Cengiz Çandar
(Radikal, 27 Nisan 2012)
Bundan çok değil beş yıl kadar önce, Türkiye nezdinde Mesut Barzani nedir diye sorulsa, çok geniş bir çevre, hakaretamiz anlamda “aşiret reisi, peşmerge” diye kestirir atardı.
Aynı dönemde, “Türkiye’nin Ortadoğu’da en güvenilir, en yakın dostu kim” sorusu yöneltilse, cevap, “Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad” diye gelirdi. Peki bugün, şu dönemde Türkiye’nin krizli, tehlikeli, riskli Ortadoğu bölgesindeki “en yakın dostu” hatta “en yakın müttefiki” kim diye sorulsa, cevap, tereddütsüz Mesut Barzani olacaktır.
Irak Kürdistan Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, geçen hafta önemli ABD ziyaretinden ülkesine dönüşte İstanbul ve Ankara’ya gelerek yaptığı temaslar ve açıklamalarla, Türkiye nezdindeki bu görüntüsünü pekiştirdi.
Barzani’yi sadece “devlet” değil, Türk kamuoyunun önemli bir kesimi de “güvenilir dost” olarak algılamaya başladı. Öyle ki Türkiye’nin “yeni” gibi sunulan “Kürt sorunu yaklaşımı”nın da en önemli ve güvenilir dayanağı Mesut Barzani olarak öne çıkıyor.
Türk hükümeti (ve devleti) tarafından adeta kendisine verilen “devlet ihalesi”ni üstlenmiş gibi bir profil çizen Mesut Barzani’nin Türkiye’de yükselen olumlu imajı daha da güçlendi.
Ortada ilginç bir paradoks var. Mesut Barzani’nin Türkiye nezdinde “bölgedeki en güvenilir, en yakın dost ve müttefik” haline geldiği şu dönem, Barzani’nin “Kürt bağımsızlığı” ve “Irak’tan ayrılmak”tan en çok söz ettiği dönem.
Barzani, hiç bu yönde bir eğilim ortaya koymazken, Türkiye’nin karar vericileri kendisinden uzak durur, “aşiret reisi-peşmerge” gibi aşağılayıcı vurgulara muhatap tutulurdu. Ciddi ciddi, “ayrılık” vurgusu yapar ve “bağımsız Kürt devleti”ni gündeme getirirken, Türkiye tarafından pamuklara sarılarak muamele görüyor.
Barzani’nin son çıkışları, Irak merkezi hükümetinin başında bulunan Nuri el-Maliki’yle derin ve ciddi bir çatışma içine girmesinin sonucu. Giderek İran’a yaslanan, Suriye’de Başşar Esad’ı kollayan bir tutum içine giren Maliki, “mezhepçi Şii” bir politikayı esas almış durumda. Suriye’deki gelişmeler, “Sünni unsur”un öne çıkacağı kaygısı, Maliki’yi daha otoriter ve merkeziyetçi ve Sünnileri dışlayan bir tutuma kaydırdı.
Bu merkeziyetçi otoriter tutum, bir yandan Kürtlerde rahatsızlık yaratırken, diğer yandan da Suriye ve İran ekseni üzerinden Türkiye ile arasını açtı. Dolayısıyla, Türkiye ile Irak Kürdistanı, bir başka deyişle Ankara-Erbil ilişkileri zaten yakınken daha da yakın bir hale büründü. Türkiye arzulamıyor olsa da kendiliğinden bir “Sünni ekseni” şekillenmeye başladı.
Uzakta ve üstü kapalı biçimde Washington’un da ibresinin dönük durduğu söz konusu eksen, ister istemez, “Türkiye-Irak Kürdistanı omurgası” üzerinde ortaya çıkıyor.
“Türkiye-Irak Kürdistanı” diyorum, “Türkiye-Kürtler” demiyorum, bilinçli olarak. Zira Türkiye Kürtlerinin temsilcisi olması iddiasındaki BDP yöneticileri, Barzani’nin Ankara’dan Erbil’e hareket etmesinin hemen ardından, Barzani’nin geldiği Washington’a gittiler.
Bu gidişle, gerek Ankara’ya ve gerekse Barzani’nin kendisine (ve tabii ABD’ye) “Türkiye’nin Kürt sorununun doğrudan muhatabı biziz. Barzani değildir. Barzani, Kürtlerin tek ve en üstteki ulusal lideri de değildir, liderlerinden biridir” mesajını iletmiş oldular.
ABD seyahatinin kendiliğinden taşıdığı “mesaj”ın içinde, AK Parti hükümetine, “Benimle müzakereye otur” da var. Mesajın içindeki mesaj, Washington’a da Ankara’ya telkinde bulunması için iletilmiş oluyor.
Ne Washington’un, ne Ankara’nın, Mesut Barzani ile bütün yakınlığa rağmen, Irak’ta bir “Kürt bağımsız devleti”ni desteklemesi ya da özendirmesi, en azından şu aşamada, beklenemez. Böyle bir durum da yok.
Bununla birlikte, Mesut Barzani’nin Ankara dönüşü Erbil’de Associated Press’e verdiği demeçte söyledikleri özellikle dikkat çekiyor. Şöyle diyor:
“Irak’ın birliğini tehdit eden diktatörlük ve otoriter bir yönetimdir. Eğer Irak demokratik bir devlet olmaya yönelirse bir sıkıntı çıkmaz. Ama eğer Irak diktatör bir devlet olmaya yönelirse, diktatörlükle bir arada yaşayamayız.”
Bunu dedikten sonra, “en can alıcı kartı”nı masaya koyuyor: “Ülkede çok tehlikeli bir siyasi kriz ve içine girilen çıkmaz, eylül ayında Kürt bölgesinde yapılması düşünülen bağımsız devlet referandumu sonucu aşılabilir.”
Ciddi bir “bağımsız devlet hazırlığı” mı bu, yoksa Washington’a Maliki üzerinde bütün etkini kullan ve baskı yap, uzlaşalım çağrısı mı?
Her ikisi de.
Irak’ın içişlerine karışmak
Türkiye, bu manevranın doğrudan muhatabı olamaz; çünkü Maliki, Türkiye’yi “Irak’ın içişlerine karışmak” ve “düşmanca davranmak”la suçlayarak köprüleri atmaya yönelmiş ve en azından Türkiye’nin telkinlerine kapıları kapatmış durumda.
Türkiye için de yaklaşan bir “açmaz” söz konusu.
Bir tarafta, Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünde desteğinden yararlanmak istediği, en yakın ilişkileri geliştirmekte olduğu Barzani, “bağımsız Kürt devleti” hazırlığında; diğer yanda oturup konuşmakta ayak sürüdüğü, binbir ve kabulü kolay olmayan şart koştuğu ve Türkiye’deki Kürtler için talep ettiği “özerklik” ya da “ademi merkeziyetçi yönetim modeli”ni duymak istemediği BDP.
Tekrar tekrar Türkiye’nin benimsediği “güvenlik öncelikli politika”yı eleştirecek değiliz. Bu konudaki görüşümüz biliniyor. Anlatmak istediğimiz şu:
Türkiye, Kürt politikasını tepeden tırnağa gözden geçirmez ve değişikliğe gitmezse, yakın gelecekte, Suriye politikasındaki “manevra alanı”nı da çok daraltacak “açmaz”larla karşılaşmakla kalmaz, o “açmaz”ların içinden de çıkamaz.