T24 - Sabreden derviş muradına ermiş... Derviş Eroğlu 1976’da tırmanmaya başladığı siyaset basamaklarının tepesine ulaştı nihayet. O artık KKTC Cumhurbaşkanı
Radikal gazetesinden Erdal Güven'e cumhurbaşkanlığını ve Kıbrıs-Türkiye ilişkilerine değinen Eroğlu ile yapılan söyleşi şöe:
1983’ten bu yana Ulusal Birlik Partisi’nin liderliğini yürüten, 1985-1993 ve 1996-2003 dönemlerinin başbakanı 72’lik siyasetçi, bugün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da katılması beklenen bir törenle yemin edip görevi Mehmet Ali Talat’tan devralacak.
Yıllardır siyasetin içinde bulunduğu için çözüm sürecine ilişkin tavır ve görüşleri gayet iyi bilinen biri Eroğlu; bilinmeyen, bu tavır ve görüşlerini toplum lideri olarak yürüteceği ‘başmüzakerecilik’ görevinde pazarlık masasına ne ölçüde yansıtacağı? Eroğlu’nun cumhurbaşkanı olarak çizeceği profilin gölgesi, Kıbrıs görüşmelerinin gidişatına, dolayısıyla Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin akıbetine ister istemez düşecek. Hal böyleyken önümüzdeki dönemin en önemli sorusu şöyle formüle edilse yeridir: Eroğlu, ‘Denktaşlaşacak’ mı yoksa ‘Talatlaşacak’ mı?
Biraz açmak gerekirse, Denktaş ilk gün ne diyorduysa son gün de özünde aynısını söylüyordu; sonuç itibarıyla Türkiye’nin Kıbrıs politikasındaki değişime ayak uyduramadığı için sahnenin dışına itildi. Talat ise radikal, idealist bir söylemden yola çıkıp, soldan geldiği toplum liderliğinde pragmatik, realist bir tavır almayı başarmıştı. Çözüme, bir çözümün gerekliliğine zaten inanmış bir lider olarak Talat çok da zorlanmadı aslında Ankara’yla uyum sağlamakta.
Soru işaretleri
Buna karşılık Eroğlu’nun çözüme, çözümün gerekliliğine ne kadar inandığına ilişkin soru işaretleri var. Hiç kuşkusuz, muhafazakâr, statükocu bir söylemden, sağdan geldi toplum liderliğine Eroğlu; çözümsüzlük harcına epey su katmış biri kariyeri boyunca. Yıllardır söylediklerinin, yaptıklarının biriktiği bir ‘siyasi bagaj’ı var. Bu ‘bagaj’ı başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına aynen taşıyacak mı taşımayacak mı? Denktaş gibi dün nerde duruyorsa yarın da orda mı duracak, yoksa Talat’ın izinden mi gidecek?
Eroğlu’yla önceki gün cumhurbaşkanı sıfatıyla ama henüz başbakanlıktaki ofisinde yaptığımız söyleşide bu soruya yanıt aradım daha ziyade. Seçim geride kalmıştı artık ve her ne olduysa, kim ne dediyse desin cumhurbaşkanlığı makamı beş yıllığına Eroğlu’na emanetti.
Öyle anlaşılıyor ki Eroğlu’nun niyeti ne ‘Denktaşlaşmak’ ne de ‘Talatlaşmak’; iki selefinin arasında bir yere konuşlandırıyor kendini kendi kafasında. İlk amacı çözümsüzlük politikasıyla özdeşleşmiş ‘imaj’ını yıkmak olacak gibi: “Adım çıkmış bir kere... Diyorlar ki, ‘Eroğlu, müzakere masasından kaçar.’ Nerden biliyorlar, ben hiç o masaya oturmadım ki...” Keyifle bir anektodunu anlatıyor: “BM Genel Sekreteri’nin son ziyareti sırasında bir kokteylde bir araya gelmiştik Hıristofyas’la. Sohbet ederken Talat geldi aramıza. Ben de Hıristofyas’a dedim ki, ‘Şu Talat aramızdan çekilse biz senle anlaşma yaparız.’ Hıristofyas şaşırdı tabii, Talat da başladı gülmeye...”
Nasıl bir Kıbrıs?
Evet artık Talat aradan çekildi ve yakında Eroğlu ile Hıristofyas baş başa kalacak. Ne yapacağını, nasıl yapacağını da konuştuk ama söyleşinin sonuna doğru şunu sordum kendisine: “Bugün oturacağınız koltuktan beş yıl sonra kalkarken geride nasıl bir Kıbrıs bırakmak istersiniz, nasıl bir Kıbrıs bırakırsanız kendinizi başarılı sayarsınız?” Yanıt iki şıklıydı: “Geriye baktığımda iki hedeften birinin gerçekleşmiş olması lazım. Ya bir anlaşma olacak; Kıbrıs Türk halkının burada onuruyla yaşayacağı ve devamlılık arz eden bir anlaşma... Kıbrıs Cumhuriyeti gibi üç yılda bozulacak bir anlaşma değil ama... Anlaşma AB’nin birincil hukuku olmalı. Tabii Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü şart. Ya da eğer bunu başaramazsak tanınmış bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hedefinin gerçekleşmesi lazım. Bugünkü haliyle değil tabii. Tanınmış, dünyayla bütünleşmiş bir KKTC.”
Peki ya Eroğlu’nun gönlünde yatan hangisi? “Öncelikle yukarıda saydığım koşullarda bir anlaşmayı tercih ederim. İlk etapta istediğimiz, müzakerelerin başarıyla sonuçlanması elbette.”
Evet, muhtemelen, mayıs sonunda o müzakereler için Hıristofyas’la masaya oturacak Eroğlu. Peki nasıl bir yöntem izleyecek? Talat ile Hıristofyas arasındaki görüşmeler, Birleşmiş Milletler’in çözüm parametreleri doğrultusunda çizilmiş bir çerçevede yürütülüyordu. Nedir o parametreler? İki toplumluluk, iki bölgelilik, siyasi eşitlik ve nihayet federal bir devlet. Talat ile Hıristofyas bu parametreler doğrultusunda altı başlıkta toplamıştı görüşmeleri: Yönetim ve Güç Paylaşımı, AB, Ekonomi, Mülkiyet, Toprak, Güvenlik...
“Müzakare başlıklarını değiştirmek gibi bir düşüncem yok” diyor Eroğlu. “Başlıklar masada. Ancak bildiğim kadarıyla Yönetim ve Güç Paylaşımı altındaki yargı dışında hiçbir başlıkta anlaşma yok. Zaten tüm konularda anlaşma olmadan hiçbir konuda anlaşmış sayılmaz taraflar. Nitekim, ortak bir açıklama bile yapamadı Talat ile Hıristofyas.” Doğru.
Eroğlu farkı
Peki ya parametreler? İşte o noktada Eroğlu, Talat’tan ‘fark’ını ortaya koyuyor: “BM parametreleri tartışılmaz diye bir kural yok. Allah kelamı değil! Önemli olan, o parametrelerin içinin nasıl doldurulacağı. Nasıl bir iki toplumluluk, nasıl bir iki bölgelilik, nasıl bir siyasi eşitlik? Tüm bunları tartışıp içini doldurmamız lazım.”
Parametreler ve başlıklar dışında bir de iki lider arasında yazılı mutabakat sağlanmış bir ilke var:
Tek egemenlik. Eroğlu’nun gönlünde iki egemen devletin kuracağı bir konfederasyon yattığı bilinir öteden beri. Nitekim, bir hayli eleştirmişti Talat’ı tek egemenliği kabul ettiği için. Şimdi masada tavrı ne olacak acaba? “Tek egemenliğin kabul edilmiş bulunması, bunu tartışmayacağımız anlamına gelmez. Talat da zaten, ileride tartışmak üzere, bu koşulla kabul etmiştir tek egemenliği. Üstelik Türkiye’nin de haberi yoktu. Hıristofyas’ı masada tutabilmek için yaptı bunu Talat.”
Yani? “Biz de tartışıp değerlendireceğiz.” Bu söylediğinden bugüne kadarki tutumunun aksine artık tek egemenliğe ilkesel olarak karşı çıkmayacağı sonucuna varılıp varılmayacağını merak ediyorum. Tek cümleyle yanıtlıyor: “Tartışmak mecburiyetindeyim.”
Ankara’yla ‘modus vivendi’
O tartışma yapılırken nelere dikkat edileceği henüz netlikten uzaktan. Bir kere Eroğlu müzakere heyetini oluşturmuş değil. Daha önemlisi AKP hükümeti ve Türk dışişleriyle bu konu da ele alınacak ama Eroğlu kendinden emin: “Bizim sayın Davutoğlu’yla uyum içinde olacağımızı söyleyebilirim.” Bir başka noktada da şöyle diyor Ankara’yla kafasındaki ‘modus vivendi’ye ilişkin: “Türkiye’yle karşı karşıya gelmek istemem.”
Müzakere sürecinde epey tartışma koparan bir konu da ‘çarpraz oy’du. Yani, Rum ve Türk cumhurbaşkanı seçimlerinde diğer toplumun belli oranda söz hakkının olması. Bu, Rumların önerisiydi. Türk tarafı yanaşmıyordu. Neden sonra bu yıl başında ‘çarpraz oy’u da içeren bir öneri paketi koydu masaya Türk. Rum tarafı, zaten öteden beri istediği ‘çarpraz oy’u kabul etti ama daha ziyade Türk tarafının lehine diğer önerilere karşı çıktı. Eroğlu’na göre, bu paket bir bütün. “Hıristofyas işine geldi aldı, gelmeyeni sulandırmaya çalışıyor. Dolayısıyla paket de öyle kaldı.”
Parametreler, ilkeler, başlıklar derken Kıbrıs meselesi ayrıntılarıyla boğabilir insanı. Öte yandan son günlerde Başbakan Tayyip Erdoğan, yıl sonuna kadar bir anlaşmadan söz etmeye başladı. O yüzden şunu sordum Eroğlu’na hazır söz Hıristofyas’a gelmişken. “Siz muhatabınızla birlikte gerçekten Kıbrıs sorununu çözebileceğinize inanıyor musunuz?” Eroğlu’na göre inanmak başka, yapabilmek başka: “Ben de yıl sonuna kadar bir anlaşma olmasını temenni ediyorum. Halk da yoruldu artık. Ben 1977’den beri takip ederim görüşmeleri. Bir de ‘Kıbrıs sorununu bilmez’ derler.
Ben yoruldum, çocuklarım yoruldu, torunlarım yorulmasın bari. Ama bu sadece bana bağlı değil, Hıristofyas’a da bağlı.” Ondan yana da pek umudu yok hızlı bir anlaşma için. “Rum tarafı yıl sonuna kadar bitirmez bu konuyu. Bugüne kadar gelinebilen nokta ortada.”
Bu noktada açık yanıt vermesini beklemesem de anlaşma için ne gibi ödünlere hazır olduğuna soruyorum Eroğlu’na. Mesela toprak konusunda. “Hangi başbakan, cumhurbaşkanı ‘Şu kadar toprağımı vereceğim’ der. Çok hassas bir konu bu. 1974’ün hemen sonrasında anlaşmak çok kolay olabilirdi. Seneler geçtikçe zorlaştı. Rumlar güneye gitti, buraya Türkiye’den gelenler oldu.
1975’ten beri bu topraklarda oturan, geleceğini bu topraklarda görenler var. Hatta çocuklarını bu topraklara gömen insanlar var. 35 sene sonra o insanları topraklarından etmenin zor olduğunu tahmin edersiniz. Dolayısıyla müzakere masasında bu konuyu iyice tartışmamız gerekir.”
O imzaladıktan sonra
Öte yandan şöyle bir ‘güvence’ vermekten de geri durmuyor Eroğlu: “Benim altına imza atacağım bir anlaşmayı halkım anında kabul eder...”
Başbakan Erdoğan’ın da seçim günlerinde dile getirdiği gibi Türk tarafı açısından önümüzdeki dönemde öncelik, ‘çözüme dönük kararlı duruş’un korunması. ‘Kazan-kazan’ yaklaşımının, ‘çöz-yaşat’ mantığının, ‘bir adım önde olma’ politikasının aynen devamı... Şunu söyleyebilirim ki Eroğlu, gayet farkında durumun. Yılların politikacısı olarak hiç kuşkusuz şunun da farkında Eroğlu:
Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’ye rağmen hükümet etmek, liderlik yapmak zordur. Bu farkındalıklar, Eroğlu’nun söylem ve icraatına yansıyacak mı yansımayacak mı? Bir yol ayrımında duran Eroğlu çözüm yoluna mı sapacak yoksa çözümsüzlük çıkmazına mı yönelecek? Göreceğiz.
Karşı taraf diklenirken esnenmez
Talat’ın hataları:
Birincisi, Annan Planı için yapılan referandumdan sonra Papadopulos’un uzlaşmazlığı bütün dünyada tartışılmaya başlamıştı. Ama Talat hemen masaya oturmayı kabul edince bu tartışma bitti. İşte bu, Türkiye’nin ve bizim Annan Planı’nı kabul etmekle elde ettiğimiz kazanımların kaybolmasına ve Rum tarafının uzlaşmazlığının unutulmasına neden oldu (Annan Planı’na ‘Hayır’ demiş Eroğlu’nun ‘Evet’in kazanımlarına dikkat çekmesi ilginç). İkincisi ise Talat’ın, müzakere masasına oturur oturmaz tek egemenliği, tek kimliği kabul etmesiydi. Müzakere masasında karşı taraf diklenirken sizin esnek pozisyonunda kalmanız, karşı tarafın daha çok taviz isteme arzusunu kabartır.
Vatandaşlık:
Türkiye’den gelen ve vatandaşlık alanlar bu ülkenin vatandaşıdır. Bunların müzakere edilmesini benimsemem. İnsan haklarına da ters düşer bu. Buraya 1974-1975’ten beri gelenler var. Çalışmış, aile kurmuş, vatandaşlık almış olanlar var. Ama bir de 10 -15 yıldır burada çalışma izniyle duranlar var. Çocukları burada doğmuş, okula gidiyorlar. Üniversite çağına gelmiş çocuklar hâlâ vatandaşlık bekliyor. Bunların prensip olarak vatandaş kabul edilmesi gerekir. Ama bizim başka bir presibimiz de var. Bugün geldi, yarın vatandaş olsun yok. Bir vatandaşlık seferberliği başlatacak da değilim. (‘Yeni vatandaşlıklara Rum tarafından gelecek tepkiyi önemsemiyor musunuz’ sorusu üzerine) Ben onlara kime vatandaşlık verdiklerini sormuyorum ki...
Limanlar meselesi:
Ortak politikamız belli. İzolasyonlar kalkarsa limanlar açılır. Bundan geriye gidilemez. Gidilirse Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımış olur ki Ankara’nın politikasında böyle bir şey yok. Maraş’ın bu amaçla takas edilmesi gibi öneriler söz konusu olamaz.
Taşınmaz Mal Komisyonu:
Bunu biz önerdik. Ama CTP işin içine iade ve manevi tazminatı da koyunca itiraz ettik. Kıbrıslı Türklerin de manevi tazminat hakkı var ama kimsenin gündeminde değil. Meclis’te kabul edilince Anayasa Mahkemesi’ne gittik. Ancak Anayasa Mahkemesi, bu komisyonu anayasaya uygun buldu. Biz de konuyu kapattık. Sonra AİHM de kabul etti bu komisyonu. Şu anda o komisyonu hükümet olarak biz çalıştırıyoruz. Daha yeni kaynak aktardık. Gerçi aynı AİHM kararında Türkiye işgalci olarak gösteriliyor...
Türkiye’nin seçimdeki tavrı:
Rakiplerim, her gittikleri yerde, ‘Türkiye bizi ister’ deyip durdu. Talat da Ertuğruloğlu da, istismar etti Ankara’ya gidiş gelişlerini, görüşmelerini. Ankara, KKTC’ye bir bütün olarak bakar. Kıbrıs Türk halkının genelini düşünür; kişilere göre yürütmez politikasını.
Denktaşlar:
Rauf Denktaş’a danışman yapacağım falan yok. Talat, kampanya sırasında diline doladı Denktaş’ın beni desteklemesini ama o desteği kendine çekebilmek için Denktaş’ı iki kez ziyaret etti Talat. Yine seçimde parti olarak beni destekleyen Demokrat Parti lideri Serdar Denktaş’ı da yanına alabilmek için üç kez ziyaret etti.