Bir yandan da yerel seçimlerin tamamlanmasıyla birlikte önümüzde bulunan dört seçimsiz yılın planlanması ve verimli bir çalışma dönemi temennisi bulunuyor. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere iktidar kanadının “yeni bir başlangıç” yahut “fırsat dönemi” olarak tarif ettiği koskoca bir dört yıl. Eğer önümüzdeki icraat dönemi söylendiği ve umulduğu gibi verimli geçecek olursa birinci gruptaki tartışmalar; yani, başkalık sistemine yönelik eleştiriler de zayıflayacaktır. Yani, başkanlık sisteminin bu haliyle devamının kaderi bizatihi Başkan’ın ve ekibinin elinde bulunmaktadır.
***
İktidarın denetiminden bağımsız faktörleri; yani yeni siyasi gelişmelerin ortaya çıkaracağı potansiyeli bir kenara koyarak önümüzdeki dönemde hangi alanların güçlendirilmesi gerektiğine bakalım. Hangi meselelere öncelik verilmesi gerektiğini konuşalım.
Ekonomi… Evet, ekonomide sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz ve yaşanan bir kriz tablosudur. Türk ekonomisi küçülme trendine girmiştir, tabiatıyla ağır işsizlik yaşanmaktadır. Kur, faiz ve enflasyon yukarıda asılı kalmıştır ve en avantajlı kalem olan bütçe disiplini kaybolmak üzeredir. Battık bittik mi, hayır. Bugünümüze şükür dersek, şükür. Ama uzun süreli bir gerilim tünelindeyiz ve eğer buradan çıkamazsak yakın gelecek için telafisi imkansız bir fırsat maliyeti ödeyeceğiz. Zira, benzer ülkelerin göstergeleri bizim gibi değil ve onlar büyümeye devam ediyor. Kulağa sıkıcı gelse de çözüm için ekonomide yapısal dönüşüm, reform ve hatta bütün zihniyeti değiştirmek şarttır. Tabii, eğer kalıcı bir refah istiyorsak ve kâbus görmekten yorulduysak…
Dış politika… Özellikle S-400 süreci iyi yönetiliyor ama toplamda Türkiye’nin dış politikada kâr/zarar hanesi lehimize gelişmiyor. S-400’den daha önemli olan F-35 projesinden dışlandık, ABD’nin yaptırım riski sürüyor. Öte yandan, Kıbrıs sorununda çözüm yanlısı tavrımıza karşı yapılan haksızlık nedeniyle alacaklı olmamıza rağmen yanlış yönetim nedeniyle aleyhimize dönen Doğu Akdeniz krizi nedeniyle AB’nin yaptırım listesine girdik. Hal böyle olunca, ‘ABD ve AB ne yaparsa yapsın’ demek de bir yoldur elbette ama çıkarımız bunda değildir. Bizim için optimum çözüm, bir tercih nedeniyle birkaç avantajı birden kaybetmek olamaz. Yani, dış politikada da yapısal veya en azından metodolojik reforma ihtiyacımız vardır. Tabii, eğer kalıcı güvenlik istiyorsak ve diplomasinin gündelik hayat üzerinde yarattığı risklerden bıktıysak...
İki sahanın; yani ekonomi ve dış politikanın tahkimi için ise içeride hukuk üretmemiz ve demokrasiyi güçlendirmemiz şarttır. Türkiye’nin temel sermayesi daha fazla hukuk, öngörülebilirlik ve güvenilir demokrasidir. Başka da yolumuz yoktur. Başkanlık sisteminin meşruiyeti de buna bağlıdır, yarım asırdır hep söyleyip, gerçekleştiremediğimiz “Büyük Türkiye” hayalinin gerçekleşmesi de… Hukuku ayağa kaldıracak, insanların kendisini iyi hissetmesini sağlayacak ve gerilimi azaltacak bir demokrasi reformuna her şeyden önce ihtiyacımız vardır. Tabii, eğer kendimizle didişmekten yorulduysak ve kaybettiğimiz saygıyı yeniden kazanmak gibi bir derdimiz varsa.