Gündem

"Tek başıma fabrikamda ne yapabilirim?' duygusundan çıkmak lazım; işçiler bir araya gelmeli"

"Her iş yerine krize karşı komite, komiteler arasında bağ kurulmalı"

17 Kasım 2018 12:59

Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından “Enflasyona karşı topyekun mücadele” programı hazırlanırken, vatandaşlar ekonomideki kötü gidişatı sofrasında ve yaşantısında birebir yaşıyor. "Krizin faturasının vatandaştan çıkarıldığını" ifade eden DİSK/Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan, işçilerin, "Ben tek başıma fabrikamda ne yapabilirim” duygusundan çıkması gerektiğini söyledi. Aslan, "Meselelerin farkında olan işçinin, kendi fabrikasında az çok kendisi gibi düşünen işçileri bulma ve onlarla bir araya gelmek, tartışmak gibi bir hedefi olmak zorunda" diye konuştu.

Sendika ve emek örgütlerinin “krizin faturasını reddetme” sloganıyla başlattığı mücadele topyekun bir karşı koyuşa dönüşecek mi? “Krizin faturası ödemeyeceğiz” sloganı nasıl hayata geçirilecek? İşçi ve emekçileri krizin yıkıcılığına karşı koruyacak başat talepler neler? Sınıf dayanışması nasıl örgütlenebilir? Kriz, işçiler arasında yaratılan kutuplaşmaya nasıl etki etti?

Evrensel'den Serpil İlgün'ün sorularını yanıtlayan Seyit Aslan'ın açıklamasından satır başları şöyle:

Krizin faturasının işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmasına karşı başlatılan mücadelenin nasıl ilerlediğine geçmeden önce, ekonomideki ağır tablo işçi ve emekçilere, yoksul halka nasıl yansıyor sorusuyla başlayalım. Emekçiler, nasıl bir faturayla karşı karşıya?

Hükümetin temel tüketim mallarına sistemli hale getirdiği zamlar başlı başına büyük bir faturadır zaten. Taze sebze-meyve fiyatları yüzde 50 artmış durumda. Bebek maması yüzde 70, yumurta yüzde 62, domates yüzde 141 oranında zamlandı. Doğalgaz ve elektriğe gizli zamlarla birlikte yüzde 50 zam yapıldı. Son bir yıl içinde binden fazla fabrikanın kapandı. Doğu ve güneydoğuda son bir yılda 100’e yakın işletmenin kepenk indirdiği belirtiliyor ki bu o bölge açısından çok büyük bir rakam.

6 milyon olan işsiz sayısına 1 bir yılda 550 binden fazla kişi eklendi. İŞKUR rakamlarına göre ise bir yıl içinde 1 milyon 200 bin kişi işsizlik maaşına başvurdu. Ki, kayıt dışı çalışan veya işsizlik maaşına hak kazanamayan yüz binlerce işçi olduğunu da hatırlayalım.

Bir diğer yanı da şu; işçilerin önemli bir bölümü zaten asgari ücret çalışıyor, bu yüzden de günde 12-13 saat mesai yaparak ücretlerini ancak 2500-2700’e çıkarıyorlardı. Şimdi fazla mesailer ortadan kalktı ve işçiler asgari ücretle baş başa bırakıldı. Zorunlu ücretsiz izinler dayatılıyor. Bütün bunları düşündüğümüzde ekonomideki krizin vergilerin artırılmasından işsizliğe, ücretlerin erimesinden hak gasplarına ve güvencesizleştirmeye bütün yükünün işçi ve emekçilerin sırtına yüklendiği net bir şekilde ortaya çıkıyor.

Durum böyleyken ekonomide sıkıyönetimin, hakları için mücadele eden işçilere karşı ilan edilmesi için ne söylersiniz?

Şurası açık; sermaye ve hükümet, krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek üzere el ele vermiş durumdalar, TÜSİAD’ından MÜSİAD’ına aynı tutumu sergiliyorlar. Toplam çıkarları söz konusu olduğunda sermayenin kendi arasındaki renk farkı, şuculuk buculuk hepsi ortadan kalkıyor. Bunu kriz sürecinde daha net görüyoruz. Mesela TARİŞ, burası bir kooperatif, yönetimin hepsi sosyal demokrat, ama işçilerin sendikalaşma girişimine karşı aldıkları tutum aynı; ‘Ben karşımda örgütlü işçi görmek istemiyorum’ diyor.

"Dayanışma"

Gerek 3. Havalimanı işçileri, gerek Flormar ya da TARİŞ işçileriyle gösterilen dayanışmanın bugün için nasıl bir anlamı var?

Havalimanı işçilerinin talepleri neydi; tahtakurularıyla yatmak istemiyoruz, ücretlerimiz düzenli ödensin, yemekler iyileştirilsin vs... Bu taleplerin haklılığını kim reddedebilir? Ama hükümet her kitlesel tepki de yeni bir Gezi mi geliyor, FETÖ’ün oyunu mu bunlar propagandası eşliğinde hemen en sert şekilde müdahale etme yoluna gidiyor. Cargill işçileri İstanbul’a yürüdüğü için gözaltına alınıyor ya da TARİŞ işçileri atılan 7 arkadaşına sahip çıkınca “Bu kıvılcım olur mu” kaygısıyla hemen sert bir şekilde saldırıyor, tutuklama gibi hukuk dışı yöntemlere başvuruyor. Böylece çalışma ve yaşam koşullarına karşı giderek büyüyen hoşnutsuzluğu bastırmaya çalışıyor.

"Her iş yerine krize karşı komite, komiteler arasında bağ kurulmalı"

Krizle birlikte ücreti küçülen, daha da güvencesizleştirilen örgütlü veya örgütsüz bir işçiyim. Fabrikamda, işyerimde nasıl hareket etmeliyim?

Bir kere “Ben tek başıma fabrikamda ne yapabilirim” duygusundan çıkmak lazım. Meselelerin farkında olan işçinin, kendi fabrikasında az çok kendisi gibi düşünen işçileri bulma ve onlarla bir araya gelmek, tartışmak gibi bir hedefi olmak zorunda. Bu olursa fabrikanın toplamına ilişkin bir plan söz konusu olabilir. İkincisi, bunu kendi fabrikamızla da sınırlamamalıyız. Yanımızdaki fabrikaların işçileri ne yapıyor? Bunu dert etmemiz gerekiyor kendimize. Mutlaka orada da aynı şekilde düşünen işçiler vardır, onlarla da tanışmalı, tartışmaları ortaklaştırmalı. Bunu yaparken işçilerin hangi partiye oy verdiğine bakmadan kutuplaşmayı kıracak bir tarzımız olmalı. Krize karşı işyerlerinde mücadele komiteleri oluşturabilir. Bunlar aynı zamanda diğer fabrikalarla da bağ kuracak örgütler haline gelmeli ki, ortak bir hareket yaratılabilsin.


Röportajın tamamını okumak için tıklayın.