01 Haziran 2016 03:00
Begüm Baki*
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde 2 Aralık 2015’te yedi mahallede ilan edilen sokağa çıkma yasağı 3 Şubat 2016’da tüm ilçeye yayıldı. Söyleşinin yapıldığı tarihte yasağın sürdüğü dört mahalle var. Yasağın olmadığı bazı mahallelere giriş ve çıkışlar hala yasak. Sur için “Amed’in kalbi” deniyor. Sur’da gezerken bunun ne demek olduğunu daha iyi anlıyoruz. Sur’un içinden geçen Gazi Caddesi’nin başında hayat olağan haline dönmeye çalışırken, Diyarbakır Kalesi’ne doğru yürüdükçe cadde sessizleşiyor, kepenkleri kapalı dükkanlar, sol tarafta üzerlerine barandalar örtülmüş koca bloklarla kapanmış mahalle girişleri... Caddenin ortasında son sürat yol alan panzerler...
Sur halkı kesintiye uğramış yaşantısını normale döndürmeye çalışırken 16.03.2016 tarihinde Bakanlar Kurulu Sur’un acele kamulaştırılmasına karar verdi. Bu kararla birlikte Sur için yeni bir süreç başladı. Sur halkı bu kamulaştırmaya açıkça karşı çıkıyor, hukuki yollara başvuruyor ve direniyor.
Diyarbakır’da Sur ilçesinin muhtarlarıyla bir araya geldik. Yasaklardan sonra yaşananları, kamulaştırma kararının halk için ne ifade ettiğini, Sur halkının ne istediğini yasağın devam ettiği mahallelerdeki muhtarlar anlattı.Söz,Savaş Mahallesi Muhtarı Ahmet Şen, Cemal Yılmaz Mahallesi Muhtarı Koçero Tokdemir; yasağın kalktığı Ali Paşa Mahallesi Muhtarı Behzat Sular ve AbdaldedeMahallesi muhtarı Şefik Güler’de.
Yasaklardan acele kamulaştırma kararına kadar geçen sürede mahallelerde neler yaşandı? Sur’da hayat ne durumda?
Koçero Tokdemir (Cemal Yılmaz Mahallesi Muhtarı): Yasaklar başladıktan sonra insanları mahallelerden göç etmeye zorladılar, mahallerdeki hayatı durdurdular. İnsanlar üzerlerine hiçbir şey almadan; evdeki eşyalarını, giysilerini, yiyeceğini, içeceğini evde bırakarak çıkmak zorunda kaldılar; Amed’in farklı ilçelerine yerleştiler. Bu insanları temel insan haklarından mahrum etme temelinde bir olaydır. Şuanda da zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyorlar.
Mahalleden ayrılan insanlara herhangi bir kurum desteği var mı?
Tokdemir: İçinde sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, belediyelerin olduğu Rojava Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği üzerinden yürütülen yardımlar var. Devlet tarafından bu insanlara herhangi bir yardım yapılmadı. Her aileye aylık1000 lira kira yardımı yapılacağı söylendi, ancak bu yardım da düzenli yapılmıyor. Bunların dışında İŞKUR üzerinden her aileden bir kişinin işe alınacağı söylendi. O işlere de sadece Sur’dan çıkan insanlar alınmadı, farklı ilçelerden tanıdığı, akrabası olan insanlar alındı. Sur’da bir aileden bir kişi işe alındıysa da kira yardımı kesildi. Sur’dan çıkan insanlar havaların sıcak olmasıyla birlikte daha büyük sıkıntılar yaşamaya başladı. Evlerde buzdolabı, klima yok. Sebzelerin, meyvelerin havaların ısınmasıyla birlikte artık dolapsız olmayacağı biliniyor. Şu anda ciddi bir sıkıntı var. Bu insanların temel istekleri, biran önce yasaklı sokakların açılması ve evlerine dönmektir. Evler harabede yıkılmış da olsa, evleri olmasa dahi insanlar yıkılmış evlerinin üzerinde çadır kurup eski yaşamlarına dönmek istiyorlar. Burada şu anda bazı aileler hem ekonomik açıdan hem de zaruri ihtiyaçlarının karşılanmamasından dolayı başka ailelerle birlikte bir evde yaşamak zorunda kalıyor. Dört odalı bir dairede 15-20 kişi yaşıyorlar. Her ne kadar Amed halkı bu insanları sahiplenme konusunda gereken çabayı gösterse de neredeyse göç eden 25 bin insanın ihtiyaçlarına yetmiyor.
Mahallelerdeki evlerde hasar tespiti yapıldı mı? İnsanların evleri, eşyalarının durumu hakkında bir bilgisi var mı?
Tokdemir: Vatandaşlar kaymakamlara evlerindeki eşyaları görmek için dilekçe veriyorlar. Ama biz muhtar olduğumuz halde bu konuda bize hiçbir bilgi verilmiyor. Diyelim ki, bir kadın gidiyor, onun yanına polis, memur veriliyor. O kadın evinin şu andaki halini gördüğü zaman psikolojik olarak çöküyor. Kimi bayılıyor, kimi konuşamıyor, donup kalıyor.Bu yüzden bu çalışmalar muhtarlar nezdinde yapılsa daha farklı olur. Muhtarlar evin konumu, mahallenin konumu hakkında bilgi verebilir. Ben bir defa gittim mahalleye, kendi evimi de gördüm. Evlerin hepsinin kapısı, duvarları kırılmış. Duvarları kırarak sokak olarak kullanmışlar. Hasar tespit komisyonu çalışıyor ama net bilgi kimseye verilmiyor.
Sizin mahallenizde yasağın kalkmasından sonra hasar tespit süreci nasıl ilerliyor?
Behzat Sular (Ali Paşa Mahallesi Muhtarı): Bizim mahallelerde şu an devam eden fiili bir yasak var. Yasaktan bir gece önce hendekler kazıldı. Mahalleli bunları sabah kalkınca gördü. Gündüz 11.00’de de sokağa çıkma yasağı ilan ettiler, vatandaşları evlerinden çıkardılar. Bu diğer mahallelere de sıçradı. Bizim bölgede dokuz mahalle var, önce beşi yasaklandı, sonra yasak diğer dördüne de sıçradı ki orada hendek falan hiçbir şey yoktu. Oradaki vatandaşlar da korkudan kaçmaya başladı. Evlere büyük hasar verdiler; pencerelerini, kapılarını kırdılar, arama yaparken eşyalarına zarar verdiler. Sonradan zarar tespit komisyonu geldi, birlikte gittiğimiz yerlerde sadece kapı, pencere, cam için hasar tespiti yaptılar. Vatandaş iki, üç kere itiraz dilekçesi verdi. Bizim mahallede hasar tespit çalışması devam ediyor, ilk yapılan tespitten sonra kapıların, camların parası verildi. İkinci defa geldiklerinde “Biz artık kapı, pencereye de bakmıyoruz... Buralar kamulaştırılmış” dediler. Burası kamulaştırılmış mı şimdi? Belki iki belki üç sene sonra kamulaştırılacak, sen önce bunun hasarını tespit et, ondan sonra gelsin kamulaştırsın. Ortada daha bir şey yokken “Burası kamulaştırıldı, biz bunları yazmıyoruz artık” diyemezsin. Vatandaş burada mağdurdur ve kim olursa olsun Devlet mağduriyeti gidermek mecburiyetindedir.
Yasaklar sırasında sizin mahallenizden kaç kişi göç etmek zorunda kaldı?
Ahmet Şen (Savaş Mahallesi Muhtarı): Mahallenin nüfusu altı-yedi bin civarı, yasağın dokuzuncu gününden itibaren içerde kimse kalmadı. 160 gündür devam ediyor yasak ve yaşanan çok büyük sorunlar var. Bakanlarla görüşme şansım da oldu, Başbakanla da görüşecektik ancak son patlamadan sonra görüşemedik. Devletin vermiş olduğu 1000 liralık kira yardımı var ancak bu da düzensiz. Bu insanlar çıplak evlere girdiler, ev eşyası, mutfak eşyası yok; ne buzdolabı, ne çamaşır makinesi, ne ütü, ne klima var. Yani insanlar temel ihtiyaçlarından yoksunlar. İşin bu boyutunu hiç kimse düşünmedi, halen kartonların üstünde yatan aileler var. Yardımın ulaşmadığı, erzak yardımı bile almayan evler var, ben bunların tespitini bizzat yapabilirim. Devlet ve diğer kurumlar tarafından da çok büyük eksiklikler oldu. Bir çalışma kapsamında mahalleye girme, 10-15 evi gözleme şansım oldu. Benim dikkat çekmek istediğim başka bir konu var. Hendeklerin olmadığı ve çatışmanın yaşanmadığı yerlerde dahi evler tarumar edilmiş, dağıtılmış. Evlerde beyaz eşya, plazma televizyonlar, bilgisayarlar, ziynet eşyaları, paralar yok, bulamazsınız.
Evler yağmalanmış mı?
Şen: Yağmalanmış değil, savaş ganimeti olarak dağıtılmış. Çatışma sürecinde bize “korucular kamyonu yanaştırıyor, evdeki yatak, yorgan, döşek dahil bütün değerli eşyaları yüklüyor” şeklinde duyumlar geliyordu. Duyum olduğu, kesin kanıt da bulunmadığı için bir şey diyemiyorduk. Sur içinde evinde bilgisayarı, kliması, çamaşır-bulaşık makinesi, televizyonu olmayan ev yoktur. Bir kere herkes aklına koysun, oralar gecekondu değil! Ne kadar mağdur olsak da hepimiz yaşantımıza, zevkimize, lüksümüze düşkün insanlardık. Zengin insan evine masraf yapmaz, fakir insan yapar.
Evlere girdiğimde ne buzdolabı ne çamaşır makinesi ne de televizyon gördüm. Şu an tahminimce tahliye edilen 1500 ev var. Gerçekten bunun için bir araştırma komisyonu kurulmasını istiyorum. İçerideki eşyalar ne oldu? Dedikleri gibi savaş ganimeti olarak koruculara dağıtıldı mı? Ya da bu eşyaların götürülmesine göz yumuldu mu? Bunların araştırılmasını istiyorum.
Savaş Mahallesi’nde Köprülü ve Büyük Sürgü sokakta yaklaşık 17-18 apartman vardı. Bir savaş süreci yaşandı, bir çatışma oldu, tamam. Oranın yüzde 30’u bunlardan zarar görmüş. Buralarda benim binam dahil sapasağlam olan binaları yıktılar. Bunlar çatışmalardan sonra yıkılıyor, bunun tespiti de yapılabilir. Çatışma bitmeden üç, dört gün evvel sivil insanların tahliyesi yapılırken devletin yayınladığı görüntülerde Büyük Sürgü Sokak üzerinde Aslan Apartmanı’nın sağlam olduğu bellidir. İki mermi değmiş, camı kırılmıştır normaldir bunlar, az hasarlı yapı diye geçer. O bina dahi yıkılmış. Aslan Apartmanı yok şimdi. Bunlar kanıtlanabilir.
Yasağın kalktığı bir diğer mahalle olan Abdaldede Mahallesi’nde neler yaşanıyor?
Şefik Güler (Abdaldede Mahallesi Muhtarı): Yasağın olmadığı yerler... Biz daha çok acı çekmeye başladık. Yasağa 10 gün sonra bir gün mola verildi, insanlar dışarı çıktıktan sonra okul, sağlık ocağı, dükkanlar olsun, burası insanın yaşayabileceği bir ortamdan çıktı. Çocukların okula gitmemesi, sağlık ocağından faydalanamaması... Yani tümüyle insansızlaştırıldı buralar, öbür tarafta savaş devam ediyor, bu tarafta da fiilen devam eden başka bir şey var. İnsanların can havliyle bir taraftan öbür tarafa, oradan da Sur dışına gitmesi… En başından itibaren çok sarsıcı bir şekilde yaşandı her şey. İnsanlar evlerinden apar topar çıktıktan sonra ortam tamamen allak bullak oldu, dengeler alt üst olmaya başladı. Bizim avlu evlerde üç, dört aile birlikte yaşar.Evvelki gün bir muhtar arkadaşımız içeri girdi. Bu arkadaş bir ay önce “gittim baktım evim, eşyam yerinde” diyordu, evvelki gün gitmiş bakıyor ki eşyaları yok.Bunlar çatışmalar bittikten sonra olanlar. Şimdi bir tarafta kepçeler çalışıyor, diğer tarafta eşyalar yağmalanıyor, alabildiğine insanlık dışı bir şey yaşanıyor.
Biz defalarca dile getirdik, en başta belliydi Sur’a bir şeyler yapılacağı. Sur’u dört parçaya bölmüşler, parça parça insansızlaştırıyorlar. Kaymakamlık, güvenlik güçleri bir şey demiyor; insanlar bilgi kirliliğinden, talandan, mağduriyetten dolayı var oluşla yok oluş, ölümle kalım arasında sürekli. Bizim psikolojimiz, insani duygularımız ayaklar altına alındı. Bu süreçte kalktık AKP’lilerle görüştük, açık ve net bir şekilde durum budur dedik. İnsan ideolojik olarak ne düşünürse düşünsün, bu insanlara şuanda bu coğrafyada yapılanlar gayri ahlakidir. İl başkanına “gelin bu ortamı görün” dedik.
Ne cevap aldınız?
Güler: Burayı temizledikten sonra burada konutlar inşa edilecekmiş, komisyonlarda insanlara eşyaları için para teklif edeceklermiş. Eşyalarını vermek için fabrikalarla ilişkilendireceklermiş. İnsanların eşyalarını temin etmeye çalışacaklarmış. Ben orada kendisine de açıkça söyledim: İnanmıyoruz. Burada yapılanları bölge kamuoyu belki bilir ama Türkiye kamuoyu, Batı’daki insan bilmiyor. Burada her şeyin hep üstü örtülmeye çalışılıyor. Sur’un gerek kültürel, gerek coğrafi konumuna bakın, bazı insanlar bu coğrafyayı hazmedemedi. Sur’un tarihi dokusunu hazmedemediler, buraları insansızlaştırmak, insanları göçe tabi tutmak, ölümle, açlıkla terbiye ederek yüz üstü bırakmak için her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Vali ne zamandan beri bizle bir toplantı almıyor. Cumhurbaşkanı bizi çağırsın; gidelim, oturalım, konuşalım. Şu anda basında Cumhurbaşkanı muhtarlara atıfta bulunuyor, sorunları gündeme getiriyor. Bir de bizi çağırsın. Biz bu insanların mağduriyetini, çaresizliğini dile getirmek zorundayız. Biz kendi insanımızla birlikte bazı şeyleri aşmaya, yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Ama gel gelelim çaresizlik içerisindeyiz. Kimse el atıp da bu olaya dur deme cesaretini gösteremiyor. Sonuç ne olacak? Biz kendi insanlarımıza söylüyoruz, yarın öbür gün bu parayı atacaklar ortaya, sürece yayacaklar. Belki diğer bölgelere bizim tarafa da sıçrayacak. Komple kamulaştırma... Ne demek bu? Mesela, birinci bölgede dört mahalleyi pilot bölge yapacaklar. Burada yapılanlar çalışmalar yarın öbür gün diğer taraflara sıçrayacak, peyderpey üç parçaya bölecekler. Burada ne yapmaya çalıştıkları belli değil. İnsanlar çıktıktan sonra, Gazi Caddesi’nde yakın olan taraflar Fatih Paşa, Savaş Mahallesi, Cemal Yılmaz Mahallesinin bir kısmı komple yıkık. Doğup büyüdüğümüz yerlerin hepsi viran olmuş. Buralarda sen ne yapacaksın? Biz diyoruz ki; buraları, benim kendi insanıma ver. Yarın öbür gün tapu, senet gibi şeyler deme. Buradaki insanlar yarın öbür gün paraya mahkum edilmeye çalışılmasın, göçe tabi tutulmasın.
Aslında siz kamulaştırmaya da değil, böyle bir kamulaştırmaya karşısınız.
Güler: Atılan adımlar iyimser değil. Kolluk kuvvetleri imarından, araştırmasına her şeyin başını çekiyor; gelip tescilli yapı var mı diye denetliyor. Sen her şeyi kolluk kuvvetiyle denetler, kaba kuvvetle yapmaya kalkarsan olur mu? Kamulaştırma yapılacaksa gel, açık ve net bir şekilde Sur’un tamamını kamulaştır, yapma demiyoruz. Ama esas burada kalıcı olan bu insanların buraya yerleşmesi lazım. Zemin artı bir, iki katı yapacaksan, sit alanı olan yerleri daha korunaklı daha güzel yapacaksan; bunları yapmaya imkanınız varsa gelin yapın. Bu iktidarın geldiği dönemden şimdiye kadar surlara bir tanesi ne bir çivi çaktı, ne bir taş koydu. Biz diyoruz ki:“Sur’u onarın, ondan sonra bu insanların evlerini yıkılmışsa, hasarlıysa tarihi dokusuna uygun yapın.” Herkes buna razı olur. Benim insanım diyor ki “Beni evimden, yurdumdan, yaşam tarzımdan mahrum etmesin.” Bizim ailelerimizin mezarları o tarafta, çocukluğumuz oralarda geçti. Okullarımız yerle bir edildi; camiler, kiliseler, hamamlar gitti. Ben şimdi bu devletin hangi vicdanından, hangi şefkatinden ne bekleyeyim?Bir tanesi gelsin, adrese dayalı TÜİK verilerine bakarak desin ki, ben bu insanının evini başına yıktım, insanları çıkarttım buradan. Gelip baksın şimdi: Bu insanın çocuğu okula gidiyor mu, sağlıktan faydalanıyor mu? Bu insanın temel insani ihtiyaçları karşılanıyor mu? Televizyonu, buzdolabı evinde var mı? Gelip tespit etsin, mahalle buradadır. Nerede kaldı devletin şefkati? Çocukları okula gitmedi, aileler sağlığa erişemiyor. Sen bana insani yaklaşmıyorsun, devletin şefkatini vermiyorsun, vermemekle birlikte benim için kötü ne varsa onu düşünmenin şeytanlığındasın. Helikopterle gelip keşif yapıyorlar, kepçeyle içeride sağlam yapıları yıkıyorlar. Bize yıkılmayan yerleşim yerlerine dokunmayacaklarını söylediler ama her şey ortada, dokunuyorlar. Herkese; insana, coğrafyaya, tarihi dokulara dokunuyorlar. Benim yaşam hakkımı elimden alacaksın, kapalı kapılar ardında projeler üreteceksin, sonra bana şefkatten bahsedeceksin. Bunlar olacak gibi değil, her şeyin şeffaf, açık olması lazım. Göz önünde olmayan hiçbir şeyi ben kabul etmem, bu halk da kabul etmez. Sizin yapacağınız şey bu surları, bu tarihi evleri onarmaktır. Satabilen, satmak isteyen insan sonra satsın. Biz satan insana da alan insana da karşı değiliz. Önemli olan bu insanları izole etmeyin, göçe zorlamayın, parayla kandırmaya çalışmayın. Benim çıkarım varsa, ben çıkarım doğrultusunda başka bir yere giderim, bu başka bir konu. Böyle dayatmayla, yıkmayla olmaz. Bir de buradaki insanların, yani bizim, kültürel bir yaşam tarzımız var, bu dokular sayesinde Sur ayakta durmaya çalışıyor.
Sur’da mülk sahipleri, kiracılar ve tapu senedi sahipleri var.Sur’un bir kısmı 2009yılında kentsel dönüşümle kamulaştırılmış ve TOKİ’ye devredilmişti. Bu durum Sur halkını nasıl etkiledi?
Sular: 2009-2012 yıllarında bizim mahallenin bir kısmına TOKİ girdi. Mesela hazine malı olan, vakıf malı olan, elinde senedi olan da vardı. Bu senetli evlerin vergi bilgileri bizim adımıza geçiyor. Bu belgeler tapu niteliği taşıyor. O zaman yapı parasını ve arsa payının yarısını verip senetleri kabul ettiler. Vatandaşın evini 30-40 bine aldılar, 100 bine de evi verdiler, 20 yıl da borçlandırdılar, bitene kadar o borç 150 bin olacak. Benim yeşil kartımı aldılar, beni kira öder gibi ev sahibi yaptılar. Evimde kapıcı parası yoktu, şimdi ayda 93 lira aidat veriyorum. Mesela bir aileden günde iki kişi şehre gidip gelse ayda 180 lira yol parası eder. Çünkü evleri şehre 12-13 km uzağa yaptılar.Orada domatesin kilosu iki lira, burada 50 kuruş; burada her taraf manav, pazar. Orada tek bir fırın, tek bir manav, tek bir market var. Mecbur oradan alışveriş yapacak ya da yol parası verip şehre gelecek.Bizi her taraftan zarara uğrattılar. En az 4000 lira aylık gelirin olacak ki buralarda yaşayabilesin. Odunumuzu köyden getirebiliyor, tezek yakabiliyorduk. Beni doğalgaza mahkum etti. Vatandaş korkutuldu, gitti evini verdi hemen, pişman olmuşlar ama ev elden gitmiş, çare yok artık.
Tokdemir: Evler için insanların kendi aralarında yaptığı senetler var. Senetli olmayan, hazine üzerine yapılmış, kendi tapuları olan evler var. Sur’un özellikle tarihi olan evleri büyüktür. 10-15 odalı evler vardır, oralarda beş, altı aile yaşıyordu. Bunlar tek ev olarak gözüküyor ve sadece bir kişiye yardım yapılıyor,diğerleri mağdur ediliyor. Önümüzdeki dönemlerde evi yıkılan kiracılar adına ne yapılacak, muğlaktır. Biz yaptığımız toplantılarda bunları gündeme getirdik. Benim izlenimime göre devlet arazisi üzerinde yapılmış yapılara cüzi bir şey verilecek, orada insanlar mağdur olacak. Tam olarak ne yapılacağını, mahallenin muhtarları olarak biz de bilmiyoruz. Bize bugüne kadar somut bir bilgi iletilmiş değil. Ne olacak diye soruyoruz. Bize, hendek, bomba temizliği yapıldıktan sonra insanların evine dönüşlerini sağlayacağız diyorlar. Ama üç aydır sağlanmadı, sağlanmıyor ve sağlanmak da istenmiyor.
Şen: Sur içi komple arsa olarak geçer, hiçbir evin kat mülkiyeti yoktur. Kendi evimden örnek vereyim, benim evim 110 metrekare, tek kat üzeri dört evdir. Evin metrekaresine 625 ila 650 lira arasında, yani bu ev için toplam 70 bin civarı bir para teklif edecekler. Bunu da dörde böldüğümüzde bana 17,500 lira verecekler. 20000 de yapma parasıyla bana 37500 lira teklif edecekler. Bu parayla ben hiçbir şey yapamam, bu şekilde davranarak insanları TOKİ’ye mecbur etme niyetleri var. Hadi benim maaşım var, buradaki insanların yüzde 70’i ya işportacıdır ya da gündelik işlerden para kazanır. Hiçbir tanesi maneviyatı bir tarafa bırakalım TOKİ evlerinde maddi olarak yaşayamaz. Bunun altından ben de kalkamam hiçbir arkadaş da kalkamaz. Bu yüzden, içeride evlerin muhakkak yapılması lazım.
Komşuluk ilişkilerinden gündelik yaşama... Son sözlerinizi alabilir miyim?
Güler: Şimdi biz 50 sene daha vicdani, insani olarak kendi kendimizi sorgulayacağız. Bu devlet bu insanların, coğrafyanın üzerine neden bu kadar geldi? Neden beni yerle bir etti? Bunun telafisi mümkün değil, bu 50 sene 100 sene daha hafızalarda kalır. İstersen orada insanlara altın kafesli ev yap, mümkün değil mutlu edemezsin. Ben bir gün Sur’a, o taşların içinde adım atmadan duramıyorum. Babamın, abimin, kız kardeşimin cenazeleri orada, Sur’un aşağısında,ben mezarlarına gidemiyorum. Tankla topla bu kadar şiddetli şekilde insanların üzerine gelinmesini kimse unutamaz, mümkün değil. Mesela geçmişte Ermeniler belli başlı, sayılan, sanatkar insanlardı, bizim komşularımızdı. Biz sonradan yetiştik bazılarına ama bizden önceki nesiller, babalarımız onlarla iç içe yaşamıştır. Mesela Ermeni kilisesinin açılışına gittik, avluda insanların ezikliğini hissediyorsun. Bir kadın yavaşçana diyor ki yanındakine benim evim filan sokakta, filan yerdeydi. Dedim ki biraz açık konuşun, biz de duyalım sizi, konuşun ne olur, biz de bilelim. Açılışa giderken, çarşıdaki güvenlik görevlisi “Muhtar nereye kiliseye mi?” dedi, “He, açılışa çağırmışlar gidiyorum” dedim. Güvenlik görevlisi şaşırdı. Dedim “E onlar benim eski komşularım. Dink sokak var orada, anası, babası, amcası burada oturuyordu. Burada yabancı olan benim, sensin.”“Yapma ya, burada mı kalmış?” dedi, he dedim, buraların hepsi onlarındır. Yarın öbür gün bize de aynısını söyleyecekler. O insanların saçlarına baktığında ak, gözlerinin içinde daha o yılların acısı, korkuları var. Niye? Annesi, babası demiş ki kızına, biz filan yerde bunu yaşadık. Yıllar geçmiş kilisesinin açılışına gelmiş, hala yanındakiyle fısıldayarak konuşuyor. Biz de yarın öbür gün fısıldayacağız. Biz Sur’da böyle bir işkence yaşadık, talana uğradık, gittik diyeceğiz. Benim artık bunları aklım almıyor ama ömrümüz yettiği sürece mücadelemi vereceğiz. İşte bu kadar.
Tokdemir: Sur’daki yaşam gerçekten farklı bir yaşamdır. Burada komşuluk ilişkilerinin çok kuvvetli olduğu, bir akrabadan komşusuna daha bağlı olan bir yaşam tarzı vardır. Sur’da bir insan sabah evden çıktığı zaman en azından belki 100 kişiyle karşılaşır, selamlaşır. Şu anda o insanları alıp farklı ilçelere yerleştirdiler, farklı ilçelerde yaşamaya zorladılar. Oralarda sanki tek hücrede yaşıyormuş gibi hissediyor. Çünkü ne Sur’daki yaşam tarzını ne komşuluk ilişkilerini yaşayabiliyor; ne eşini, komşunu görebiliyor. Bunu bazı kesimler hazmedemiyor, edemediler; talan etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Artık günlük hayat böyle değil, çevre ilçelere gidenlerden özellikle kadınlar, sabah kalkıyor ilk işi Sur’a gidiyor; mahallesine, evine gidemiyor ama evinin kokusunu almak için Sur’a geliyor, bir tur atıyor, evine uzaktan da olsa bakmaya çalışıyor. Mutlaka her gün farklı ilçelerden kadınlar evlerinin kokusunu almak için Sur’a geliyor. Bu insanlar evlerinin özlemiyle biran önce evlerine dönmek istiyorlar. Benim yaşım 50.Sur’a 25 yıl önce göçle geldik, kendimizi hem psikolojik hem de maddi olarak zor toparlayabildik. Bazı farklı kesimler Sur’a gecekondu yaşantısının olduğu bir yer olarak bakıyor olabilirler ama İstanbul’un bir lüks semtinde yaşam tarzı, kültürü neyse yani o evde ne varsa buradaki evlerde de var. Kimse Sur’a o gözle bakmasın. Bize kimsenin gecekondularda yaşıyor, şartları şöyle böyle diyerek bakmasını istemiyoruz.
Sular: Ben 1960, 1980 inkılabını gördüm. O zaman bu bölgelerde çok kötü senaryolar döndü. Birçok insan zindana atıldı, insanlar kayboldu... Biz 90’ları gördük. Benim çocuğum 17 yaşında, bunları yaşıyor şimdi. Çocuklarımız baskıyı, zulmü yaşıyor. 90’larda vatandaşlarımızı üç-dört yere göçe zorladılar; köyünden ettiler, ilçeye geldi; ilçeden ettiler şehirlere geldiler. Şimdi şehirden de gitmeye zorluyorlar. Bizim bağlarımız çok güçlüdür, komşuluk, akrabalık ilişkilerimiz farklıdır, biz birbirimize kenetlenmiş bir şekildeyiz. Onların amacı bizleri birbirimizden koparmaktır, Kürtlerin bir arada toplu şekilde yaşamasını istemiyorlar. Sur içi bir kaleydi, Amed’in kalbiydi. Şimdi ne yapıyorlar? Amed’in kalbini sökmek, parçalamak istiyorlar ve yavaş yavaş söküyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar bizleri birbirimizden, bağlarımızdan koparamazlar. Vatandaş dördüncü defadır mağdur oluyor ve artık diyor ki: “Yeter artık! Ne olursa olsun! Beni öldürüyorsa evimde öldürsün. Evimi benden alacaksa, evimi yıksın, beni de evimin içinde, kendi toprağıma gömsün.”
Zaman çok çabuk geçiyor, su gibi akıyor…
Güncel Hukuk dergisini çıkarmaya karar verip 1. sayıyı çalışmaya başladığımız zamanı dün gibi anımsıyorum. Bugün 150. sayımıza ulaştık. Artık bu dergiyi uzun zamandır sizler çıkarıyorsunuz… Bizler sadece ve mümkün olduğunca daha iyi yayınlanması, okunması ve daha çok tartışma yaratması için ne yapılabilir düşüncesinin çalışanlarıyız. Hukuku ve yazılarınızı emeğimizle, akıl ve yüreğimizle karıştırıp daha iyi Güncel Hukuk nasıl yapılabilir çabasını sürdürmeye gayret gösteriyoruz. Bu gayreti gösteren ve en küçük katkısını esirgemeyen herkese şükran borçluyuz.
Güncel Hukuk dergisini 150. sayıya taşıyan okuyucularımıza, yazarlarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. İyi ki varsınız, varsınız ki; iyi ki Güncel Hukuk var…
Nice sayılara, hukuka, adalete, seslenebildiğimiz vicdanlara, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlara ve onların haklarına…
***
Ülkenin muhtarları arada bir Ankara’ya çağrılıyorlar, bazı sorunları dinliyorlar ve muhtarlar mahallerine dönüyorlar. Acaba “acele kamulaştırılan”, evleri yıkılan ve artık olmayan sokakları ve yolları ve tarihi dokusu kaybolan Sur’un muhtarlarına gidemez miyiz diye düşündük. Tahir Elçi’yi sormak ve muhtarları dinlemek için Diyarbakır Sur’a gittik… Begüm Baki muhtarları dinledi. Sur’u, muhtarları anlattı…
Sur muhtarlarının sözlerine söz katmadan 2016 yılı Mayıs ayında bu topraklarda evleri yıkılanların halini, bıraktığı acıları ve izleri bir de Sur muhtarlarından dinleyin istedik…
***
TBMM 20 Mayıs 2016 günlü Meclis Genel Kurulunda, Anayasaya geçici bir maddenin eklenmesi kabul edildi. Milletvekillerinin “dokunulmazlıklarına” dokunuldu. Anayasaya eklenen Geçici Madde 20 değişikliğine göre; Anayasa Madde 83/2 birinci cümlesi olan “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.” düzenlemesi haklarında soruşturma veya kovuşturma dosyası olan milletvekilleri hakkında uygulanmayacak. Bu düzenleme yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde; yasama dokunulmazlığı kaldırılan milletvekillerinin dosyaları, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine geri gönderilecektir. Yani, adli yargıya milletvekillerinin dosyaları gönderilecek ve davaları görülmeye, soruşturmaları sürdürülmeye başlayacak.
Ceza davaları başlayacak milletvekillerinin bu davaları üzerinden Türkiye’nin demokrasisi ve siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin varlığı yeniden tartışmaya açılacak, bir yandan da bağımsız yargıda ceza davaları sürecek… Acaba nasıl sürecek?
Bu arada unutmadan, yeni Başbakan ve 64. Hükümet işbaşı yaptı…
Bu yazı Güncel Hukuk dergisinde yayımlanmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.