Kültür-Sanat

Tomris Uyar, 74 yaşında

'1970 kadın ağırlıklı öykücü kuşağının öncül öykücülerindendir, Tomris Uyar'

15 Mart 2015 13:28

Türk edebiyatının önemli yazarlarından Tomris Uyar’ın bugün 74’üncü doğum günü. Öykü yazarları, doğum gününde Tomris Uyar’ı anlattı. "Kadın ağırlıklı öykücü kuşağın öncüllerinden" olduğunu kaleme alan Adnan Özyalçıner, Uyar'ın kendine özgü bir yer edindiğini dile getirdi. Kızının adını Tomris koyan Aslı Tohumcu, Uyar'ı her gün andığını yazdı.

Sevda Aydın'ın Evrensel'de yer alan haberine göre, işte günümüz öykücülerinin gözünden Tomris Uyar:

 

Adnan Özyalçıner: 1970 kadın ağırlıklı öykücü kuşağının öncül öykücülerindendir, Tomris Uyar. Sözcük seçimindeki ustalığının getirdiği incelikli diliyle anlatımı açısından 1970 sonrası öykücülüğümüzde kendine özgü bir yer edinmiştir.

O, öyküde “yoğunluk, içtenlik ve sahicilik”ten yanadır. Ayrıntılardan bütünü oluşturan bir yazış biçimi vardır. Öykülerinde ekonomik ve sınıfsal sorunların baskısı altındaki daha çok kadın kişilikleri gerçeklere aykırı düşmeyen, ruhsal bir çözümlemeyle işlemiştir.Çevre özellikleri ve ilişkileriyle yansıttığı bu kişilerin öykülerinde dönemin sorunlarına da eğilmiştir.

 

 

Aslı Tohumcu: Tomris Uyar yaşasaymış 74. yaşını kutlayacakmışız! Onu, hakkındaki duygu ve düşünceleriyle anmak istiyoruz diyorsun. Ben Tomris Uyar’ı her Allah’ın günü anıyorum aslında. 120 santim boyunda, 17 kilo ağırlığında, durmadan şakıyarak hikayelerin en alalarını uyduran, soruların en acayiplerini soran bir velet aracılığıyla... Kızım olacağını öğrendiğimde hangi alanda olursa olsun, insanların hayatını iyi yönde değiştirecek, mücadeleden kaçmayacak bir insan olması umuduyla, kısacası kaderi adından bulaşır umuduyla Tomris koydum adını. Herhalde Tomris Uyar’ın 80’li yaşlarının sonlarında, kızımla beraber bir kez daha okurum Tomris Uyar’ı. Umarım bugün ne yazdığını merak ettiği Uyar’ı okuyunca, adını ondan almış olmaktan mutlu olur. Sanırım mutlu olur...

 

 

Behçet Çelik: “Yürekte Bukağı” adlı öyküsünde Tomris Uyar, “Bayağılıkla soyluluğun, geçiciyle süreğenin arasında bir  kıl payı yattığından” söz eder. Bu “kıl payı ayrımın” gerek kişisel hayatlarımızda gerekse toplumsal hayatta yarattığı gerilimi onun öykülerinde sıklıkla hissederiz. Öykü kişilerinin mutlak anlamda olumlu ya da olumsuz tipler olmaması da bu kıl payı ayrımla ilişkilidir.  Yüzeysel bakışlarla sınıflandırılabilecek kişiler yerine, okurun da katkılarıyla derinine inilebilecek karakterler çizmiştir. Bize o karakter hakkında her şeyi anlatmaz, onu gündelik hayatın içerisinde göstermekle yetinir. Rastgele seçilmiş bir an gibi görünse de, anlattığı çoğu  zaman öykü kişisinin hem kendi içindeki çelişkilerinin hem de başkalarıyla ilişkisinin su yüzüne çıkıp krize dönmek üzere olduğu bir andır. Ne var ki bu kriz de derinlerdedir, onu  sezebilmek için diyalog ve iç konuşmalarda verdiği ya da jest ve mimiklerde betimlediği  ayrıntıları dikkatle takip etmek gerekir. Okurun zekasına güvenen, onun katılımını arzulayan  bir yapı içerisinde kurar öykülerini. Altını çizeceğimiz cümleler azdır; bununla birlikte sıkça  hatırlayacağımız, ama tanımlamakta zorlanacağımız duygular kalır bize onun öykülerinden.

 

 

B. Nihan Eren:  “Eşinden, babamız diye söz eden hanımların” kendisini evdeki doldurulmuş kuşlara benzetecek kadar içi boşlukla tıkışmış kadınların yazarı Tomris Uyar. Rolünün altında rol çalamayacak kadar yorulmuş bütün karakterleriyle, anılarla bölünen andaki ayrıntıların zenginliğiyle bize asıl hikayenin, göstermediği, sezdirdiği yerde olduğunu anlattı. Alelade bir anın içinde hafifmişçesine anlatılmış bir ağırlık... Söylenmeden anlatılmış bazı duygular, kesitler, roller... Ve okuru, bu sezdirdiği yerde ani bir şaşkınlıkla baş başa bıraktı hep. Bir de onun, güvenlik ve konforla çevrelenme karşılığında özgürlüklerini veren kadınlarını severim en çok. Gitme arzularından duydukları suçluluk ve utancı... Harbiye dolmuşundaki oğlana değmekle değmemek arasında gidip gelen Köpük’ün sınıf atlamış ama tarhanayı da en iyi yapan olmaya devam eden karakterini. Bütün bu aradakalmışlık hikayeleri, okuduğum ilk andaki kadar yanıbaşımda duruyor hâlâ. Tomris Uyar’ın rollerle olan bu büyük derdi, öyküsünü bu kadar gerçek kıldı. Bir de dille kurduğu ilişki. Çünkü anlatımında birdenbire görünen ve birdenbire biten bir gerçek var. Okura kalansa hep hayret, acıma ve her şeye rağmen hissedilen ince bir umut oluyor.

 

 

Demir Özlü: Tomris Uyar’ın bir genç kız olarak bizim çevremize gelişini Fransa’da 20.yüzyılın ilk yarısında yazın dünyasında ortaya çıkan Roman Yazarı Colette’in görünüşüne benzetirim. Ülkü Tamer’le tanışmışlar, sonra Cemal Süreya onların arkadaşlık dünyasına girdi. Daha sonraki yıllarda da Turgut Uyar’la evlendi. Talimhane’de, sanırım Lamartine Caddesi’nde, Türkiye modernleşme döneminde yapılmış, küçük, ama çok sevimli bir evde oturuyordu. Çok görgülü, duyarlı bir insandı. Çok iyi modern öyküler yazmaya başladı. Toplumun çürümesinin tanığı oldu; ama öykülerinde kullandığı hayal gücüyle yazdıklarını bu çürümeden sakındı. Katıksız sağlam bir Türkçeye vardı. Denemeleri de öyledir. Çevirileri de, hem doğru, hem de çok güzeldiler. Görgülü bir İstanbullu olduğundan kentin yozlaşmasından acı çekerek yaşadı. Kuşağımızın bir çok yazarı gibi erken öldü. 12 Eylül döneminde yazdıkları içinden aldığım bir tümceyi bir öyküme koydum. Bu öykü “Prens Sabahattin Bey” başlığını taşır, Tomris o dönemde şöyle yazmıştı: “İnsan, içinde yaşadığı toplumdan tiksinerek intihar edebilir.”
Her dönemde okunacak bir yazardır. Öykücülükte de birçok biçimsel buluşun öncüsü.

 

 

Melida Tüzünoğlu: Tomris Uyar’ın öyküleri fotoğraf karelerinden oluşur; her güne, her saate, her dakikaya, bazen de her saniyeye bir kare fotoğraf düşer. Uyar, bu fotoğraflarda karakterlerinin izini sürer. Bir film olamayacak kadar durgun ve mesafeli ama yine de akışkandır öyküleri. Atmosfere hakim olan gerginlik bir olayın habercisidir, ama önce diyaloglarla tansiyon artırılır, realiteye giriş yapılır. Yaşamsal sıkıntı, Uyar’ın farkındalığıyla dilimlenir. Bütün değil bu dilimlenmiş parçalar sunulur okura. Yazar, cinsiyetler üstü diliyle okura cinsiyetçi dilin öykülerini anlatır. Duygusallık tuzağına düşmez, akıllı bir yazardır Tomris Uyar. Aktif, kendinden dışarı çıkmayı başarmış, farklı toplumsal katmanlar içinde gözlemleyen rolünü üstlenir isteyerek. Dili pek de yumuşak değildir ama saftır. Dizboyu Papatyalar’da şöyle der: ‘‘Söz gelişi ben kötüyüm. Söz gelişini laf olsun diye söyledim, kötüyümdür’’. Saf, sert ve nükteli dili kalabalıklarda ve karakterin etrafında gezinir. Bu gezinti eğlence ve haz için değil, bir antropolog gibi kayıt altına tutmak için yapılmıştır sanki. O katılımcı gözlemcidir, dili özgür, bakışları da keskindir.

 

 

Yusuf Nazım: Bir öykücü için geç mi yoksa? Otuzunda yayımanan ilk kitap. “Kırılganlığı ve soyluluğu” anlatan ipek, “Dayanıklı ve kullanışlı estetiğin simgesi” bakır. Birine uzak, öbürüne yakın. Yayımlandığında hemen dikkatleri çekmez öyküleri Uyar’ın. Değişik kurgusu, kalıpları zorlayan tarzı, deneyciliği, özellikle dilindeki farklılık. Ortalama 2-3 yılda yeni bir öykü kitabı… Hep bir deneysellik; cümleleri eğip bükmede takınılan özgür tutum, dil üzerinde oyunlar yapmada gösterilen cesaret! Bir yenilenme, kalıpsız yazma, içten gelen bir reddediş. Okuyucuyu kah şaşırtan, kah kızdıran; kendini yeniden ve yeniden okutan cümleler. Sözcüklerin özgürce kullanılışı. Kuralları, hiçe saymaktan, kalıpları yıkmaktan yana bir öykücülük. Çoğu okuyucuyu şaşırtan üslup, kimine göreyse faklı bir okuma tadı. Yanı sıra, dille kurduğu ilişkinin yarattığı sıkıntılar, yer yer eleştiriler alan bir öykücülük. Bazen yolculuklara çıkarır karakterlerini Tomris Uyar. Bir yaz yolculuğudur bu, biraz karamsar, biraz ölüm yüklü. Belki de vakitsiz yakalandığı hastalığın karamsar izleri bunlar. Bazen kendini (yazarı) katar öykünün içine, karakterlerle yüzleşmeler, sorgulamalar yapar. Öykücülükte yeni bir serüvendir belki, yapmak istediği. Hep cesur, hep gözü pek, hep özgürlükçü; tartışan, tartıştıran…

 

 

Menekşe Toprak: Bir olayı hikaye etmek değil, bir durumdan yola çıkarak bireye odaklanmak, bireyi çevreleyen atmosferden toplumsal olanı sezdirmek; Tomris Uyar’ın bana öğrettikleridir bunlar. Ev içlerini anlatır Tomris Uyar, gündelik yaşamdaki kent kadınını (Mesela yaşlanmış olduğuna inanmayan bir kadının katılaşıp esmerleşmiş karnına bakıp iç çekişini)… Küçük ve uyumsuz bireye büyüteç tutar.  Bu, büyük ve okkalı sözün büyüteci değildir kuşkusuz, aksine, cümlelerin birbirlerine ince ince ulanışıyla, özenle seçilmiş sözcüklerin hemhal oluşuyla, diğer bir deyişle iyi bir dil işçiliğiyle büyür öykü kişisi. Hâlâ bir okur olarak dil zevkine hasret kaldığımda, yazıda yolumu şaşırdığımda dönüp onun öykülerine bakarım. Tomris Uyar iyi bir edebiyat eleştirmenidir, dünya öykücülüğünü iyi tanıyan bir çevirmendir de aynı zamanda; ama yaşadığı toplumun gerçeğini göz ardı etmeden sürekli yeniliği arayan bir öykücüdür her şeyden önce. İpek ve Bakır adlı ilk öykü kitabında yer alan 1988 imzalı son söz mahiyetindeki makalesinde kendi kendine sorduğu şu soru onu en iyi anlatan cümledir kanımca. “Sürekli alabora olarak kötü şaşırtmacalar veren bir dil ortamında, bir kültürsüzlük kargaşasında yaşayacağını, toplumun sancılarına bir yurttaş olarak asla kayıtsız kalamayacağını, bu yüzden yazar-kanatlarını yeterince kullanmayacağını ve bundan da asla pişmanlık duymayacağını nerden biliyordun?”

 

 

Sezgin Kaymaz: Tomris Uyar için desem desem; “Can Yücel kadar dobra, William Faulkner kadar entelektüel, tabuları sarakaya alacak kadar neşeli, putları taşlayacak kadar cesur, şiir gibi bir şair, masal gibi bir hikaye yazarı.” der, bundan gayrısı beni aşar diye kekeleyip susar kalırım.