Fenerbahçe’nin Dereağzı’ndaki tesislerindeyiz. Sıradan bir idman değil, bir final maçındayız sanki. Fenerbahçe Ülkerli basketbolcu Mirsad Türkcan almış eline topu, diğer oyuncuların arasında dans ediyor adeta. Ve Mirsad’ın takımı galip geliyor. Normal sonuç, çünkü o idmanda bile kaybetmeyi kabul etmiyor.
“Merhaba” diyor elini uzatarak. 2,05 metrelik dev adamın avunun içinde kayboluyor elim.
1 buçuk küsur metre boyumla kendimi yanında bir “Liliput” gibi hissetmeden edemiyorum...
Hırslı, çalışkan, takımı ve taraftarı ateşlemeyi iyi bilen bir oyuncu Mirsad Türkcan. Sadece Fenerlilerin gözünde değil, Avrupa’nın gözünde de “bir numara” o. Geçtiğimiz günlerde Euroleague Top 16 maçlarının en değerli oyuncusu (MVP) seçilen Türkcan, böylece “Avrupa’nın en değerli oyuncusu” unvanını elde etti çünkü. Üstelik bu unvanı üçüncü kez yakaladı ve Litvanyalı unutulmaz Sabonis’i geride bırakıp rekoru ele geçirdi.
Ancak hiçbir şey ailesinin önüne geçemiyor. Zaman zaman mutfağa da giren ribaunt kralının en iyi yaptığı yemek ise omletmiş! Yeğeni, yani kız kardeşi Emina ve Mustafa Sandal’ın çocukları Yaman ile de çok iyi anlaşıyor. Aralarındaki tek sorun ise minik yeğenin koyu Beşiktaşlı olması...
Avrupa’nın en iyi oyuncusu olmak nasıl bir his?
Çok güzel ama bu benim başıma ilk kez gelmiyor. 2001’de Moskova’da, 2003’te da İtalya’da oynarken bu başarıyı yaşadım. Fenerbahçe forması altında bunu yaşamak bana apayrı bir sevinç verdi. 1991’de Türkiye’ye geldiğimde Fenerbahçe’ye âşık oldum. Hem Fenerbahçe hem de Avrupa ligi tarihinde ismimin bu şekilde yer almasından dolayı çok mutluyum.
Bu başarıyı beş yıl erken yakalamış olsaydınız kariyerinizle ilgili ne gibi değişiklikler yapardınız?
Hiçbir değişiklik yapmazdım. Çünkü ben hayatımdan, kariyerimden ve oynadığım takımdan memnunum. Hatta 33 yaşında bu başarıyı elde ettiğim için daha da mutluyum. Çünkü pek çok insan “Mirsad artık yaşlandı, yavaşladı” gibi şeyler söylüyor. Ben onlara bu başarıyla en güzel cevabı verdim. “Bu yaşa rağmen” başardım.
“Yanlış zamanda yanlış yerdeydim”
Bir NBA hayaliniz var mı?
Yok. Hayalimdeki takım Fenerbahçe’ydi. Moskova’da oynarken bunu Aziz Yıldırım’a da söylemiştim. NBA’de 1998-99 yıllarında oynadım zaten. Biraz erken gittim ama. Bir oyuncunun doğru zamanda doğru yerde olması lazım. Ben yanlış zamanda yanlış yerdeydim. Sabredip orada kalmadım. Belki 1-2 yıl bekleseydim orada başarılı olurdum. Ama yine de pişman değilim. Halimden çok memnunum.
“Ribaunt kralı olarak tanınacağıma sayı kralı olsaydım” dediğiniz oluyor mu? Çünkü ribauntun kıymeti aslında pek bilinmez. Bu iş “hamallık” olarak görülür, sayı yapmak pek çok insan için daha önemlidir.
Kesinlikle hayır. Çoğu insan sayı yapma peşindeyken ben ribaunt aldığım zaman kendimi daha iyi hissediyorum. Ribaunt değersiz değil, aksine çok önemli bir şey. Bir takım ribaunt yapmadığı zaman yüzde 95 kaybeder. Bence ribaunt alabilmek sayı yapmaktan çok daha önemli ve zor. Çünkü sadece sıçramak değil, sıçramadan önce pozisyon alma, zamanlama gibi hesaplar yapmak, bir mücadele vermek lazım. Buna gerçekten “hamallık” diyebiliriz. Çünkü zor iş, herkes yapamaz. Gençler tabii ki daha çok sayı yapmak istiyor. Ama akıllı çocuklar hem ribaunt hem de sayı yapma peşinde.
Bu kadar başarılı olacağınız aklınıza gelir miydi?
Evet. Ben okulda spora voleybolla başladım, daha sonra basketbola geçtim. Okulun takımı çok başarılıydı. Bir maçta 25 ribaunt almıştım. O dönemde basketbolla ilgili hayaller kuruyordum. Ancak 1991-92 yıllarında Yugoslavya’da hayat zordu. Savaş vardı. Bütün akrabalarımız, özelikle babamın akrabaları Türkiye’de yaşıyordu. Ben de o dönem Türkiye’ye yerleşme kararı aldım.
“Savaşta zarar görmedik, yırttık”
Savaştan etkilendiniz mi?
Bizim yaşadığımız bölgede, Bosna ya da Kosova’da olduğu gibi savaş olmadı. Bu nedenle yırttık diyebilirim. Ama çok büyük baskı ve gerginlik vardı üzerimizde. Bu psikolojiyle yaşamak çok kötüydü. Stres altında yaşadık hep. 100 kilometre ötemizde savaş vardı çünkü. Fakirlik, açlık yaygındı. Çok şükür savaşa giden ya da savaşta kaybettiğimiz yakınlarımız olmadı.
Türkiye’ye geldiğinizde en büyük eksiğiniz neydi?
Hiç Türkçe bilmiyordum. Ama şimdi Yugoslavya’ya gittiğim zaman Türkiye’yi özlüyorum. Bugün Sırbistan’da bulunan Novi Pazar’da doğdum. Oraya sık sık giderim.
“Yugoslavya” artık yok. Ama siz hâlâ doğduğunuz topraklara “Yugoslavya” diyorsunuz. Eski günler daha mı iyiydi sizce?
Evet, benim çocukluğumda hayat daha iyiydi. Daha sonra çıkan savaşlar her şeyi değiştirdi. Bir geçiş dönemi yaşandı. Ancak şimdi yavaş yavaş yaşam düzeliyor.
Buraya geldiğinizde yabancılık çektiniz mi? Basketbolla, çevreyle, insanlarla ilgili neler düşündünüz?
Hiç yabancılık çekmedim. Kendimi evimde hissettim. Zaten Novi Pazar’da yaşarken de biz kendimizi Türk hissediyorduk. Oraya gittiğiniz zaman kendinizi Adapazarı’nda hissedersiniz. Her şey çok benzer.
Başarınızın sırrı ne? En büyük destekçileriniz kim?
Çok çalışkanım. Ayrıca kondisyonerim Radoman Scekic, bu kadar başarılı olmamın en büyük mimarı. Basketbolla yatıp kalkıyorum. 33 yaşındayım ama aklımda hâlâ basketbol var. Maç kaybettiğimiz zaman nasıl kaybettiğimizi, eksiklerimizi, takım için daha fazla ne yapabileceğimi düşünüyorum. Bence başarımın sırrı bunlar. Ayrıca düzenli bir hayatım var. Beni hiç kimse bir gece kulübünden çıkarken göremez. O hayatı sevmiyorum. En büyük zevkim eşim ve çocuklarımla vakit geçirmek. Eşimden çok büyük destek görüyorum. O, eski Yugoslavya’da Sırbistan ve Karadağ güzeli seçilmişti. Seçildikten 15-20 gün sonra evlendik. Benim için kariyerini bırakıp peşimden geldi.
“İdmanda bile kazanmak isterim”
Hırslı, heyecanlı ve duygusal bir oyuncu olarak tarif ediliyorsunuz. Sizce de öyle mi?
Evet. Ben o hırs ve heyecanı, o kazanma isteğini kaybettiğim zaman basketbolu bırakacağım. İdmanda bile benim takımımın kazanması için uğraşıyorum.
Kaybetmeye pek tahammülünüz yok sanki...
Yok. Bazı oyuncular vardır, profesyonelce oynar evlerine giderler. Ben basketbolu “yaşıyorum”. Oyun bütün hayatıma yansır. Kaybedip eve gittiğimde eşim, annem, kız kardeşlerim etrafımdan çekilir, beni rahat bırakırlar. Beni anlarlar. Moral bozukluğum bir sonraki maça kadar da sürer. Rüyalarıma girer. “Biz daha iyi oynuyoruz, nasıl yeniliriz?” diye düşünüp duruyorum, kabul edemiyorum.
Basketbola hep meraklı mıydınız?
Evet. Sahada çok mutluyum. Bazen arkadaşlar “33 yaşına geldin hâlâ çabalıyorsun” diyorlar. Beni anlamıyorlar. Her maç ayrı bir heyecan yaşıyorum. Maç öncesi uyuyamam. Kaybettiğimiz zaman da sabaha kadar uyuyamam. Maçı tekrar seyrederim, hataları bulmaya çalışırım.
“Ben müzikten anlamam, Mustafa Sandal da basketboldan anlamaz”
Hobileriniz neler?
Ben doğayı çok severim. Şehirden ve kalabalıktan bıktım aslında. Köy hayatını çok seviyorum. Yugoslavya’da çok güzel bir dağ evimiz var. Balık besliyorum, dört-beş köpeğimiz var. Bu yaz iki-üç at alacağım. Gece hayatını hiç sevmiyorum. Gençken de hiç sevmedim. Tabii ki dışarıya çıkarız, güzel bir restoranda yemek yeriz ama sabahlara kadar diskoda eğlenmek bana göre değil. En çılgın gençlik zamanımda, 15-16 yaşlarında bile gece eğlencesi taraftarı değildim. Rahatsız oluyorum.
Basketbolu bir gün bıraktığınızda ne yapmak istersiniz?
Basketbolu çok seviyorum. Yine bir şekilde basketbolun içinde olmak istiyorum. Bu benim için şart. Belki kulüp menajerliği yapabilirim ya da basketbol okullarında çalışmak isterim. Çocukları çok seviyorum çünkü. Bir oğlum ve bir kızım var. Oğlum 3 yaşında, kızım 6 aylık. Onları basketbolla iç içe büyütüyorum. Küçük bir potaları var. Sık sık kırıyorlar ama onlar kırdıkça yenisini alıyorum.
Kız kardeşinizin kocası Mustafa Sandal koyu Beşiktaşlı. Fener-Beşiktaş muhabbeti yapar mısınız?
Evet, ama inanır mısınız bütün iddiaları kaybetti. Dört yıldır bana bilgisayar, saat gibi şeyler alır çünkü hep kaybeder.
Birbirinize basketbol ya da müzik eğitimi veriyor musunuz?
Benim müzikle hiç aram yok. Bir keresinde onunla basketbol oynamaya çalıştım, bir daha da oynamam. Çok kötü oynuyor. Ama bunun dışında çok iyi anlaşıyoruz. Güzel bir ilişkimiz var.
Yeğeniniz nasıl?
Çok iyi. Dayısı gibi uzun boylu olacak. Ama bir farkımız var: Ben ve benim çocuklarım Fenerbahçeli, yeğenim Yaman Beşiktaşlı. Babası yüzünden tabii.
“Gelmişim 33 yaşına, kendimi değiştirmem için çok geç”
Maçlarda seyirciyi ateşlemenizi bazıları “provokatörlük” olarak görüyor...
Bence seyirciyi ateşlemek kötü bir şey değil. Seyirciye çok ihtiyacımız var. Zaten istediğimiz kadar seyirci gelmiyor. Olan seyirciyi de ateşlemek gerek. Seyirci bazen uyuyor. Takımda bile bazen arkadaşlar uyuyor. Herkesi harekete geçirmeye çalışıyorum.
Fenerbahçe’de kendinize benzettiğiniz, “agresif” stile sahip oyuncular var mı?
Bence bana kimse benzemiyor. Ama Fenerbahçe’de Ömer Aşık, Enes Kanter, Semih Erden ve Oğuz Savaş gibi gençlerin oyunculuğunu beğeniyorum. Başarılılar ama daha da çalışmalılar. Sadece Enes Kanter’in ribaunt yeteneğini bana benzetiyorum. Ribaunt yeteneği çok iyi. Ben böyle bir şey görmedim. Bence benden daha da iyi olabilir.
Efes Pilsen’li oyuncu Marcus Haislip’le meşhur bir kavganız var. Onunla barıştınız mı?
Tabii ki barıştık. Bu, her sporcunun başına gelebilecek bir şey.
Kendinizle ilgili değiştirmek istedikleriniz var mı?
Artık gelmişim 33 yaşına. Beni herkes böyle biliyor. Kendimi değiştirmem için artık çok geç.