Gündem

"Trump’ın en büyük hedeflerinden biri İran'ı tecrit etmek ve becerebilirse rejimini değiştirmek"

"Obama döneminin başarı sayılacak tüm adımlarından vazgeçmek istiyor"

06 Ocak 2018 16:15

Habertürk yazarı Soli Özel, ABD Başkanı Donald Trump’ın İran politikasını köşesinde değerlendirdi. Trump’ın ilk yılında ihtiyatlı bir politika izlediyse de giderek daha saldırganlaşacağını belirten Özel, “Obama döneminin başarı sayılacak tüm adımlarından vazgeçmek isteyen Trump’ın en büyük hedeflerinden biri de İran’ı tecrit etmek ve becerebilirse rejimini değiştirmek” dedi.

Özel "Yeni yılda ABD politikası" başlığıyla yayımlanan (6 Ocak 2018) yazısı şöyle: 

Yıl gerçekten çok hızlı başladı. Başlar başlamaz da dünyanın en zehirli ve tehlikeli siyasetçisinin ABD Başkanı olduğu iyice ortaya çıktı. Dünyayla ilişkisini bundan böyle çok taraflı kurumlara yaslanmadan, kendi kurduğu sistemin kurallarına uymadan sürdürmek isteyen bir ABD zaten 20 yıldır şekillenmişti.

Trump, ülkesini UNESCO’dan çekerek, Kudüs konusunda dünyada süren mutabakata aykırı hareket ederek, BM’ye ödenen aidatı kısma tehdidini savurup dünyanın ne dediği ve düşündüğüyle ilgilenmediğini gösterdi. En son Pakistan’ı neredeyse defterden silerek ülkesinin dış politikasındaki yerleşik kalıpları da tanımayacağını belli etti.

Amerikan toplumu, ülkelerinin dünyayla ilişkisinin yarattığı maddi yükü taşımak istemiyor. 11 Eylül sonrasında başlatılan “terörle savaş”a o günlerin korkusu ve öfkesiyle destek verdiyse de Afganistan ve Irak savaşlarının sonuçlanmaması, başarısızlığı Amerikan siyaset kültüründeki tarihsel içe dönme eğilimini de güçlendiriyor.

Trump, seçim kampanyası sırasında saçma sapan savaşlara girilmesini eleştirmiş (gerçi kendisi Irak savaşına başında destek vermişti) ve bu tarz bir dış politika uygulamayacağını söylemişti. Bu içe dönük dış politikanın unsurlarından biri de daha korumacı ekonomi politikalarının devreye sokulması, özellikle Çin’e karşı ticari yaptırımlar uygulanması olacaktır.

Her ne kadar ilk yılında söylemine göre daha ihtiyatlı bir politika izlediyse de giderek daha saldırganlaşacağının işaretlerini veriyor. Trump ve çevresindeki ekip, ABD’nin şu andaki gücünün kendi başına buyruk hareket etmesine izin verdiğini düşünüyor. Bunu henüz kendilerine tam rakip olacak bir yükselen güç iyice ortaya çıkmadan, yani engelleyici bir unsur karşılarına gelmeden kullanmak istiyorlar. Başkanın tavrı ve tarzı, bu tür küstah bir siyaset izlenmesine uygun.

Ne var ki bu tutum, başkanın cehaletiyle atbaşı giden öngörülemezliğiyle birleşince Washington’un müttefikleriyle arasının açılmasına yol açtığı gibi, yumuşak gücünü de devreden çıkarıyor.

Dışişleri bakanlığının devreden çıkması, giderek Beyaz Saray’ın stratejik öncelikleri belirlemede ağırlık kazanması, normal koşullarda atılmayacak adımların atılmasına da yol açıyor. Bu açıdan bakıldığında Kuzey Kore’ye yönelik politikadaki sertleşme, bu ülkenin balistik füze menzilinin ABD’nin Pasifik kıyılarına kadar uzanması kadar Çin’e yönelik bir uyarı diye de değerlendirilebilir.

Obama döneminin başarı sayılacak tüm adımlarından vazgeçmek isteyen Trump’ın en büyük hedeflerinden biri de İran’ı tecrit etmek ve becerebilirse rejimini değiştirmek. Amerikan güvenlik sistemi içinde bu arzuyla yanıp tutuşan çok kimse var. Ne var ki ABD’nin Irak savaşıyla beceremediği bu işi şimdilerde becerebilmesi pek kolay değil.

Gerçi haziran ayında New York Times Gazetesi’nde çıkan bir haberde, CIA’nın İran masasının başına Kara Prens veya Müslüman olduğu için Ayetullah Mike lakaplarıyla anılan Michael D’Andrea’nın geldiği yazılmıştı. Bu atama ve D’Andrea’nın sicili, gazete tarafından Trump döneminde CIA’nın gizli operasyonlara daha fazla ağırlık vereceğinin işareti diye de görülmüştü.

Bu veriden yola çıkarak İran rejimi içindeki sertlik yanlıları, 1953’teki darbeyi anımsatarak gene bir “entrika” ile karşılaştıklarını iddia ediyor. Başka bir tepki göstermeleri beklenemezdi zaten. Zamanı geldiğinde bu olayların arka planı açığa çıkar. Ancak patlayan tepkinin enflasyonla, işsizlikle, rejimin çürümüşlüğüyle, yolsuzluklarla, emperyal amaçlarla kaynakların çarçur edilmesiyle alakasını, İran’daki rejimin meşruiyet krizini görmemek de olmaz.

Bu arada Trump’ın ya da ABD’deki azgın sağcıların bu hareketlere destek vermesi, ölüm öpücüğü benzeri bir etki yapar. Reformcuların suskunluğunun ve belki sokaklara da inmemelerinin temel sebebi budur. Bu nedenle İran toplumuna sevgisi ve saygısı olan yorumcular, Trump’ın susmasını istiyor.

Asıl büyük soru ise Trump’ın gösterilerin bastırılmasını, nükleer anlaşmadan ülkesini çekmek için bir mazeret olarak kullanıp kullanmayacağıdır.