutuklama furyasının bir mantığı var: Tutuklamalarla, başta diğer öğrenciler olmak üzere diğer muhalif unsurlara gözdağı veriliyor. Gücünü yoğunlaştırdığı ve merkezileştirdiği oranda siyasal iktidar, gerek bireysel gerek kurumsal düzeyde kendisine muhalefet edenlere müsamaha etmeyeceğinin bilinmesini ve görülmesini istiyor. Muhalefetin bu şekilde yasakla ve baskıyla sindirilmesi, genel olarak da ifade özgürlüğünün sınırlanması, basın özgürlüğünün daralması ve muhalif unsurların kendilerini giderek daha fazla oto-kontrole/oto-sansüre tabi tutmaları sonucunu doğuruyor. Bu, ilerisi bir yana, normal bir demokrasi için bile kabul edilebilir değildir.

Yaygın öğrenci tutuklamaları bugün Türkiye’nin en önemli sorunlarından biridir: Ancak öğrencilerimizin kendilerini özgür ve rahat hissedebilecekleri bir ortamı var edebilersek demokrasinin gerçekten yerleşebilmesini mümkün kılabiliriz. Bu itibarla, bugün öğrencilerimizin ve onların özgürlüklerinin yanında durmak, demokrasiye sahip çıkmakla eş eşanlamlıdır. Burada hem hocalar, hem üniversite yönetimleri ve hem de genel kamuoyu büyük bir sorumluluğun altındadır.

Bugün 11 öğrencim tutuklu bulunuyor. İçeride geçirdikleri her saniyenin, öğrencilerime maddi ve manevi eziyet çektirdiğini, onların mağduriyetlerini büyüttüğünü biliyorum. Ve bundan büyük bir azap duyuyorum. Bu mağduriyetlerin büyümesini engellemeli, tutuklamaların toplumun gözünden ırak kılınmasına izin vermemeliyiz. Öğrencilerimize dair kamuoyunda bir hassasiyet oluşturmalı ve onların bir an önce özgürlüklerine kavuşmaları için çaba sarf etmeliyiz.

Hocalar olarak biz, “Sınıflarda öğrencilerimizle tam mevcutlu olarak birarada olmak istiyoruz!”

Bu nedenle, öğrencilerimizin üzerinden elinizi çekin!