Dünya

'Trump Dünyası'nda bir gazeteci 'cinayeti': 110 milyar dolarlık silah anlaşmasından caymaya değer mi?

Trump'ın dış politika anlayışını, Kaşıkçı hadisesinde bir kez daha tanıyoruz

14 Ekim 2018 16:03

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi Arabistan Konsolosluğu’na girmesinin ardından kendisinden bir daha haber alınamaması ve gazetecinin Arabistan’dan gelen 15 kişilik tim tarafından öldürüldüğüne dair iddiaların güçlenmesi, siyasi sahnede devletler arasındaki ilişkileri konu eden bir tartışmanın alevlenmesine sebep oldu. 

Liberal aydınlar ABD’nin Suudi Arabistan ile ilişkilerinde radikal değişimlere gitmesini öneriyor ama Beyaz Saray’dan beklenen hamleler gelmiyor. Tartışmanın ana maddelerinden biri ise ABD ile Suudiler arasındaki 110 milyar dolarlık silah satış anlaşması. 

ABD basının ‘liberal kalesi’ New York Times’a ‘Boğazdaki ceset parçaları’ başlıklı bir yazı kaleme alan Roger CohenDonald Trump yönetimini Kaşıkçı hadisesine yönelik yeterli hamleleri yapmadığını söyleyerek eleştirdi. ABD Başkanı ve ailesinin Suudi Arabistan’ı fiilen yöneten veliaht Prens Muhammed Bin Selman ile yakın ilişkilerine de değinen yazar, Suudi Prens’in Trump tarafından ‘kayıp Orta Doğu’lu evladı’ olarak görüldüğünü dile getirdi: ‘’İlk yurtdışı seyahatinde 110 milyar dolarlık bir silah anlaşmasına vardıkları için Başkan’ın üzerine yapıştı bu…’’

Cohen, İstanbul’da işlendiği düşünülen Kaşıkçı cinayetinin ardından ABD dahil bütün ülkelerin Suudi Arabistan ile olan ilişkilerini gözden geçirmesi gerektiğini öneriyor. ‘Kadınlara araba kullanma hakkı verdiği için batıda alkışlanan Prens’in kadın aktivistleri tutuklattığını’ söyleyen Cohen için Selman yönetiminin bu cinayetin ardından hiçbir kredisi kalmadığı anlaşılıyor. 

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve ABD Başkanı Donald Trump

‘Kendisinden ve paradan başka önem verdiği hiçbir şey yok’

Fakat Trump’ın ‘ilişkileri gözden geçirmek’ gibi bir derdinin olmadığı, yaptığı son açıklama ile belli oldu. Kaşıkçı olayı ile ABD’nin yakından ilgilendiğini söyleyen ABD Başkanı, iki ülke arasındaki silah anlaşmasına ‘ne olursa olsun’ zarar gelmeyeceğini ekledi: ‘’Ülkemize gelen yığınla parayı durdurma fikri hoşuma gitmiyor.’’

Ancak Trump’ın bu açıklaması Senato’da Demokratlardan da Cumhuriyetçilerden de muhalif seslerin yükselmesine sebep oldu. Trump’ın ‘fake-news’ (yalan haber) diyerek düzenli aralıklarla hedef aldığı, Kaşıkçı’nın da yazarı olduğu Washington Post gazetesi de ‘Beyaz Saray’ın Suudilere yeterli tepkiyi göstermemesi halinde Kongre’nin baskıyı artırması gerektiğini’ başyazısından bildirdi. Trump’ın Suudi Arabistan’a karşı tutumunu zorlayabilecek tek unsur, kendi partisiymiş gibi gözüküyor.

Trump yönetiminin dış politikadaki genel tutumu göz önünde bulundurulduğunda, ABD Başkanı’nın bu açıklaması, şaşırtıcı olmaktan çıkıyor. Cohen’in de altını çizdiği gibi Trump, ‘Avrupa Birliği’ne ‘kana susamış’ derken Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’u ‘harika bir kişilik’ olarak tanımlayan bir profile sahip. Suudi Arabistan yönetimini kendisini protesto eden aktivistleri tutukladığı için eleştiren Kanada Büyükelçisi ülkeden kovulduğunda da sesini çıkarmamış bir Başkan, Trump. Cohen’in tanımıyla Trump, ‘’insan haklarını dış politika için bir mesele olarak görmüyor, otokratları destekliyor. O, Kaşıkçı gibi ‘güçlüye karşı doğruları söyleyen’ gazetecilere hakaret ediyor. Kendisinden ve paradan başka önem verdiği hiçbir şey yok.’’ 

‘Burası, Trump Dünyası’

Cohen gibi liberal aydınlar için ABD’nin dünya siyasi sahnesindeki konumu, diğer ülkeler için de ‘örnek olma’ sorumluluğuna sahip. Bu düşünürler için ise Trump’ın şu ana kadarki özgeçmişi, pek iç açıcı gözükmüyor. Yemen’de ABD’nin Suudi Arabistan’a sattığı silahlarla masum insanların öldürülmesi, Trump yönetiminin Rusya’nın 2016’da gerçekleşen başkanlık seçimlerindeki yerinin üzerine gitmemesi, Meksika sınırına örülmek istenen duvar gibi meseleler Beyaz Saray’ın dış politikadaki duruşunu gösteriyor. Cohen’e göre, yönetimin bu duruşu sebebiyle ‘Suudi Prens’in Kaşıkçı’yı öldürürken korkması gereken hiçbir şey yoktu’: ‘’Kaşıkçı’nın kaybolması, Trump’ın değer yoksunu dış politikasının, Amerika’nın ana değerlerini aşağılayan duruşunun sonuçlarının yalnızca bir örneği.’’

Bu noktadan sonra ABD’nin Orta Doğu’daki pozisyonunu 'haklı göstermekte' zorlanacağını öngörmek mümkün. Ne de olsa Trump, o meşhur ışıklı küreye elini Suudi Kralı Selman ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi ile beraber koymuş, bölgede ‘İran ile mücadele’de kendine İsrail ile birlikte Suudi Arabistan’ı ortak etmişti. Ancak dünyayı nelerin beklediğini kestirmek zor. Çünkü, yine Cohen’in yazısından aktarmak gerekirse, burası 'Trump Dünyası':

‘’Burada para konuşur. Vahşiler istediklerini yaparlar. İnsan haklarıyla alay edilir. Ahlâksızlıkla yola devam edebilirsiniz. Gerçek, manipülasyonun rakibi bile değildir. Terbiye ölmüştür. Kültür tepetaklaktır (…) ve dik başlı bir gazeteci, vicdan sahibi bir insan, Suudi Konsolosluğu’nda kaybedilir.’’