Yaşam

Ülsever: Gazetecilik ahlakı ne durumda?

Hürriyet Yazarı Cüneyt Ülsever, medyadaki siyasal etik konusunu iki soruyla yazısına taşıdı.

17 Ekim 2010 03:00

 

T24- Hürriyet Yazarı Cüneyt Ülsever, medyadaki siyasal etik konusunu iki soruyla yazısına taşıdı. “Gazeteci kendi köşesinden bazı gazetecilere pespaye küfürler edebilir mi?” ve “Gazeteci köşesini devamlı hükümet sözcülüğüne ayırabilir mi?” diye soran Ülsever,  yandaşlık uğruna en basit etik kulların bile çiğnendiğini ileri sürdü.

 

Ülsever’in bugün (17 Ekim 2010) yayımlanan “Gazetecilik ahlakı ne durumda?” başlıklı yazısı şöyle:

  

İKİ soru:

 

 

1) Gazeteci kendi köşesinden bazı gazetecilere pespaye küfürler edebilir mi?

2) Gazeteci köşesini devamlı Hükümet sözcülüğüne ayırabilir mi?

Zerre kadar aklı ve vicdanı olan için sorunun cevabı tabii ki hayır!

Ancak, gelin görün ki, yandaşlık uğruna en basit etik kurallar bile artık izansızca çiğneniyor.

* * *

1) Engin Ardıç dünkü Sabah köşesinde aynen şunları yazabiliyor:

“... Aydın (Doğan) Bey, sekiz yıldır körü körüne çok sert, hatta ‘vahşi’ muhalefet yaptı. Kimi adamları ruhlarının ‘puşt’ eğiliminden, kimi adamları da ‘solculuk falan ettiklerini’ sanarak bu vahşi muhalefete destek verdiler...”

Pespaye gazetelerde küfürleşme tabiidir, hatta gazete tiraj kazanmak için sövmeyi hüner sayar. Ancak, Türkiye’nin en önemli ve ciddi gazetelerinden biri olan Sabah’ta bir gazetecinin diğer meslektaşlarına “puşt” diyerek hakaret etmesine ve gazetenin bu hakareti yayınlamasına ilk defa şahit oluyorum. Şoke oldum.

Engin Ardıç Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) ait iken bu gazetede çalışmaya, kamunun kaynakları kullanılarak kendisine ödenen transfer parası ile başladı. Ardıç şöyle de yazıyor:

“Elinizde tuttuğunuz şu liberal gazete basının yeni ‘amiral gemisidir’ artık!”

Hazineden geçinen liberal gazeteci!

(“Fonun malları Devlet malı hükmündedir”- tmsf.org.tr)

* * *

2) Engin Ardıç aynı makalesinde “bürokrasinin sözcülüğü”nü başka bir gazetenin yaptığını iddia ediyor ama aynı gazetede yazan Nazlı Ilıcak onunla aynı fikirde değil.

Nazlı Ilıcak son günlerde ısrarla Adalet Bakanı’nın basın sözcüsü gibi davranıyor.

Ya yeni Anayasa’da 12 Eylül faşizminin ruhunu devam ettiren Adalet Bakanı’nın ve Müsteşarı’nın HSYK’da yer almasını bıkmadan ve usanmadan savunuyor ya da Hanefi Avcı’nın iddiasına göre ihbar dilekçesi hakkında 9 ay hiçbir şey yapmayan Adalet Bakanı’nın bu “görev ihmali”ni unutturmak için Avcı hakkında dedikodular yayıyor. Her ikisinde de kullanılan bilgilerin Nazlı Ilıcak’ın bilgi dağarcığından olmadığı aşikâr. Belli ki, bilgiler eline servis ediliyor.

Ilıcak, her nedense Bakan sözcülüğüne kendisini o kadar kaptırdı ki, yazdığı son 11 yazının 6’sında (7, 8, 11, 13, 15, 16 Ekim tarihli yazıları) ya Adalet Bakanı savunusu, ya da özel iddialar ile Hanefi Avcı saldırısı var.

Son yazısında ise Avrupa’da HSYK’nın nasıl seçildiğine dair örnekler veriyor. Bakanı böyle savunuyor. Konu Adalet Bakanı’nın 12 Eylül faşizminin bir devamı olarak HYSK Başkanı olarak kalması ama o eline tutuşturulan bilgilerden bambaşka bir örnek veriyor!

Ben diyorum yandı gitti canım keten helvası, o diyor yiyelim tahin helvası!

Adalet Bakanı’nın da kabul ettiği gibi (Bkz: Nazlı Ilıcak-Sabah-13 Ekim 2010) Avrupa’da Adalet Bakanı’nın HSYK’ya başkanlık yaptığı ve böylesine geniş yetkilere sahip olduğu başka bir ülke yok. Avrupa’da hiçbir ülkede hem bakan hem de müsteşar HSYK’ya üye değil. Kaldı ki, Avrupa Yargıçlar Konseyi, Venedik Komisyonu, AB uzmanları HSYK başkanlarının HSYK’daki yargıçlar tarafından seçilmesini, siyasal parti üyelerinin başkanlık yapmamasını öngörüyorlar.

Ar damarı insanın neresindedir?

 

Not: 14 Eylül’de yazdığım yazıda Fransa’daki eski sistemde Adalet Bakanı’nın yer aldığını söyleyen Adalet Bakanı’nın yanıldığını yazmıştım. Esasında ben yanılmışım. Bakan’dan özür diliyorum.