04 Ocak 2013 18:18
Erkin Bozdoğan
(Dağ medya - 4 Ocak 2012)
Şampiyonlar Ligi ve ‘son 16’da çeyrek finale giden yolu belirleyecek kuralların çekilmesiyle eşleşmeler belirlendi. Kura çekiminin hemen öncesinde yine UEFA yine bir ayarlama mı yapıyor tarzı tartışmalar her zamanki gibi yaşandı. Çünkü geçtiğimiz sezonlarda da şüphe çeken, hatta önceden internet ortamında yayınlanan eşleşmelerin gerçeğe dönüşmesi gibi bu şüpheyi arttırıcı durumlar söz konusuydu. Bu sene de, kura çekimi öncesi İngiliz BBC Sport kanalında yapılan programda yayınlanan tahminlerle aynı çıkması oldukça enteresan bir tablo ortaya çıkardı.
Özellikle futbol kamuoyunun adalet dağıttığını zannettiği UEFA’nın bu tip olaylarla anılması doğal karşılanmalı. Zira her seferinde ‘zero tolerance’ dedikleri şike davaları ile ilgili yaklaşımlarındaki pasiflikleri ve kendi çıkarları doğrultusunda ‘fixing’ yaptıkları şeklindeki spekülasyonlara karşı sessizlikleri de kura çekimindeki bu tesadüfü şaşırılacak bir durum olmaktan çıkarıyor.
Biz mi çok paranoyağız yoksa gerçekten böyle mi, sonuca ulaşmak zor. Üstelik uluslararası medya tarafından mafyacılık oynadığı iddia edilen UEFA’nın, geçen sezonki Şampiyonlar Ligi gruplarında oynanan Dinamo Zagreb-Lyon karşılaşmasında Lyon’un, hem de deplasmanda, 7 gol atarak kazandığı karşılaşmada futbolcular arasında görülen ‘tuhaf’ enstantaneleri araştırma veya soruşturma gereği bile duymaması konusunu ise hiç açmayalım. Acaba Fransız olduğu için mi bilemeyiz. Belgesi vardır yoktur o da bilinmez tabi. Zira dosya dosya belgesi olan malum konu hakkındaki kararı ‘’araştırmaya devam ediliyor’’ şeklinde çocukça nedenler öne sürerek nasıl oyalıyorlarsa, başkan Platini’nin toprağının takımı Lyon’un da ‘belgesiz’ darağacına asılmaması gayet normal karşılanmalıdır.
PSG’nin bağlı bulunduğu Arap yatırım şirketinin temsilcisi ve kulüp başkanı Nasser Al-Khelaifi ile teknik direktör Carlo Ancelotti. Ortada ise Futbol Direktörü, Milan’ın eski oyuncusu ve hocası Leonardo.
Eşleşmeleri tek tek inceleyerek değerlendirmeler yaptığımızda zorlu ve iddialı takımlar kendi aralarında, daha orta klasman takımların da birbirleriyle eşleşme durumu ortada. Zaten aynı nedenden UEFA’nın ‘ayar çektiği’ söyleniyor ya hani. İlk olarak Valencia – Paris Saint Germaineşleşmesine değinelim. TV otoriteleri tarafından geçen sene İspanya’da Real Madrid’in 39, Barcelona’nın 30 puan gerisinde 3. olarak ‘Diğer Lig’in şampiyonu olan Valencia ile zengin Arap milyarderlerin iki sene önce satın aldığı PSG takımlarının eşleşmesiyle PSG’nin turu rahatça geçeceği hemen akıllara gelebilir. Nitekim yanlış da değil; hatta Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu hedefler arasında. Zira ligde kötü günler geçiren ve orta sıralarda mücadele veren ve geçtiğimiz haftalarda göreve Villarreal, Athletic Bilbao ile Olympiakos’dan tanıdığımız eski teknik direktörü Ernesto Valverde’yi getiren Valencia tur arayacak. Ancak Valencia’da eski yıllara göre düşüşte olan bir takım olma olgusu ve kadro kalitesi ortada. Ortasahada Arjantinli Banega, kanatta Meksikalı milli oyuncu Guardado ile forvette takımın adeta herşeyi olan Roberto Soldado’nun performansı onlar açısından belirleyici olacaktır.
Valencia’nın karşısında rekor ve kaliteli transferlere imza atmış ve tecrübeli Ancelotti’nin yönetimindeki PSG var. Ligde inişli çıkışlı bir grafik çizmelerine rağmen Şampiyonlar Ligi arenasında fark yaratmak istedikleri bir gerçek. Bir marka Ibrahimovic, Arjantinli yıldızlar Lavezzi ve Pastore, Fransız milli oyuncusu Menez, defansta Alex ve formsuz da olsa Milan’dan yine rekor bir ücretle transfer edilen, aynı zamanda Brezilya Milli Takım oyuncusu olan Thiago Silva gibi oyuncuların sürüklediği Paris takımı tura yakın taraf.
Real Madrid – Manchester United kurasına baktığımızda, böyle bir eşleşmenin henüz 2. turda olmasına herhâlde herkes şaşırmıştır. Erken bir yarı final olduğu söylenebilir. Bir başka açıdan baktığımızda futbol tabii ki sahada oynanıyor ve Schalke maçı da böyle olacak ama baktığımızda zaten en azından Galatasaray’ın bunlarla eşleşmemesi bile sevindirici bir gelişme.
Açıkçası bu kura, sonucu en kestirilemeyen kura desek doğru bir tabir olur. Ligde açık ara lider Barcelona’nın oldukça gerisinde kalmış olan bir Real Madrid ancak kendisini bir Şampiyonlar Ligi kupasıyla taraftarına affettirmek isteyecektir. Liginin lideri gerçek bir sistem takımı Manchester United ise gruplardan lider çıksa da yaşadığı yenilgilerle bekleneni veremediğini söyleyebiliriz. Geçen sene de 3. olarak gruplara veda etmişti. Van Persie, Rooney, Nani gibi oyuncuların etki etmesi şart. Karşısında oldukça güçlü oyunculardan oluşan bir takım olacak. Şubat ayına daha çok var ama tur biletini kendi liginde kötü günler geçiren Real Madrid’in kapması daha yakın gözüküyor.
Bir başka güçlü eşleşme ise görüldüğü üzere Milan – Barcelona. Belki arada sırada eşleşmeleri maçın önemini ve popülaritesini azaltmaz. Her ne kadar İtalya’nın derbisi olan ‘Della Madonina’ yani Inter-Milan maçları kadar olmasa da önemi bir düello olduğu gerçek. Milan’ın Rijkaard, van Basten, Gullit’le Avrupa’da fırtına gibi estiği dönemlerde bir derbi ya da doğru bir deyişle önemli maç olarak bakılan Barcelona maçlarını takip edenler hatırlayacaktır. O dönem büyük popülaritesi olan İtalyan futbolu ve eski ile yeni Barcelona arasında büyük farklar olduğu da çok açık. Serie A’da lider Juventus’un 14, ezeli rakibi Inter’in ise 7 puan gerisinde kalan Milan’da dikkat çeken en önemli oyuncu altyapıdan çıkardığı Babası Mısırlı olan Stephen Al-Shaarawy. Şu an Serie A’da da gol yarışında zirvede olan genç oyuncuya büyük iş düşüyor. Bu konuda Milan’a bol şans dilemekten başka bir şey elden gelmiyor.
Rakibi Barcelona’yı tanıtmaya veya karşılaştırmalar yapmaya gerek olmadığı aşikâr. Oturmuş oyun yapısı, kendi yarattığı Xavi, Iniesta, Pique, Puyol, Fabregas gibi yıldızları ve ‘bu dünyadan olmadığı’ düşünülen, adeta Mayaların müjdelediği Messi’nin varlığı tura direk Barcelona’yı yazmamıza yetiyor. Bunu söylersek pas hastası bu takıma haksızlık etmemiş oluruz. Tek dezavantajları, Pep Guardiola yerine gelen ve takımı en az onun kadar tanıyan Tito Vilanova’dan gelen kötü haberler. Onun yerine takımı yönetecek olan Jordi Roura, yine Pep’in ekibinde yer alan ve daha çok rakip analisti olarak görev yapan bir hoca. Bu yönüyle yine de takımı tanıdığı doğru bir yorum olur. Sonuçta, “bu takım hocasız da oynar” tarzı yaklaşımlar oldukça iddialı olacaktır. Sonuçta Guardiola ve Vilanova’nın oynattığı oyun arasında bile mental farklılıklar var.
Shakhtar Donetsk – Borussia Dortmund eşleşmesi ise enteresan benzerliklere sahip. Zira Dortmund şehri Almanya’nın en güçlü sanayi bölgesi olan ‘Ruhr’ havzasında, Donetsk şehri ise ‘Donbass’ olarak bilinen Ukrayna ve dönemin Sovyetler Birliği’nde sanayinin kalbi olan bir yer olarak öne çıkıyor. Özellikle Dortmund bugünlerde Alman futbol altyapısının yaptığı atılımın yansıması olarak futbolcu üretimiyle de meşgul. Shakhtar ise daha çok Brezilyalı ama kaliteli oyuncu ithaliyle ilgileniyor.
Teknik yöne döndüğümüzde, topla hızlı ve pas oyunu oynamayı seven iki takımın karşılaşması olduğunu söyleyebiliriz. Teknik olarak kaliteli olmasının yanı sıra, takım oyununu da oldukça iyi sergileyen Brezilyalı oyuncuların sürüklediği Shakhtar’ı hepimizin yakından tanıdığı Lucescu çalıştırıyor. Hatta uzun yılladır orada. Zira 2009’da kazanılan UEFA kupası ve geçen sene Şampiyonlar Ligi’nde gelen derece küçümsenecek bir takım olmadığını açıklamak için yetiyor. Luiz Adriano, Willian, Fernandinho herhangi bir takımda oynayacak kalitede oyuncular, ayrıca kaptan Hırvat Srna’yı da bu kategoriye ekleyebiliriz; her iki ayağını da raket gibi kullanan teknik ve fizik gücü yüksek bir back oyuncusu.
Dortmund da, Bundesliga’yı son iki senedir domine etmiş ve başında Jürgen Klopp gibi gerçek bir akademik sistem hocasının varlığı, onları 1997 finalinde yıldızlar topluluğu Zidane’lı, Deschamps’lı, Boksic’li Juventus’u yenen Andreas Möller’li, Chapuisat’lı, Matthias Sammer’li Dortmund yapan bir özellik. Neden ‘akademik’ ve ‘sistem’ kelimeleri kullandığımızı, belki de son yıllarda kendi altyapısından çıkardığı veya yine küçük yaşlarda scout sistemiyle Dortmund’a kazandırılan oyuncuların artması ‘mini’ bir Barcelona modeline gidişi belirginleştiriyor. Tüm bu bahsettiklerimizde, Klopp sisteminin devamı büyük etken. Hani Barcelona’ya gelen sisteme uyum sağlayıp sırıtmıyorsa Dortmund da bunu denemekle meşgul.
Geçmiş yıllarda Nuri Şahin’in yıldızlaşmasıyla başlayan akıma Götze, Mönchengladbach’tan gelen Reus, Grosskreutz, İlkay Gündoğan ile defansta 3 yıldır uyumlu bir ikili olan Subotic – Hummels de katılmış gözüküyor. Takımın Polakları Piszczek, Kuba Blaszczykowski, Lewandowski de kilit oyuncular. Bu oyuncuların muhteşem takım uyumu ve oyunu; Dortmund’un Real Madrid, Manchester City ve Ajax gibi devlerin olduğu “Ölüm grubundan” lider çıkmasını sağladı. Ayrıca Dortmund bu tur eşleşmesinden bağımsız olarak dikkat çekmemiz gereken transfer başarısına sahip Ja de katılmış gözüküyor. Ayrıca Borussia Dortmund, bu tur eşleşmesinden bağımsız olarak dikkat çekmemiz gereken bir transfer başarısına sahipler. 2010-2011 sezonu başında Osaka takımından 350 bin Euro bonservisle Dortmund’un yolunu tutan Shinji Kagawa, 2 sezon sonra Manchester United’a 20 milyon Euro’ya yakın bir rakama transfer oldu. ‘Kagawa, o kadar eder mi ?’ ya da ‘İngiliz takımları 3’lük oyuncuya 10 vermeye meraklıdır’ tarzı yaklaşımlarda bulunulabilir ancak gözle görülür oyuncu gelişimi ve akabindeki transfer başarısı ortada. Nitekim gelen paranın çoğunu şu an Alman milli takımının da önemli oyuncularından biri olan Reus’un bonservisine ödediler. Tüm bu göstergeler her şeye rağmen Dortmund’un çeyrek finale yakın olduğunu söylüyor. Tabi ‘futbolda her şey olabilir’ kuralını da asla akıldan çıkarmamak gerekli.
Bir başka Alman devi Bavyera temsilcisi Bayern’in de Londra’nın Gunners’ı Arsenal’le eşleşmesi yine büyük bir kura olarak karşımıza çıkıyor. Almanya’nın ekonomik ve başarı olarak en büyüğü olan Bavyera temsilcisi, yaptığı nokta transferlerle geçen senelerdeki kötü gidişi durduracağının sinyallerini, Bundesliga’nın ilk yarısını tek mağlubiyetle tamamlaması ve en yakın rakibine yaptığı 9 puan farkla verdi. Defansa Gladbach’tan alınan Brezilyalı Dante, Bayern’in defanstaki kademe/yerleşim ve top çıkarma sorunlarını çözmüşe benziyor. Her takımın ihtiyacı olan ancak kolay kolay bulunmayan ‘teknik’ ya da ‘yerden iyi’ dediğimiz stoper tipini temsil ediyor.
Orta sahaya rekor ücretle 40 milyon Euro’ya Bilbao’dan transfer edilen Javi Martinez ortasahada Schweinsteiger ile iyi işler yapıyor. Ribery ve Robben’i tam kapasiteleriyle oynadıklarında neler yapabileceğini hepimiz biliyoruz. Formda bir Mandzukic ve sakatlıktan yeni çıkmasına rağmen Şubat sonuna kadar forma girebilecek olan gol makinesi Mario Gomez de büyük silahlar.
Arsenal, Şampiyonlar Ligi’nde final oynayan efsane Thierry Henry’li eski günlerinden çok uzak. Kontratının son senesinde adeta en büyük rakiplerinden birisine satılmak zorunda kalınan geçen senenin gol kralı van Persie’nin gidişinin takımı etkilediği bir gerçek. Kadro kalitesinin artmasına yönelik yapılan Alman yıldız Lukas Podolski, Malaga’da parlayan Santi Cazorla ve Montpellier’in şampiyon golcüsü Olivier Giroud gibi transferler takımı geçen seneden daha ileriye götürmedi. Kadrosu, kanatta oldukça hızlı olan Fildişili Gervinho, orta sahada Arteta, Ramsey, Walcott, genç Chamberlain gibi iyi oyunculardan oluşuyor ancak lig ve aynı zamanda Şampiyonlar Ligi’nde tur için yeterli mi göreceğiz. Schalke gibi zor günler geçiren bir takımın ardından 2. bitirebilen, üstelik Olympiakos deplasmanında yine yenik çıkan bir Arsenal’in işi zor gibi gözüküyor.
İber yarımadasının iki komşusu Portekiz ve İspanya’nın temsilcileri 2. turda birbirleriyle mücadele edecek. Bu iki takım, Portekiz’in Şampiyonlar Ligi Şampiyonu unvanlı devi Porto ve Akdeniz kıyısındaki bir şehrin yükselen takımı Malaga. İki takıma yaptığımız ilk değerlendirmelerde, birbirine yakın güçleri ve oyun tarzları olan takımlar olduğunu görüyoruz. Her iki takımda da Portekiz, Brezilya ve Arjantinli oyuncuların yer aldığını ve oyun sistemini daha çok teknik/pas oyunu ile hızlı atakların şekillendirdiğini görüyoruz.
Portekiz takımlarının özellikle Porto’nun genel özelliği olan transfer alışverişleri bu sezonun hemen başında da kendini gösterdi. Takımın en büyük yıldızı olan Hulk, 55 milyon Euro’ya Rus devi Zenit’in yolunu tuttu. İlginç bir nokta ise bunu kendisinin de beklemediğini belirtmesiydi. James Rodriguez, Jackson Martinez, Portekiz’in milli oyuncusu Varela, Alex Sandro, Arjantinli Lucho Gonzales gibi oyuncuların olumlu performans göstermesi tur için şart.
Malaga’da da, Villarreal’le başarılar yakalamış olan ve Real Madrid’in de bir sezon başında bulunan Şilili teknik direktör Manuel Pellegrini’nin tecrübesi ve oyun sistemini oturttuğunu görmekteyiz. Aynı zamanda Arap sermayesinin girdiği bir kulüp olan Malaga, yaşadığı krizden Şampiyonlar Ligi’ndeki başarılı performansıyla çıkmaya çalışıyor. Bu sıkıntılar nedeniyle gelen yıldız oyuncular ayrıldı veya satıldı. Son yıldız ise Arsenal’e giden Santi Cazorla. Yine de oyuncu kadrosu oldukça iyi olduğunu söyleyebiliriz. Valencia’daki eski unutulmaz performanslarıyla Joaquin, gruplardaki golleriyle hayat veren Isco, hızlı ve güçlü bir oyuncu olan Eliseu, orta sahada Toulalan ve Portekizli tecrübe Duda’nın yapacağı işler rol oynayacak. Bir öngörüde bulunmak gerekirse bizi Şampiyonlar Ligi galibiyetlerine alıştıran Malaga, bir adım daha önde olacaktır.
İskoç tarihinde İngiliz muhalifliğiyle ünlü efsane kulübü olan ve Glasgow takımlarından Kelt kültürünün futboldaki yansıması Celtic ile ‘En’ Kuzey İtalya’da Alplerin eteklerinde doğmuş olan Torino şehrinin ve açıkçası İtalya’nın en büyük kulübü olarak söyleyebileceğimiz Juventus’un eşleşmesi değişik düşüncelere girmemize neden oldu. Bir başka deyişle belki de kurada nasıl geçeceği en merak konusu olan eşleşmelerden birisi olabilir. Özellikle %89-11 gibi topla oynama farkına rağmen Barcelona maçından alınan galibiyet akıllara Celtic yine ‘benzer şekilde geçer mi’ tarzı sorular sorulmasına neden oluyor. Ancak Juventus’un bir İtalyan ekolü olduğunu unutmamak gerekir. Celtic’in iki kontra atak sonucu bulduğu iki gol Barcelona’nın unutamayacağı bir yenilgi almasına neden olmuştu.
Celtic’te geçtiğimiz sezon Trabzonsporlu Colman’ın da geldiği Germinal Beerschot takımından gelen henüz 21 yaşındaki Kenyalı Wanyama fizik kapasitesiyle ön plana çıkıyor. Yunan forvet Samaras ve İrlandalı Stokes gol yollarındaki iki önemli ismi. Barcelona da aynı şekilde orta üstünlüğünü inanılmaz bir rakam farkıyla ele geçirmişti ancak sonuç farklı oldu. Juventus da hem benzer nedenlerden dolayı orta sahada oynayan taraf olacaktır. Hem pas oyununa hem de kontra-atak oyununa uygun oyuncular var.
İtalyan milli takımının defans hattını tamamen kadrosunda bulunduran Juventus’ta, orta sahada top yapan büyük üstad Pirlo ve yardımcısı Marchisio ve Giovinco oyunu yönlendiren isimler. Isla, Pogba ve Vidal orta sahada etkili olacağını söyleyebiliriz. Özellikle Vidal’ın skora belirgin bir katkısı var. Kanatlarda hızlı bir Giaccherini ve Pepe ile ileride Quagliarella, Vucinic, Matri gibi golcüleri var. Juventus, ivme yakaladığında çok etkili olabilecek ve farka gidebilecek bir takım ancak Celtic’in de bu sezonki Avrupa başarısının da sadece defans yaparak gerçekleştiğini söylemek haksızlık olur. Takım defansı ve hızı oyunu başarılı oynamanın etkisi büyük. Juventus’un da şu an cezası devam eden hocası Conte’nin kenarda yer alamayacak olması bir başka etken. Şubat ayına daha 2 ay var ve o güne kadar neler olur bilinmez ama Juve’nin turu geçmesi daha gerçekçi olan bir tahmin olacaktır.
Son olarak denk güçlerin mücadelesi diyebileceğimiz bir kura olan Galatasaray – Schalke 04 eşleşmesi, belki de top 16’nın en zayıf iki halkasının karşılaşması diyebileceğimiz bir kura oldu. Ezeli rakibi Dortmund gibi ikinci tura lider çıkan Schalke için sonrasının gelip gelmeyeceği durumunun, biraz da Galatasaray’ın mücadeleci ruhuyla ve eski günlerin hatırına yapmak istedikleriyle ters orantılı olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda her iki takım taraftarı ve stat atmosferlerinin de eşleşmeye damga vuracak şeylerden biri olduğunu da belirtmek gerekir.
Takımların durumlarını değerlendirecek olursak, Hollandalı hoca Huub Stevens’ın gitmesiyle boşalan teknik direktörlük için arayışlara devam eden ve devre arası gibi bir şansı olan Schalke’nin, geçen senenin gol kralı Klaas Jan Huntelaar, Barcelona’dan kiralık Ibrahim Affelay, hızlı bir kanat oyuncusu olan Perulu Jefferson Farfan, genç yetenekler İngiliz-Alman karışımı Lewis Holtby ile Julian Draxler gibi kozlar var. Defansta Papadopoulos ve Alman milli oyuncu Höwedes etkili oyuncular. Özellikle Höwedes, Joachim Löw’ün milli takımda şans verdiği bir isim. Bir başka orta saha oyunusu Gladbach’tan bu sezon katılan Neustadter dikkat çeken bir başka isim.
Galatasaray’ın gruplardan son maçta çıkmasından sonra merakla beklenen rakip dişine göre diyebileceğimiz Schalke oldu. Grup maçlarında özellikle defansta sorunlar yaşayan Galatasaray, takımın nerdeyse bütün gollerini atan Burak Yılmaz’ın performansıyla iddialı bir duruma geldi. Schalke-Galatasaray maçlarının nasıl geçebileceğine bakarsak bunun biraz da hangi oyun tarzlarını benimseyeceklerine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Genelde oyunu rakip alana yıkan ve gol arayan Galatasaray aynısını Schalke’ye kontrolsüz biçimde uygularsa Schalke’nin ileri ucundaki oyuncuların Cluj veya Braga gibi daha alt kalite takımların tam olarak başaramadığını yapabilir. Örneğin; şayet iki ay sonra oynarsa geçen senenin Bundesliga gol kralı Huntelaar’ın açık alanda ne kadar etkili bir golcü olduğunu söylemek güç olmasa gerek. Bu nedenle maçlar daha kontrollü geçecektir. Zaten Schalke de bir Alman takımı ve biraz da yeni gelecek hocasının sistemi, neleri getireceğini ligdeki durumu düzeltip Şampiyonlar Ligi’nde turu geçen taraf olup olmayacağını hep birlikte göreceğiz.
Schalke her ne kadar top 16’ya kalan hemşerileri Bayern, Dortmund kadar kaliteli ve rakibi ısıran bir ekip olmasa da pas oyununu oynamaya çalışacaktır. Öte yandan Dortmund’un bu maçlar öncesinde bir Bayern maçı olduğunu ve hemen ikinci karşılaşma sonrasında da ‘Ruhr Derbisi’ Dortmund maçı olduğunu bunun da Schalke’yi etkileyebilecek bir faktör olduğunu da aklımızdan çıkarmamalıyız.
© Tüm hakları saklıdır.