Hürriyet yazarı Taha Akyol, AKP'nin anayasa değişikliği teklifiyle ilgili olarak "Liberal filozof Karl Popper 'Açık Toplum ve Düşmanları' adlı eserinde Eflatun’dan başlayarak bu otoriter düşünceleri eleştirdi. Ülke yönetimi söz konusu olunca 'Kim?' diye değil, 'Nasıl?' diye düşünmek gerektiğini anlattı. Peki, nasıl? Parlamento ile odağında parlamento bulunan bir sistemle" dedi.
"Parlamento’nun kapsayıcı temsiliyeti ve denetim yetkileri böyle daraltılırsa toplumun çeşitli kesimlerinde yabancılaşma duygusu artmaz mı?" diye soran Akyol, "Osmanlı dönemindeki kimlik kutuplaşmalarını, Sevr’i, Milli Mücadele’yi ve Lozan’ı iyi okumuş bir vatandaş olarak benim en büyük endişem budur" ifadesini kullandı.
Taha Akyol'un "Başkan mı, Meclis mi?" başlığıyla yayımlanan (29 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Meclis ya da Parlamento’da her kafadan bir ses çıkmıyor mu?
Bazen kavga etmiyorlar mı? Milletvekillerinin hepsi uzmanlık bilgilerine sahip mi? Yüksek tahsilli olmayanlar bile yok mu?
Dahası Prof. Burhan Kuzu, Meclis’te parmakların nasıl kalktığını Ahmet Hakan’a şöyle anlatmadı mı?
“Milletvekilleri ne yapıyor? Grup başkan vekillerine bakıyor. Sürü psikolojisi. Grup başkan vekili parmağını kaldırıyorsa kaldırıyor, indiriyorsa indiriyor.” (4.2.2015)
Kuzu böyle dese de ben muhterem milletvekillerimiz için “sürü psikolojisi” kavramını kullanmam ama hür iradeleriyle hareket ettiklerini göstermenin onların görevi olduğunu söylemekten de kendimi alamam.
Kim değil, nasıl
Parlamento yerine “bir kişi”yi seçelim, geniş yetkiler verelim. Hatta kendisi millet tarafından seçileceğine göre, partisinin milletvekillerini de kendisi belirlesin.
Bu fikrin kökleri filozof Eflatun’un “filozoflar cumhuriyeti”ne kadar gider. Ortaçağda krallar, hükümdarlar, halifeler böyle düşünüldü. O çağlarda seçim ve parlamento düşünülemezdi zaten.
Modern çağdaki otoriter ve totaliter ideolojiler de böyle düşündü, fakat iflas etti.
Liberal filozof Karl Popper “Açık Toplum ve Düşmanları” adlı eserinde Eflatun’dan başlayarak bu otoriter düşünceleri eleştirdi. Ülke yönetimi söz konusu olunca “Kim?” diye değil, “Nasıl?” diye düşünmek gerektiğini anlattı.
Peki, nasıl?.. Parlamento ile odağında parlamento bulunan bir sistemle...
AB Bakanı Ömer Çelik’in deyişiyle “parlamentonun özne olacağı bir sistem” kısacası. (30.1.2015)
Sistemin öznesi
Çünkü ülkedeki hemen bütün eğilimler, ihtiyaçlar, talepler ve görüşler parlamentoya yansır. İktidardan uzak olan küçük grupların bile ihtiyaç ve talepleri meclislerde ifade edilir. Böylece “yabancılaşma” duygusu azalır.
Meclislerde bazen kavgalar çıksa bile kanunlar çeşitli görüşler açısından müzakere edilir, rötuşlar, hatta düzeltmeler yapılır.
Bizde en çok sorun müzakere edilmeden, gece yarısı alelacele “torba”ya konulan düzenlemelerden çıkmıyor mu?
Ama bakın, liderlerin onayıyla yazılıp talimatıyla Meclis’e gelen başkanlık teklifinde bile Parlamento Komisyonu’nda birkaç tane kozmetik maddede olsa bile bazı değişiklikler yapıldı.
Fakat önerilen sistem kabul edilirse, “başkanlık kararnameleri”nde, atamalarında, kamu kurumlarının düzenlenmesinde bu imkân olmayacak!
Zira “başkanın özne olacağı bir sistem” öneriliyor.
En önemlisi
ABD’de başarılı olan başkanlık sistemi niye Latin Amerika’da başarısız oldu? Prof. Mustafa Erdoğan “Başkanlık Sistemi, Latin Amerika Tecrübesi ve Türkiye” adlı araştırmasında anlatıyor: Denetim ve denge başkan lehine bozulursa ve demokratik kültür zayıfsa başarısız oluyor.
Prof. Erdoğan, bizdeki teklifte de başkanın Meclis’e karşı aşırı güçlendirildiğini belirtiyor: Seçimlerin aynı gün yapılması, başkanın Meclis’i kolayca feshedebilmesi fakat TBMM’nin aynı yetkiyi kullanmasının çok zor şartlara bağlanması, başkanın kararnameler çıkarması, yargıya atamalar yapması...
Kamu kurum ve kuruluşlarının Meclis’te müzakere edilmeden başkanlık kararnameleriyle düzenlenmesi...
Uzatmayım, Prof. Erdoğan’ın yazısını şu linkte bulabilirsiniz: www.ozgurlukarastirmalari.com
Komisyonda düzeltilmez de TBMM’nin işlevi böyle azalırsa sorunlar artmaz mı?
Parlamento’nun kapsayıcı temsiliyeti ve denetim yetkileri böyle daraltılırsa toplumun çeşitli kesimlerinde yabancılaşma duygusu artmaz mı?!
Osmanlı dönemindeki kimlik kutuplaşmalarını, Sevr’i, Milli Mücadele’yi ve Lozan’ı iyi okumuş bir vatandaş olarak benim en büyük endişem budur.