“Türkiye’yi sarsan 10 gün” sonunda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cuma sabahının erken saatlerinde Istanbul Havalimanı’nda yaptığı ateşli konuşma, ülkenin yeni ve kritik bir yol ayrımına gelişinin işaret fişeği.
Dikkatli bakılınca, gelir-geçer taktiklere dayalı, sıradan bir yol ayrımı gibi görünmüyor bu: İçinde pek çok köklü siyaset unsuru barındırıyor. Bir ucu, sağ kalanların bile dipte kavga halini sürdüreceği bir uçuruma, diğeri ise – eğer sağduyu ile yönetilirse – farklı çiçeklerin yan yana açabileceği bir bahçeye çıkıyor. Son kargaşa sürecinin kilit aktörü Erdoğan’dan şu ana kadar gelen sinyaller, tercihin birinciden yana ağır bastığını gösteriyor.
Günler önce Gezi Parkı’nda başlayan eyleme sadece nobran bir güvenlikçilik açısından bakılması ve orantısız şiddetin büyük bir öfke selini patlatmasıyla başlayan sosyal kilitlenme, başta Erdoğan ve yakın çevresine sinen paranoya hali, ve koşulsuz iktidar destekçisi medya unsurlarının iştahla yaydığı “Türkiye’yi hedef alan küresel komplo” teorileri, sadece , endişe verici bir “alacakaranlık kuşağı” tablosunun her şeye baskın hale gelmesine yol açmışi durumda.
Türkiye’nin son yıllardaki büyük başarı öyküsünü beğeni, son aylarda cesaretle başlatılan Kürt Barış Süreci’ni umutla izleyenler için bu halin son derece şoke edici olduğu da aşikar.
Neden böyle oldu? Oy desteği sürekli yüzde 50’lerde seyreden, en popüler lider listelerinde en üstte yer alan bir parti ile lideri neden toplumun bir kesimiyle köprüleri atar noktaya geldi? Nasıl oluyor da son on yılda tüm dünyanın ilgi ile izlediği bir siyaset adamı, ülkesinin sosyal kimyasının bozulmasına izleyici kalmak ötesinde , bizzat katkıda bulunuyor?
Yazının devamı için tıklayın