Gündem

Tayfun Atay: Allah için değil de 'Reis' için mi okunuyor 'Ezan-ı Muhammedi', ne dersiniz?!

"Diyanet, sayende gidiyor din elden, dikkat et!"

01 Ağustos 2018 12:14

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay,  Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası, manidar şekilde ezan desibelinin yükseltildiği iddiasının olduğunu belirterek, "Acaba bir zafer tiradı nev’inden ve Allah için değil de “Reis” için mi okunuyor “Ezan-ı Muhammedi”, ne dersiniz?!" diye yazdı. 

"İntikam almaya takıntılı 'dinbazlık' geçer akçe" 

 Atay,  Diyanet'tin Ezanın belli bir desibelde ve bağıra bağıra değil, insanın içine huzur, dinginlik, ferahlık verecek şekilde okunmasına yönelik açıklaması olduğunu kaydetti. Yazar, "Herhalde dindarlığın değil, laiklikten intikam almaya takıntılı bir “dinbazlığın” geçer akçe olduğu yer ve zamanda ezan da hırs ve hınçlara kurban ediliyor?!.." dedi. Yazar Atay, Diyanet Vakfı’nın özel televizyon (“Diyanet TV”) kurma girişimini de gündeme getirdi. "Dini televizyona çekmek, dini 'çöpe atmak'tır"ifadelerini kullandı. 

Tayfun Atay'ın "Diyanet, sayende gidiyor din elden, dikkat et!" başlığıyla Cumhuriyet'te yayımlanan yazısı şöyle:

"Lise yerleştirme sonuçlarında imam hatiplere “tercih hezimeti” ile Diyanet Vakfı’nın özel televizyon (“Diyanet TV”) kurma girişimini işaret eden haber birlikte okunmalı. Bunlar küresel-dijital bir dinamizm ve motivasyonla akıp giden hayatımızın “kültürel cangıl”ında dinin, “din” diye diye nasıl canına okunduğuna ilişkin ibretlik hadiseler olarak karşımızda çünkü... 

İmam hatiplerin bu iktidar zoruyla hazin bir duruma sürüklendiğine ilişkin tablo yeni değil. Önceki yıllarda da işaret etmiştik, bu yıl da vahamet aynı ve dünkü Cumhuriyet’te Ozan Çepni kardeşimiz etraflıca ama tane tane aktarmış: İmam hatiplerde kontenjanların yarısı boş. İktidarın yüz milyonlarca lira ayırıp “dindar neslin kalesi” saydığı bu okullar toplumca tercih edilmiyor. Ve kimine göre 90 bin, kimine göre 180 bin civarında öğrencinin açıkta kaldığı sonuçlar, imam hatiplere “mecburiyet”i de bu öğrencilerin önüne koyuyor. 
Aklınca 1930’ların, 40’ların Türkiye’sinden “rövanş” almak isteyenlerin sosyolojik cahillikleri, değilse kayıtsızlıkları, imam hatip okullarını, dindar muhafazakârlar da dâhil olmak üzere toplumun bütün kesimlerinin “korkulu rüyası” yaptı. 
Şaka değil, halk arasında konuşuluyor, bana da aktarıldı; dersine çalışmayan çocuklar, imam hatiplerle “korkutulmakta” artık bu ülkede: “Bak, canımı sıkma, çalış derslerini, yoksa seni imam hatibe veririm.” Ya da “Sınavı kazanamazsan ne halin varsa gör, gidersin imam hatibe!..” 
Milleti bu noktaya getirdiler. Dinde zorlama olmaz gerçeğini; “Âlemlere rahmet” saydıkları Peygamber’in “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın” nasihatini hiçe saydılar.

Aynı minval üzere, toplumun dinine “düzen verme”ye memur kıldıkları Diyanet de kaş yapayım derken göz çıkartacak işlere girişiyor. Bunu da Sinan Tartanoğlu kardeşimiz haber olarak koydu önümüze: Başkanlığa bağlı Diyanet Vakfı bünyesinden çıkan bir anonim şirket, özel televizyon yayıncılığına başlıyormuş. Resmi kanal TRT Diyanet’ten sonra, bir de “özel” Diyanet TV huzurlarınızda! İslami inanç, ibadet, ahlâk esaslarını televizyonla aydınlatıcı şekilde topluma ulaştırmak amacıyla… 
Acaba nasıl oluyor da görmüyorlar dinin hâlihazırda ekranlarda düşürüldüğü içler acısı durumu ve bu işlere soyunuyorlar, ben de buna hayret ediyorum! Defalarca ve referanslar eşliğinde belirttik: Dini televizyona çekmek, dini “çöpe atmak”tır. Dinin “dünyevi bir eğlencelik” haline dönüştürüldüğü yerdir televizyon ekranları, stüdyoları, setleri… Din, kutsallık (“enchantment”) peşindedir; televizyon ise (eğitim değil) eğlence (“entertainment”) peşinde. Ve dinin televizyonla teşrikimesaisi, kutsallığın eğlenceye kurban edilmesinden başka bir sonuç vermez. 
Diyanet Vakfı’nı bilirim. Bünyesindeki İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) bu memlekete en büyük hizmetlerden biri olarak muazzam ve abidevi bir İslam Ansiklopedisi külliyatı kazandırmıştır. Böylesi nitelikli, saygın ve “hayırlı” meşgalelerden sonra şimdi televizyona bulaşmak, görsel kitle kültürü anaforuna onların da nasıl kapıldığını işaret etmekten öteye gitmiyor. Kaybeden, kurum olarak Diyanet, “anlam” olarak da dindir. “Araç” (TV) ise (Marshall McLuhan’ın dediği gibi “mesaj” olmakla da bağlantılı şekilde) kazanandır.

Bir de şu var: Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası, manidar şekilde ezan desibelinin alabildiğine yükseltildiğine ilişkin muhtelif tespitler, üstelik beş vakit namazını kılan mütedeyyin çevrelerden, eş, dost, hısım akrabadan geliyor. 

Acaba bir zafer tiradı nev’inden ve Allah için değil de “Reis” için mi okunuyor “Ezan-ı Muhammedi”, ne dersiniz?! 
Üstelik Diyanet, epey bir süre önce bu konuda bir karar da çıkarmıştı; ezanın belli bir desibelde ve bağıra bağıra değil, ahenkli, makamlı, insanın içine huzur, dinginlik, ferahlık verecek şekilde okunması yolunda. Ne oldu peki?.. Herhalde dindarlığın değil, laiklikten intikam almaya takıntılı bir “dinbazlığın” geçer akçe olduğu yer ve zamanda ezan da hırs ve hınçlara kurban ediliyor?!.. 
Peki, ezanın okunmadığı ama “bağırıldığı” bu durum karşısında insanlar ne yapıyor. İşte onu hiç sormayın! Ezanla aynı vakitte ekranda, mütedeyyin çiftlerin de fazlasıyla rağbet ettiği “Yaparsın Aşkım” yarışma programını izleyen bir vatandaş, televizyonun sesini duyabilmek için daha çok açtığı söylüyor mesela!.. 
İşte size bir “Yeni Türkiye” tablosu: Dışarıda yüksek volümde adeta bağıra bağıra okunan ezan; içeride ise televizyon ekranında “araba sevdası” yaşayan mütedeyyin bir “kapalı” kadının, rakibiyle kıyasıya yarışan kocasına, “Daha yükseğe zıpla Aşkım, olmuyor, hadi çabuuuuk” diye bas bas bağırışı!.. 
Sonuç mu? Şudur: Diyanet bugün bu memlekette özel televizyon falan açarak değil, insanın içini kâinata açacak bir huzur melodisi gibi ezan okutup, onu dinlemek için televizyonun sesini kıstırtabildiği noktada dine hizmet eder. 
Yoksa ey Diyanet! Sayende gidiyor din elden, dikkat et!.."