Gündem

Uluslararası Zorla Kaybetme Mağdurları Günü: Siz, kaybedilen çocuğunuzdan vazgeçebilir miydiniz?

Türkiye, bu yıl dönümünü de 'BM Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme'ye taraf olmadan geçiriyor

30 Ağustos 2018 17:43

Ruhat Sena Akşener*
Uluslararası Af Örgütü Savunuculuk ve Kampanyalar Direktörü


“Bilinmeyenin büyük korkusunu yaşıyorum… Sürekli bir anksiyete ve karışıklık hissi.

Neredeyim? Ne yapıyorum? Onu bekliyor muyum, beklemiyor muyum? Orada mı, değil mi? Ama, hayatıma Bassel hala orada bir yerdeymiş gibi devam etmeye çalışıyorum. Duygularım öyle değişken ki. Bazen Bassel hala hayatta sanıyorum, bazen değil…”

2015’de gözaltına alınan ve zorla kaybedilen Suriyeli insan hakları savunucusu Bassel Khartabil’in bir yakını, hissettiklerini böyle anlatıyor.

Bir hukuki terim olarak “zorla kaybedilme” kulağa ne kadar da karmaşık ve ağır geliyor bazen. Oysa bunu yaşayan kişi anlattığında anlamı çok yalın: İnsanlar bir gün sokaktan, evlerinden, bulundukları yerden devlet görevlileri ya da devlet adına hareket ettiğini söyleyen kimseler tarafından alınıyor, kaçırılıyor, sevdiklerinden koparılıyor ve kelimenin en yalın anlamıyla kaybediliyorlar; bunu yapanlar sonrasında suçlarını inkar ediyor ve kaybolanların nerede olduklarına ya da akıbetlerinin ne olduğuna dair hiçbir bilgi verilmiyor. Bu, çok büyük, çok acımasız bir suç.

Bir saniye için, zorla kaybedilen birinin yakını olduğunuzu düşünün...

Hayır hayır, ya da bir saniye için, oğlunuzu ya da kızınızı sabah evden çıkarken hayatta son kez gördüğünüzü. En son kez. Bir daha göremeyeceğinizi. Ve nerede olduğunu bilemeyeceğinizi. Sizin onu görmediğiniz bu sürede neler yaşadığını, daha doğrusu ona neler yaşatıldığını bilmediğinizi, aslında hiçbir zaman da bilemeyeceğinizi...

Acı çekip çekmediğini, korkup korkmadığını, ne hissettiğini asla anlayamayacağınızı; nerede, hangi koşullarda kimlerin yanında tutulduğunu asla öğrenemeyeceğinizi; ona bu yapılandan dolayı bir daha sarılamayacağınızı, onunla birlikte gülemeyeceğinizi, dertleşemeyeceğinizi, yemek yerken ya da uyurken onu sevgiyle izleyemeyeceğinizi…

Bunların hiçbirini ama hiçbirini, artık son kez gördüğünüz ve ona ne olduğunu öğrenemeyeceğiniz biçimde kaybedilen çocuğunuzla yapamayacağınızı düşünün. Bir saniye için, çocuğunuzun zorla kaybedildiğini düşünün.

Ne hissediyorsunuz?

İşte, dünyanın başka başka yerlerinde, birbirinden coğrafi olarak çok uzak ama yürekleri aynı acı ve hislerle atan anneler, babalar, kardeşler, sevgililer, eşler, çocuklar, yakınlar ve dostlar, devlet tarafından zorla kaybedilmiş sevdiklerini aramak için meydanlarda toplanıyor. İstanbul’un orta yerinde, işte, Cumartesi Anneleri ve yakınları da tam 23 yıldır, aralıksız olarak her hafta Cumartesi günleri toplanıyor, kaybedilen sevdiklerinin akıbetini soruyor. 700 haftadır. Barışçıl protesto hakkının teoriden çıkıp, ete kemiğe bürünmesinin dünyadaki en anlamlı, en net biçimlerinden biri olarak hem de. Bu hakkın gerçek anlamda ne olduğunu bir ders niteliğinde anlatabilmenin biricik yolu gibi adeta. Sessizce, oturarak, her hafta aynı biçimde, aynı yerde yüzlerinde aynı acı ve endişeyle, yıllardır sadece çocuklarının, yakınlarının akıbetini öğrenmek için bu protestoyu gerçekleştiriyorlar.

Son 23 yıla baktığınızda ülkede çok şey değişti, Cumartesi Annelerinin kararlılığı ve zorla kaybedilen çocuklarını, yakınlarını aramaya dair direnişleri hiç değişmedi. Geçtiğimiz hafta, bu dünyanın en uzun soluklu barışçıl protestolarından biri olan eyleme, polis tarafından müdahale edildiğini izledik. 700. haftada, kolluk kuvvetleri, ardında güçlü işkence ve kötü muamele iddiaları bırakarak barışçıl protestonun gerçekleştirilmesini engelledi. Bütün bu aşırı güç kullanımı ve can yakıcı sahneler gözümüzün önünde yaşandı, Cumartesi Anneleri ve yakınları, sürüklenerek gözaltına alındı, saatlerce gözaltında tutuldu, darp edildi. Oysa en basit deyişiyle, barışçıl protesto en temel haktı; zorla kaybedilme ise bir insanlık suçu…

Zorla kaybedilme, sadece Türkiye’de değil, dünyada da yakıcı bir sorun ve pek çok ülkede görülen bir insan hakkı ihlali. 30 Ağustos BM tarafından 2011 yılından bu yana, “Uluslararası Zorla Kaybetme Mağdurları Günü ” olarak anılıyor. Aslında bu korkunç ihlalin anıldığı bir günün olmasının kayıpları “görünür” hale getirmek için önemi büyük. Hatırlamak, hesap sormak, cezasızlıkla karşılaşılmaması ve daha da önemlisi ve vicdani boyutu, sevdiklerinin akıbetini, zorla kaybedilen sevdiklerine dair hakikati bilmek isteyen kişilerin belki biraz olsun ferahlayabilmesi ve adalete erişebilmeleri için, böyle bir günün anılması mühim.

Zorla kaybedilme doğrudan yaşam hakkının ihlalidir. Bununla birlikte, elbette hakikati bilme hakkı, tüm bunların talep edilmesi ve dillendirilmesi için barışçıl protesto hakkı gibi hakların kullanılmasıyla  da yakından bağlantılı. Temel hak olan yaşam hakkının doğrudan ihlali olan zorla kaybedilme ile mücadele, ne yazık ki günümüzde sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülke ve bölgesinde devletlerin cezasızlık politikasına kurban ediliyor. Türkiye’de özellikle 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaşanan ve yazının başında bahsedildiği biçimde Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin odak noktası olan zorla kayıp vakalarının hemen hiçbirine dair etkili soruşturma yürütülmedi, yürütülen soruşturmalar kovuşturma sürecine nadiren vardı. Hemen hiçbir sorumluya cezai yaptırım uygulanmadı. Vakalar neredeyse tamamen cezasız bırakıldı ve sorumlular hesap vermeden yaşamlarına devam etti.  

Zaman aşımının, insanlığa karşı suç olan zorla kaybedilmeye dair işlemez olması, bu tür suçların araştırılması, soruşturulması ve sorumluların etkili biçimde cezalandırılması, dolayısıyla hem yakınlar açısından hem de toplumsal olarak bir rahatlama sağlanmasında önemli bir fırsat aslında. Zorla kaybedilmeler ve bu suç, geçmişe yönelik olarak da, hala cezalandırılabilir. Yapılacak şey, zorla kaybedilmenin yakıcı biçimde mağduru olmuş kimselerin, kayıplarının akıbetini öğrenmeye dair biricik haklarını ellerinden alarak yeni ihlaller yaratmanın tam tersine, zorla kaybedilme vakalarının her boyutuyla suçu işleyen ve emri veren sorumlularının tümünün tespit edilmesi, zaman aşımının işlemediğinin bilinciyle ve zaman kaybetmeden adalet önüne çıkarılarak cezalandırılmaları.

Birleşmiş Milletler Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme, tüm dünyada zorla kaybedilmeye yönelik verilen mücadelede ve onarım yollarında var olan en güçlü araçtır. Türkiye, bu yıl da “Uluslararası Zorla Kaybetme Mağdurları Günü ’nü sözleşmeye taraf olmadan geçiriyor. Zorla kaybetmeler konusunda yaşanan önemli ve karanlık bir dönemin bunca tanıklığını yapmış bir ülke olarak, Türkiye’nin sözleşmeye derhal taraf olması ve zaman aşımına tabi olmayan bu ağır ihlalle etkili mücadeleye bir an önce başlaması elzem. Adalet için ve vicdanların biraz olsun rahatlayabilmesi için ilk ve en öncelikli koşul bu.

Şimdi tekrar, bir saniye için düşünün lütfen.

Kayıp çocuğunuzun akıbetine dair hiçbir şey bilmiyorsunuz. Bir şey oluyor, çok büyük bir şey oluyor, o hayatta en sevdiğiniz kayboluyor ama siz hiçbir şey bilemiyorsunuz… Tıpkı Suriyeli insan hakları savunucusu Bassel Khartabil’in yakını gibisiniz, bazı günler döneceğini düşünüyorsunuz, hatta ruhen onunla iletişime geçmiş, ne yaptığını biliyor gibisiniz.

Bir saniye düşünmek bile yeterli. Siz, kayıp çocuğunuzdan vazgeçemezsiniz, vazgeçmeyeceksiniz. Cumartesi Anneleri de, kayıp çocuklarını aramaktan, sormaktan vazgeçemez, vazgeçmiyor. Haklarıyla var olan her insan gibi... Zorla kaybedilme insanlık suçudur. İnsanlığın bu korkunç suçla mücadelesi, hak mücadelesi, tıpkı var olma mücadelesi gibi, azalmadan sürecek.


*Bu yazı, Uluslararası Af Örgütü Savunuculuk ve Kampanyalar Direktörü Ruhat Sena Akşener tarafından kaleme alınmıştır. T24, yazının içeriğine dair herhangi bir müdahalede bulunmamıştır.