Umur Talu
(Habertürk - 27 Ocak 2012) İfade özgürlüğünün önü açık ama gözleri kapalı!
Başbakan, gözaltında yahut tutuklu olanları; herkesi kapsayacak genelleme yaptı:
“Katillere, tacizcilere, darbe destekçilerine de gazeteci diyorlar.”
Öylesine ayırmadan söyledi ki…
Uluslararası ve yerli meslek örgütlerinin “Basın ve ifade özgürlüğü ihlali”ne dair verdiği sayılara
ismiyle giren herkesi gölge altına soktu.
Üstelik bir “gazete”nin, Zaman’ın 25’inci yıldönümünde!
Hem de kimi gazetecinin de tutuklu olduğu bir duruşmanın arifesinde!
Orada belki alkışlayan “gazeteci” de olmuştur!
Sessizce karşılayan mutlaka çoktur.
Dinlerken, bir ihtimal, rahatsız olan da çıkmış mıdır?
***
Bu, yargıyı gölge altında bırakmak bir yana; yargıyı çoktan verip hesabı kesmektir!
“İfade özgürlüğü”; iktidar tarafından böyle pervasızca kullanılırken “ifade özgürlüğünün önü açık” olamaz!
Ya cinayetten, tacizden, tecavüzden hüküm giymiş kim varsa, oracıkta da açıklayacaktı…
Yahut “içerideki”, kimi yaşını başını almış, kimi genç; kiminin bekleyen çoluk çocuğu, kiminin de çocuğunun yolunu gözleyen anası, babası bulunan o kadar insanı “çamur” içine atmayacaktı.
***
“Darbe destekçisi”ne gelince:
Bu suçtan bütün gazetecileri tutuklamaya kalksanız, dışarıda, kimi sözde muhalif, kimi yandaş nice şöhret dahil, pek gazeteci kalmaz!
Gazete, TV sahipleri; yönetmenleri, başyazarlar dahil!
İçlerinde muhakkak AKP yanlıları da bulunan, “45 yaş üstü yüzde 90 küsur 12 Eylül destekçisi” dahil.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül’ü namelerini yapmış, idamları desteklemiş sağdan soldan onca usta dahil.
28 Şubat, 27 Nisan vakalarına yalakalık etmiş, meslektaşlarını lekelemiş daha taze cambazlar dahil.
Başbakan öyle genel “darbe destekçisi” suçuna da ceza kesmesin.
Kendisininki de dahil, çok vicdan huzursuz olur!
Misal, Ahmet içerideyken, medya patronları da dahil, olmamış değil, olmuş bitmiş darbelerin “somut destekçisi” medya şöhretlerinin vicdanı da huzursuz olur!
***
Başbakan diyor ki, “İfade özgürlüğünün önü açık”…
Medyada, ister iktidara çok yakın ister az mesafeli, nice gazete ve TV’de sansür ile oto sansürün gırla gitmesinin…
Kiminin korktuğu için yazmamasının, kiminin yazdığı için korkmasının, kiminin işinden olmasının, kiminin gık çıkarmamasının…
Konmayan, gizlenen, hiç üstüne gidilmeyen haberlerin de “açık” bir izahı olmalı.
Tamam, elbette bunlar dün de vardı…
Ama bugün de var!
***
Bir de şu var:
“Önü açık ifade özgürlüğü”nü, başta gazeteciler, Başbakan da dahil hepimiz, sadece yazana, yazara, çizere, gazeteciye mahsus şıklık sanıyoruz.
Oysa “ifade özgürlüğü” bir insan hakkı. Herkesin her yerdeki hakkı.
Şiddet dışı ve şiddete çağrı yapmayan her türlü eleştiri, itiraz, hak talebi ile başta üniversite, okul, iş ortamlarını, bütün kamusal alanı, her tür sanatı da kapsar.
Başbakan’ın yargılanan herkesi katil, tacizci, darbeci gölgesi altına soktuğu ortamda; sözde özgürlük yuvası üniversiteler de paldır küldür öğrenci atıyor.
Hem de, Selçuk Üniversitesi gibi, gözaltına alınmış ama tutuksuz yargılanan, henüz sadece yargılanan çocukları dahi infaz ederek!
Bazen, “şu kadar gazeteci” diye sayarken, güçlülerin susturduğu milyonlarca insan aklımıza bile gelmiyor.
Komutanın haksızlığına itiraz ettiği, hakareti şikayet ettiği, haysiyetini aradığı, Başbakanlığın çağrısı üzerine Başbakan’a mektup yazdığı için kaç profesyonel asker yargısız hapis cezalarında, biliyor mu Başbakan?
Kamuda ve özelde; işyerlerinde açık ve dolaylı tehdit ve korkuyla susturuluyor insanlar.
Şıkıdım bankalar, istismara azıcık itiraz edeni sürgünle, kovmakla tehdit ediyor.
***
İfade özgürlüğünün önü açık; ama maalesef gözleri bağlı, göremiyor, gidemiyor!
Not: Başbakan o konuşmada artık “hatıra” olmuş şu konuda elbet haklıydı: Manipülasyon manşetlerle, 28 Şubat, 2002 öncesi ve sonrası, 2007 civarı vuku bulmuş medya saldırıları.
Ama o “kartel şalteri” çoktan indi!