Halil Berktay
(Taraf, 17 Ekim 2012)
Kavgaymış; girsem mi acaba
Nâzım şöyle diyor bir şiirinde : Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden, / büyük kavgada / açık ve endişesiz / girdim safa.
Çok bilinen mısralardır. Çok da benimsenir. Epik bir duruşu, bir bravado’su vardır. Üzerinde durulmayan yanlarına işaret edeceğim. Kavgaya ne kadar düşkünüzdür, bir (Dost dost ille kavga). Özel olarak sol, sol-içi kavga seyretmeye ne kadar düşkündür, iki. Nihayet üç, Hamlet’te Kraliçe Gertrude’un “bana kalırsa hanımefendi fazla itiraz nümayişinde” (Methinks the lady doth protest too much) demesi gibi, bana kalırsa Nâzım’ın beyanı da, gerçekte kafasının “nida ve sual işaretleri”yle ne kadar dolu olduğunu ve o tereddütleri kovalamak için, karanlıkta ıslık çalarcasına bu kadar yüksek sesle konuştuğunu yansıtmaktadır.
Her neyse. Benim söyleyeceğim iki şey var bu tartışma hakkında. Birincisi daha önemsiz; konuya ilişkin kendi tavrımla ilgili. Ben daha çok Ahmet Altan ve Markar Esayan’ın yazılarında somutlanan politik duruşa yakınım. Bu dönemde ve şu koşullar içinde; AKP’nin yönelimi ve özellikle Başbakan Erdoğan’ın bu yönelime damgasını vuran söylemi ve icraatı karşısında, demokrasi, özgürlükler, Kürt meselesine çözüm ve Suriye’yle savaşa girmemek gibi noktalarda (ya da bu ölçütlerle) “sert” denen türden muhalefet yapmaktan yanayım. Çünkü aynen Markar Esayan’ın izah ettiği gibi, niyetlere değil olgulara bakmak gerektiğini düşünüyorum. Yıldıray Oğur’un, Gürbüz Özaltınlı’nın, Alper Görmüş’ün, Melih Altınok’un bazı analizleri haklı olabilir. Özetle, AKP’nin tükenmediğini, hâlâ ileri adımlar atabileceğini ve hele Kürt meselesinde atmasının beklenmesi gerektiğini söylüyorlar (ya da ben öyle anlıyorum).
Doğru, bu kadarına ben de katılırım. Daha genel olarak, yakın geçmişte “AKP’nin barutunun tükenmesi” diye bir şey olmadığını yazmıştım (Devrim, Dersim, normalite: 3 Aralık 2011). Demiştim ki bu, Marksizmin “burjuva devrimleri” paradigmasından türeyen bir metafordur. Buna göre, “burjuvazi” devrimde bir yere kadar gidebilir; sonra yorulur, korkar ve daha ötesine geçemez. O yazıda, “anormal siyaset”ten türetilmiş (ama bu kökeninin her zaman farkına varmadığımız) bu metaforu, “normal siyaset” alanına taşımamak ve şu veya bu siyasî partinin artık bittiğine o kadar kolay hükmetmemek gerektiğini savunmuştum. Hâlâ da bu fikrin yanında duruyorum.
Ne ki, niyetler ve olgular gibi, analiz ile politik duruş veya tavrın da farklı olduğu kanısındayım. Analitik açıdan, AKP’nin çoğalan eksilerinin yanı sıra tamamen silinmemiş olabilecek artılarına da işaret edebiliriz (ki, CHP ve MHP’yle aynı kefeye koymayalım). Öte yandan, niyetlerinin ne kadar iyi olabileceğini tekrarlayarak, onu iyi yöne, gitmesini arzuladığımız yöne sevk edebilir veya iteleyebilir miyiz ? Bundan çok şüpheliyim. “İyi niyet”lerini okşayarak değil; saydığım dört beş alanda ve o ölçütler açısından bütün “ihlâl”lerini ancak gayet net ve sürekli bir şekilde eleştirerek, olumlu yönde etkileme şansımızı koruyabiliriz. Niyetlerine kredi açıp fazla yumuşak davranmak ise, iyice gevşeyip rahatlaması ve sol demokratları da kafaya alıp dikensiz gül bahçemi kurdum sanmasından başka sonuç veremez.
Yeter ki eleştiri ölçütlerimiz doğru olsun; altını çiziyorum, burada mesele eleştiri dozunun “sert” veya “yumuşak” olduğu değil, hangi ölçütler açısından yapıldığıdır aslında. Böyle baktığımızda, evet, benim de var Ahmet Altan’a bir eleştirim. Bu, son birkaç ayda Suriye hakkında yazdıklarıyla ilgili. Başyazılarında (a) Beşşar Esed diktatörlüğüne karşı çıkmak ve (b) modernist devletçi solculuk adına onu destekleyenleri (CHP ve benzerlerini) eleştirmek gibi iki çok doğru tavır ile (c) AKP’den Suriye’ye karşı hayli muğlak bir “sertleşme” talep ve belki doğrudan müdahale imâ etmek gibi bir hatâ arasındaki sınırı her zaman doğru çizemediği kanısındayım.
Örneğin şu düşürülen (ve nasıl düşürüldüğü hâlâ da tam anlaşılamamış) uçak konusunda Taraf’ın editoryal tavırları, maalesef biraz yangına körükle gitmek gibi oldu. Orada hayli tuhaf ve karışık bir olay olduğu belli. Galiba bizim gazete, birincisi, Esed yönetimine tepkisi bağlamında ilk başta Dışişleri’nin resmî açıklamalarına fazla inandı. İkincisi, bu temelde hükümeti “bir devlet böyle mi davranır” kabilinden eleştirmeye girişti. Üçüncüsü, biraz ilk ikisiyle çelişir şekilde de olsa, Uludere katliamı ile fazla basit bir paralel kurdu. “Çok net bir gerçek var; bunu biliyor ve saklıyorlar; derhal açıklasınlar” havasına fazla girdi oysa son teknik raporlardan sonra, gerçekten basit ve hemen bilinebilecek bir şey olmamış olduğu pekâlâ ortaya çıktı.
Ne ki, Taraf’ın (bu üç nokta arasında bütün gidiş gelişleriyle birlikte) düşen uçak yayınından akıllarda kalan, devletin ve/ya hükümetin Suriye karşısındaki “zaaf”ının şiddetle eleştirilmesi oldu. Bu da bir kısım okuyucuda, gazetenin hükümeti eleştirmek için eleştirdiği izlenimini yarattı. Bu yoruma katılmıyorum ama bu izlenimin nasıl doğduğunu kişisel çevremden biliyor, görüyorum. Ve kendi payıma, buralarda doz aşırılığının değil, olayın akışı içinde hem de birkaç ölçüt kaymasının söz konusu olduğu kanısındayım.