Türkan Şoray bu kez 'Sinemam ve Ben' adlı otobiyagrafisiyle sevenlerinin karşısına çıktı. Kitabını "Benim yaşadıklarım, benim ruhum bu kitap" şeklinde nitelendiren Şoray, "1960’tan beri Türk sinemasının en bire bir tanığıyım. İçinde anlattığım her şey doğrudur, gerçektir. Bütün arşivi taradım. Nereden nereye geldi Türk sineması bilsinler istedim yeni nesil" dedi. 'Türkan Şoray' kanunlarının dönemin gereği olduğu nu söylenen Şoray, filmlerindeki şarkılar hakkında da "Şarkıları da kendimizin söylemesi gerekiyordu. Fakat o dönem filmler sessiz çekiliyordu. Stüdyoya girip şarkıları tek tek benim söylemem için üç ay gerekirdi. Oysa bir filmi bitirip hemen ertesi gün bir başka filme geçiyorduk. Yapımcıların da kolayına geliyordu. Ama mesela şimdi asla yapmam" dedi.
Türkan Şoray'ın Hürriyet gazetesinden Savaş Özbey'e verdiği söyleşi şöyle:
- Haziran. Yengeç burcu... Taşıyor musunuz burcunuzun özelliklerini?
Yengeç burcunu çok içine kapanık, kabuklarını sert kapatıp, içine saklanır diye biliyorum.
- Öyle misiniz?
Hı, hı...
- İster şuh, ister kızgın, ister gururlu... Senaryo ne emrediyorsa motor dendiğinde bütün kuvvetiyle onu olan bir aktris. Ama normal hayatta ürkek, titrek biri. “Şey” diyesim geliyor; “Her şeyi canlandıran ama kendini oynayamayan bir oyuncu...”
Doğru... Doğru, çok güzel bir tanımlama. Belki bir başka kişilikte kendimi daha özgür, daha rahat hissediyorum. Hayatta kendime kurallar koymuşum belki de. Hayatı ben o yüzden sinemada yaşadım diyorum işte.
- Belki de gerçek hayatta kendiniz olduğunuzdan, oynamaya tenezzül etmediğinizden... 15’inde de, 25’inde de, 35’inde de. Allah uzun ömür versin, 105’inizde de çok güzel bir kadın olacaksınız.
Aaaa, çok teşekkür ederim.
- Nasıl bir şey hayata güzel doğmak?
Böyle tanımlanmak güzel şey tabii. Ama ben sıradan bir güzellik diye düşünüyorum. Belki klasik bir cevap ama ben insanın içinin güzelliğinin yüzüne vurduğuna inanırım. Benim içim güzeldir, o yüzden herhalde güzel görünüyorum insanlara.
"Güzel günler göreceğimize inanıyorum"
- Annem sizin için, “Tanıdığım, bildiğim herkes, her erkek ona âşıktı” der. Bütün bir memleketin âşık olduğu bir kadın... Peki Türkan Şoray aşktan nasibini alabildi mi?
Özel hayatımda değil; filmlerde, sinemada yaşadım ben ölümsüz, gerçek aşkı. İnan bana, filmlerdeki aşklar daha gerçek aşklardı. Çünkü gerçek hayattaki aşklar, hele şimdiki zamanda, bir saman alevi gibi. Eskiden aşklar daha bir yanardağ gibiydi. Bir an patlıyor, sonra tekrar doluyor, bir daha ne zaman patlayacağı belli değil... Gerçekten farklıydı. Şimdiki gibi bir-iki mesajla değil.
- Birlikte rol yaptığınız insanlar için de söylenir hep bu... Doğru mu sizce?
Nasıl cevaplarım ben bu soruyu? “Evet, herkes bana âşıktı mı” diyeyim?
- Hayatınızın bir dönüm noktası var mı?
‘Acı Hayat’ filmi. Sinemaya yeni girmiştim. Altın Portakal aldım. O filme kadar içine kapanık yengeç kadınını oynuyordum. (Gülüyor) Oynayacağım rolleri seçmemi etkileyen, benim özel hayatımı etkileyen o filmidir. ‘Mine’ beni, ben ‘Mine’yi etkiledim.
- 15 yaşında sinemaya ilk giren Türkan’a gidebilseniz... O genç kıza ne söylerdiniz?
- “Kendine güven. Korkma, başaracaksın” derdim. O yıllarda korkuyorsun. “Bir daha filmde oynayacak mıyım” diye düşünüyorsun. Ama iyi ki bunları yaşamışım. Bir şeyin zorluğunu çekmeden bir yerlere gelmenin o kadar tadı yok.
- Bugün sinemaya başlasaydınız, aynı kanunları koyup, uygular mıydınız?
Yoo. O, o günün koşulları gereğiydi. O koşullar öyle gerektirdiği içindi.
- Eski Türk filmlerini defalarca izliyoruz, doymuyoruz. Sanki hepimiz o sıcaklığın, o samimiyetin özlemini duyuyoruz.
O filmlerin samimiyetine ben de sizin gibi katılıyorum. İlişkiler çok değişti. O eski sıcak mahalleler kalmadı. Toplu konut, gökdelen, rezidans... Eskiden bir komşuculuk vardı. Çay, şeker biterdi, annem beni komşuya yollardı, gidip alsana diye. Şimdi üst katında oturanı tanımıyorsun. Sinema döneminin tanığıdır. Kendimize ne yaptıysak, sinemada onu görüyoruz.
- 15 yaşında sinemaya adım atan Eyüplü Türkan, nasıl bir mahallenin kızıydı? Bugün Türkan Şoray, nasıl bir Türkiye’de anne? Bugünün Türkiye’si sizi ürkütüyor mu?
Şu kadarını söyleyeyim: Ben her zaman ülkemde güzel günler göreceğimize inanırım.
"Oyuncu, yönetmenin malzemesi"
- 200’ün üzerinde film... İçlerinden nasıl seçebilir insan? Size sormaya da çekiniyorum, içlerinden en özeli hangisi diye...
Aralarında “İyi ki bu karakteri canlandırmışım” dediklerim var. Mesela bir ‘Vesikalı Yârim’. Töre olaylarını anlatan ‘Berdel’... ‘Selvi Boylu Al Yazmalım’...
- Dört yapraklı yoncadan kamera arkasına bir tek siz geçtiniz. Sizce önüyle arkasında ne fark var kameranın?
Yönetmenle oyuncu bir bütün ama o bütünü tamamlayan yönetmendir. Yönetmen o dünyayı kurar, oyuncu yönetmenin aracı, malzemesidir.
- En son Yağmur Hanım’la çektiğiniz ‘Uzaklarda Arama’ filmi için de bu detaycılıkla çok eleştirilmiştiniz. Çok uzun sürdü, çok pahalıya mal oldu diye... Bir açıklama da yapmadınız...
Niye eleştiriyorlar ki? Öyle olması lazım. Bir yönetmen ince eleyip sık dokuyacak tabii.
"Şarkılarımı başkasına söyletmem hataydı"
- 15 yıldır sürekli “Türkan Şoray albüm yaptı, yapıyor” denirdi. Nihayet geçen yıl bu hevesinizi gerçekleştirdiniz. Oysa filmlerinizde şarkıcıyı oynardınız, sizi başkaları seslendirirdi.
Aslında şarkıları da kendimizin söylemesi gerekiyordu. Fakat o dönem filmler sessiz çekiliyordu. Stüdyoya girip şarkıları tek tek benim söylemem için üç ay gerekirdi. Oysa bir filmi bitirip hemen ertesi gün bir başka filme geçiyorduk. Yapımcıların da kolayına geliyordu. Ama mesela şimdi asla yapmam.
- Pişman mısınız yani?
Evet. Bu, benim sinemadaki hatalarımdan biridir. Benim de kolayıma geldi herhalde. Kuralımı koyup, “Hayır, ben böyle istiyorum” diyebilirdim. Bizi seslendirenler kadar sesim güzel olmasa bile, seyirci onu da güzel kabul edecekti mutlaka. Neden albüm yaptım? Bu dünyadan ayrıldıktan sonra, “Sinema tarihinde bir Türkan Şoray da vardı” denecek inşallah. Seyircilerime benden bir de sesim hatıra kalsın istedim. Bir de şarkı söylemeyi çok, çok seviyorum. Sinema oyuncusu olmasaydım yüzde 100 ses sanatçısı olurdum. Ve eminim ki onun da en iyisi olurdum.
- Biraz takıntılı mısınız?
Ay felaket detaycıyımdır. Titizimdir. Keşke öyle olsam. Hele yönetmenlik yaptığım filmlerde. En ufak bir şey kaçmaz gözümden.
- Filmlerinizde şarkı söylediğiniz gibi dans da ederdiniz. Albüm yaptınız. Dans projesi de var mı?
Bir teklif var. Yani bir müzikal teklifi. Bakalım, belki de bir sürpriz yaparım.
"Özleyeceğimiz insanlar ne kadar çoğalıyor değil mi?"
- Halit Akçatepe’yi kaybettik. Neler söyleyeceksiniz?
Gerçekten büyük bir üzüntü içindeyim. Türk sinemasını bu denli sıcak, samimi yapan aslında o benzersiz karakter oyuncularıydı. Sevgili Halit Akçatepe onlardan biriydi. Hepimiz onu çok sevdik. Sinemaya adanmış bir hayattı onunki. Özleyeceğimiz insanlar ne kadar çoğalıyor değil mi?
- Onunla ilgili unutmayacağınız bir şey söyler misiniz?
Gülen yüzünü hiç unutmayacağız.
"Sansör yüzünden Fosforlu Cevriye'nin cılkını çıkardık"
- Şimdiki sinemacılarla geçmişi kıyasladığınızda ne fark görüyorsunuz?
Biz kenetlenmiştik. Oyuncular, dernekler, sendikalar... Ankara yürüyüşümüz var. Şimdi iki sinemacı bir araya gelip, konuşmuyorlar. Sansür denilen belayı bilmiyorlar. Hiçbir filmi yapamıyorduk, sansürden. Her film Ankara’ya gidiyordu. Nefeslerimizi tutup, onaylanıp onaylanmayacağını bekliyorduk. ‘Fosforlu Cevriye’ mesela. Sansür yüzünden cılkını çıkardık.
- Nasıl yani?
Romanda bir sokak kadını bir devrimciye âşık oluyordu. Ve finalde, polis bildirileri yakalamasın diye kendini feda ediyor. O sırada bir yıldız kayıyor. Böyle bir kitaptı. Biz bunu çekiyorduk, durdurdular. Kadir devrimciyi oynayacaktı, adi bir suçlu yaptılar...
- Bu kitabı niçin yazdınız?
Benim yaşadıklarım, benim ruhum bu kitap. 1960’tan beri Türk sinemasının en bire bir tanığıyım. İçinde anlattığım her şey doğrudur, gerçektir. Bütün arşivi taradım. Nereden nereye geldi Türk sineması bilsinler istedim yeni nesil. Bu otobiyografi değil aslında. Bir görev gibi gördüm bu kitabı. İş Bankası Kültür Yayınları’na çok teşekkür ederim.
- Sinemaya niyetlenen gençlere öğüt vermeye kalksanız ne söylemek isterdiniz?
Sinema ihmali hiç sevmez. Sinemacı olayım ama başka aşklarım olsun, seyahat edeyim, yok. Sinema kıskanç sevgili gibidir. Onu bıraktığınızda o da sizi pat diye bırakıverir.