16 Eylül 2017 14:58
Yeşilçam'ın sevilen oyuncusu Tarık Akan, bugün (16 Eylül 2017) vefatının birinci yıl dönümünde ailesi, dostları, meslektaşları ve sevenleri tarafından mezarı başında anıldı.
Akciğer kanserine yakalanan Yeşilçam'ın unutulmaz filmlerinin sevilen oyuncusu Tarık Akan, bir yıl önce tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetmişti. Akan, ölümünün birinci yılında gömüldüğü Bakırköy'deki mezarlıkta anıldı. Ünlü aktörün sevenleri ve ailesi sanatçının mezarına kırmızı karanfil bıraktı.
Anma törenine Akan'ın hayat arkadaşı Acun Günay, oğulları Barış Üregül, Özgür Üregül, kızı Özlem Üregül, sanatçı Rutkay Aziz, DİSK Başkanı Kani Beko, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, Bakırköy Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu, yakın dostları, sanatçı arkadaşları ve sevenleri katıldı.
Tören başladığı sırada mezarın başına gelenler, Akan'ın kabrine kırmızı karanfil bıraktı. Hayat arkadaşı Acun Günay da bu sırada gözyaşlarına boğuldu. Oğlu Barış Üregül mezar başında yaptığı açıklamada, "Babamı seven, babamı gençken izleyen, posterlerini duvarlara asan yüm Türk halkına babamın sevgisine sevgiyle karşılık verdikleri için çok teşekkür ediyorum" dedi.
Anmada konuşan Kani Beko, "Bizim de arkadaşımızdı dostumuzdu. Kardeşimizdi. Ağabeyimizdi. DİSK'e çok sık gelen sanatçı arkadaşlarımızdan biriydi. Tarık bizim için çok kıymetli. Çok önemli bir insandı. Türkiye işçi sınıfının, dünya emek hareketinin bir dostuydu. Toprağa değil, milyonların kalbimine gömülmek önemli. Tarık Akan gibi. Işıklar içinde yatsın. Toprağı bol olsun" şeklinde konuştu.
Akan'ın 52 yıllık arkadaşı Zeki İrfanoğlu ise, "Geçen sene 15 Temmuz gecesi saat 10.00 gibi Tarık telefon açtı bana. 'Ne yapıyorsun?' dedi. 'İyiyim sen ne yapıyorsun' dedim. Kemoterapisi vardı o gün. Ben de onu sordum. 'Beni bırak sen. Küfür etti bana. Vatan elden gidiyor sen beni soruyorsun' dedi" ifadesini kullandı ve gözyaşlarına boğuldu.
Rutkay Aziz de yaptığı konuşmada, "Bu ortak kavgamızdı. DİSK'in kavgasıydı. Emekçinin kavgasıydı. Yaşanılan tüm bu iftiralara, yolsuzluklara, adaletsizliklere, hukuksuzluğa rağmen biz bu umutla adalet yürüyüşünü sürdürmek zorundayız. Bunun için de emekçinin yanında olmakla yükümlüyüz. Bu doğrultuda hep beraber adalet nöbeti tutuluyor. Buradaki tüm dostlarımızı oraya bekliyoruz" dedi.
1949’da İstanbul’da doğdu. Babasının görevi nedeniyle Anadolu’dabüyüdü. Babası albaylıktan emekli olduğunda, evi geçindirmek için düğün salonunda müdürlük, Ataköy Plajı’nda cankurtaranlık, sandalcılık, bilet karaborsacılığı yaptı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yüksek makine mühendisliği okurken gündüzleri kâğıt işportacılığı yaptı, geceleri üniversiteye gitti.
1971’de Ses mecmuasının açtığı yarışmaya “üçüncü bile gelsem beş bin lira alırım” umuduyla girdi ve birinci seçilerek filmlerde oynamaya başladı. Bu arada gazetecilik öğrenimi gördü. Film tekniği konusunda Ertem Eğilmez, oyunculuk konusunda Vasıf Öngören’den çok şey öğrendi. Başlangıçta romantik jön rollerinin aranan oyuncusu oldu; bu dönemde hafif güldürülerde de rol aldı.
1970’lerin ikinci yarısından başlayarak, Şerif Gören, Atıf Yılmaz, Yavuz Özkan, Zeki Ökten gibi yönetmenlerin, toplumsal sorunların ağırlıkta olduğu nitelikli filmlerinde oynadı.
Bunlar arasında “Maden” (1978), “Pehlivan” (1984), “Sürü” (1978), “Adak” (1979), “Yol” (1982), “Çözülmeler” (1993), “Yolcu” (1993), “Eylül Fırtınası” (1999), “Hayal Kurma Dersleri” (1999), “Gülüm” (2003) sayılabilir.
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde dört kez En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazanan Tarık Akan, “Pehlivan”daki oyunuyla da 1985 Berlin Film Şenliği’nde Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü.
Tarık Akan'ın kızı Özlem Güregül:
Peki ya o vatan sevgisi?...
Kendini eğitmek nedir, bilir misin? O dolup taşan kitaplıklar, okumaktır, o durmayan bilgi akışıdır
Öğrenmeye olan merakındır, belki de...
Bir stratejidir hayatta dostlar edinmek, seninle birlikte korkusuzca aydınlığa sesini duyurandır o dostlar..
Belki de ahbaplıklar kurmaktır düşü ncene düşü nce katacak. Belki bazen, sadece koltuğa uzanıp, düşü nmek...
Peki ya durmadan çalışmak? Onca film, şö hret yetmez ki...
Yaşamak, hayatta en değer verdiğin şeyi yapmak istersin..
Eğitim hayatta her şeydir deyip, yurduna aydın insanlar yetiştirmek için, çalışmak istersin... Sonra, hayatın monotonlaşmasına izin vermemektir...
Mesela 60’ında bile çok sevdiğin vatanının değerini anlatmaktır belgesellerle. Afrodisyas’ı, Köy Enstitüleriyle eğitimin önemini, Anadolu’da Romalıların Ayak İzleri’yle topraklarının değerini anlatmaktır... mesela... Peki ya o vatan sevgisi?...
Sevmektir bir kere işin aslı, yurdunu yaşamak, gezmek, toprağını, kültürünü, insanını sevmektir işin aslı. Eşitlik için adalet için ses vermektir, öncü olmaktır,
...mesela...
Peki ya sevgi? Hem de öyle bir sevgi ki o İnsanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de hayatta en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde ...
***
Şimdi onlar yeşille mavi, deniz ve güneş, Anlatacak onca şey, Sofrada kadehinde binlerce düşü nce, rakısında keskin mavi gözler, konumuz ise Türkiye ...
Tarık Akan'ın oğlu Barış Z. Üregül:
Kaya gibi sağlam, korkusuz bir idoldü benim babam
Babamın vefatının birinci yılında size biraz babamdan bahsetmek istiyorum. Geçen sene bu zamanlar babamın cenazesinde çektiğim dayanılmaz acının arasında şunu gördüm; babamın canından çok sevdiği Türkiyesi ne mutludur ki babamın sevgisine sevgiyle karşılık verdi. Türkiye Tarık Akan’ı önce yakışıklı jön olarak daha sonra düşenin, ezilenin yanında olan kaya gibi sağlam, korkusuz bir idol olarak tanıdı. Ben ve kardeşlerim için babam bunların yanı sıra yumuşak kalpli, çok sevgi dolu bir baba ve hayatımız boyunca bize yol gösterecek bir ışıktı ve böyle kalmaya da devam edecektir.
Herkesin babası bir derece onun çocukluk kahramanıdır, hayatın getirdiği binbir zorluğa karşı, gaddar ve kalpsiz kötü insanlara karşı onu korur, kol kanat gerer. Babam benim kahramanımdı. İlkeli bir insanın aslında ne kadar sevecen ve ne kadar yumuşak kalpli olabildiğinin bir kanıtıydı babam. Babaannem anlatırdı babam daha 7-8 yaşlarında Kayseri’de bir köyde yaşıyorlarmış, babam bir gün köyün tozlu yollarında yürürken yaralı, kan ve pislik içinde bir kedi görür. Hiçbir çekinme olmadan hemen kediyi koynuna alır eve koşar, sıcak suyla kediyi yıkar, yaralarına pansuman yapar ve haftalarca kendi eliyle besleyip güçlendirir, o kediyi yaşatır. Babam hayatı boyunca hep böyle kaldı, onun o büyük kalbi tüm canlılar için, tüm haksızlığa uğrayanlar için çarptı.
Türk insanı tarih boyunca düşenin, ezilenin yanında durmuştur, bu yanıyla babam sanki bu toprakların vicdanının vücut bulmuş haliydi. Babam son nefesine kadar bu ülkenin yükselmesi, güçlenmesi, daha adil olması için çalıştı. Sadece kendi çocukları değil Anadolu’nun köyündeki insanların çocuklarının da daha özgür olması, Avrupa’daki çocuklardan bir eksikleri olmaması için aydın düşünceyi ve eğitimi yaymaya çalıştı. Ben bir evlat olarak daha iyi bir baba hayal edemiyorum. Yaydığın aydınlığın içinde rahat uyu babam.
Acun Günay:
Sen gittin ben bittim
“Ne diyebilirim ki... Öncesi yok... Sonrası yok... Meğer Acun demek, Tarık demekmiş. Acun’un tüm dünyası Tarık’mış... Aklımda, dilimde bir tek şu cümle var: ‘Tarık sen gittin; ben bittim’... Duygularımı ancak bu sözlerle ifade edebiliyorum.”
Tarık Akan'ın oğlu Özgür Üregül:
Özlemin artıyor
1 yıl geçmiş. O kadar çok insanın hayatına dokunmuşsun ki her gün yeni birinden yeni bir hikaye duyuyorum. Hiçbirinde beni şaşırtmıyorsun. Çünkü biliyorum ki yaşama arkasından baktığın ve hiç çıkarmadığın bir sevgi gözlüğün vardı. Bana bıraktığın en özel şey de herkesin bu gözlükle baktığı bir dünyanın hayali oldu.
Babamın yanında hayranı olduğum adamı da kaybettim. Acısı belki bir gün geçecek ama özlemin her gün artıyor.
Rutkay Aziz:
Tarık’ın o gülen yüzünde dünyanın tüm ışıkları...
Benim Bakırköylü, devrimci, canımın içi arkadaşım... Onunla hep ilkeli, onurlu ve gurur duyduğumuz bir kavganın içindeydik. Çünkü emeğin kutsallığına inandık ve hep emeğin yanında yer aldık. 1984’te Aydınlar Dilekçesi’ne imza atarken beraberdik, Barış Derneği davasında birlikte yargılandık, 1 Mayıslarda kol kola yürüdük... Tekel işçilerinin yanında olduk... Ve DİSK’i hiç yalnız bırakmadık... Ve Nâzım Hikmet Vakfı’nın bir neferi olmanın mutluluğunu yaşadık.
O, üç kişiye sevdalıydı. Mustafa Kemal, Nâzım Hikmet ve İlhan Selçuk! Eğer yaşasaydı, Cumhuriyet’e yapılanları gördüğünde sabah sabah bana telefon edecek; “Rutkay’ım hadi gidelim!” diyecekti. Ve biz birkaç gün önce yine Silivri yollarına düşecek; o mahkemeye benzemeyen mahkeme salonunda olacaktık. Ve biz Cumhuriyet Gazetesi bahçesinde dostlarla buluşacak, tüm hukuksuzluğa, adaletsizliğe nefretle haykıracaktık. Adalet yürüyüşü, Adalet Kurultayı, adalet Nöbeti’nde bizim insanlarımızla birlikte omuz omuza ilerleyecektik. Çoktan ölümsüzlüğe koşan can arkadaşım Tarık’ın o gülen yüzünde dünyanın tüm ışıkları yanıyor. Ve hep yanacak...
Müjdat Gezen:
Duruşundan ödün vermedi
Ben Tarık’ı iyi, ilkeli, Cumhuriyetçi bir insandan öte, iyi bir arkadaş olarak da görebiliyorum. Yazları Bodrum’daki evinin yanındaki otelde birlikte geçirdiğimiz zamanlarda muhabbeti, dostluğu, kardeşliği bambaşkaydı. 12 Eylül döneminde Almanya’dayken yaptığı konuşmayı burada yalan yanlış yazdılar. Almanya’dan dönüşte uçakta beraberdik, evde beraber polislere çay yaptık. Daha sonra şahitliğini de yaptım. Abuk subuk dönemler yaşadık, ama hiçbir zaman duruşundan ödün vermedi. Onun cenazesinde neler yaşandığını görenler, utanma duyguları varsa utanmışlardır diye düşünüyorum.
Ataol Behramoğlu:
Tarık'ımız
Tarık Akan’ın bir eylem adamı, bir aydınlık savaşımcısı olarak, kişisel varlığıyla artık aramızda olmayışı yeri doldurulamayacak büyüklükte bir kayıptır.
Pek çoğunda birlikte olduğumuz eylemlerdeki Tarık Akan’ın yokluğunu en derin bir acıyla, giderilemez bir yoksunluk duygusuyla hissediyoruz. Onu, Silivri mahkemesi ve cezaevi denilen cehennemin önündeki bariyerleri omuz vuruşlarıyla yıkarken gösteren fotoğraf, en az filmlerinde canlandırdığı karakterler kadar uzun ömürlü olacak. Orada bayraklaşan, efsaneleşen ve bence ölümsüzleşen bir Tarık Akan var. Böyle bir fotoğraf karesinin kahramanı olmak, şu dünyada gelmiş geçmiş çok az sanatçıya nasip olacak, hiçbir sanatsal başarının ulaşamayacağı yücelikte bir gerçekliktir.... Onurlu ve kararlı duruşuyla bambaşka bir güven duygusu estirdiği eylemler onsuz kalmanın kederini yaşıyor... Sevgili Tarık’ımızı, yoldaşımı, kardeşimi; hiç eksilemeyecek, küllenmeyecek, sevgimle kucaklıyor; Türkiyemiz için, çocuklarımızın aydınlık geleceği için bütün eylemlerimizde onunla hep omuz omuza olacağımız duygusuyla yokluğuna alışmaya çalışıyorum.
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın anma mesajı:
Değerli dostlar, Ülkemizin büyük sanatçısı, aydınlık yüzü, arkadaşımız Tarık Akan’ı şu günlerde ülkece yeniden anıyoruz. Ülkesinin büyük bir sanatçısı olabilmek, kimi zaman kişisel hünerlere ve yeteneğe, kimi zaman da tarihsel ve toplumsal koşulların davetiyle gerçekleşir. Tarık Akan sinema yoluyla ülkeyi ve dünyayı anlamanın ve anlatmanın derdine düştü. Yaşadığı çağın sanatçısı olmak böyle bütünlüklü bir eylemden geçiyordu.
Onun halkından ve ülkesinden yana militan sanatçı tavrı, el attığı, içinde olduğu her işte, her eylemde kendini gösterdi. Okul mu kurdu, en iyisini yapmak istedi, Nâzım Hikmet Vakfı’nın kuruluşunda ve bugünlere gelmesinde en büyük paylardan biri onundu. Belgeseller çekmek istediğinde ülkesinin tarihine, kültürel varlığına sahip çıkan işlere girişti. Mustafa Kemal Atatürk ve Nâzım Hikmet, her şeyden üstün tuttuğu iki yol göstericisiydi.
Bizler, onu tanıma ve birlikte çalışma şansına sahip olan arkadaşları, onun kişiliğinde hep doğruluğun, dürüstlüğün, hayat karşısında onurlu duruşun örneklerini izledik; hayatın neşesini, coşkusunu birlikte yaşamanın tadıyla büyülendik. Tarık Akan, büyük sanatçı özelliklerini iyi bir insan olma özelliğiyle de birleştirebilmiş, bulunmaz güzellikte bir kişilikti. Onu bugün olduğu gibi nice yıllar boyunca, ülkemiz güzel günlere kavuştuğunda da yine hep birlikte anacak, yaşatacağız.
© Tüm hakları saklıdır.