Dünya

Almanya: Suriye'nin dağılmasında Türkiye'nin çıkarı yok, çözüme Ankara'nın da katılması şart

Steinmeier, Suriye sorununun çözümüne komşu ülkelerin destek olması gerektiğini savundu

17 Temmuz 2015 12:54

Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, İran’la nükleer müzakerelerde anlaşmaya varılmasının, İran’a devletler topluluğu ile yakınlaşma için ‘eşsiz bir fırsat’ sunduğunu ileri sürerek, Suriye konusunda ‘Amerikan-Rus çıkar karşıtlığı’ nedeniyle şimdiye kadar bir sonuç alınamadığını ve sorunun çözümünde Türkiye ve Suudi Arabistan’ın da katılımının şart olduğunu savundu. Steinmeier “En başta Türkiye ve Suudi Arabistan olmak üzere, Suriye’nin tümüyle dağılmasında çıkarı olmaması gereken komşu ülkelerin de katılımı şarttır” ifadelerini kullandı.

Steinmeier, “Viyana’da sağlanan tarihi uzlaşıdan hareketle, bölgenin başka yerlerindeki ağır çatışmaları hafifletmeyi deneyebiliriz” dedi. 

Milliyet’te yayımlanan yazısında Steinmeier, IŞİD’e karşı uluslararası toplumun aynı ağızdan konuşması gerektiğini de söyledi.

Steinmeier'in Milliyet'in bugünkü (17 Temmuz 2015) nüshasında yayımlanan yazısının tam metni şöyle:

Viyana’da İran‘ın nükleer programı konusunda sürdürülen müzakerelerde varılan anlaşmayı tarihi olarak nitelendirebilmek için illa destan yazmak gerekmez. Uzun yıllardır yürütülen zorlu müzakereler sonunda nihayet açılımı sağladık. Dünyayı şimdiye kadar birçok kez askeri çatışmanın eşiğine kadar getiren ve hatta gelecekte de getirebilme tehdidi içeren çok tehlikeli bir ihtilafa siyasi bir çözüm bulmayı başardık.

Viyana uzlaşısı siyasi sağduyu ve sebatın zaferidir. Viyana’da varılan anlaşma bölge güvenliğini artırmakta ve Tahran’ın atom bombasına yönelmesini uzun vadeli ve denetlenebilir şekilde önlemektedir. Sıkı ve kapsamlı bir denetim mekanizmasıyla, İran’ın nükleer faaliyetlerinin geniş çaplı kısıtlanması güvence altına alınmıştır.

Karşılığında İranlılara, çok yönlü yaptırımların kademeli olarak gevşetilmesi, askıya alınması ve nihayetinde kaldırılması sağlanacaktır. Ancak bunun, Tahran’ın nükleer programını sınırlandırması ve denetimi yolunda istenilen ve üzerinde anlaşmaya varılan adımların atıldığı teyit edildikçe gerçekleşeceği bilinmelidir. Bununla bağlantılı olan açılımın, İran ekonomisinde ve toplumunda esaslı değişime sebep olacağına ve aynı zamanda İran’ın Batı‘yla ilişkilerinde yeni bir sayfa açabileceğine inanıyorum.

Cumhurbaşkanı Ruhani, gerçek müzakere ve değişim niyetiyle girilen yolu zaten 2013’teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkının oyuna sunmuştu. Sonuç çok açıktı: İran’daki insanların çoğu, içte ve dışta açılım getireceği özlemiyle de bu anlaşmayı istiyordu. Bu gelişmeleri desteklemek; siyasi ve ekonomik olduğu kadar, kültürel ve toplumlararası ilişkiler açısından da Tahran ile ikili ilişkilerimizi yeniden canlandırmak her açıdan yararımızadır.

Ancak burada fazlası da var: Viyana Anlaşması, on yıllarca süregelen izolasyon ve kavganın ardından, şimdi İran’a devletler topluluğu ile yakınlaşma için eşsiz bir fırsat sunmaktadır. Bu anlaşma, Viyana’nın ötesinde de Tahran’ın, Ortadoğu’da artık sadece muhalifler değil, potansiyel partnerler ve kazan-kazan durumları görecek bir politikayı kabulüne ilişkin ümitleri de yeşertmektedir.

E3+3 formülüyle, İran ve ABD arasında on yıllarca süregelen iletişimsizliğin aşılmasına yardımcı olan ve aynı zamanda uluslararası büyük aktörlerin yan yana gelerek ortak çıkarları savunmalarına dayalı, işleyen bir müzakere biçimi oluşturduk.

Belki şimdi de, Viyana’da sağlanan tarihi uzlaşıdan hareketle, bölgenin başka yerlerindeki ağır çatışmaları hafifletmeyi deneyebiliriz.

Viyana Anlaşması‘ndan görüldüğü üzere, bunun için iki şeye ihtiyaç vardır: Uluslararası toplumun birlik olması ve ortak çıkarlar doğrultusunda çaba gösterme iradesi, ayrıca çözüme küçük, pragmatik adımlarla yaklaşma, güvensizlikleri azaltma ve fikirleri ve görüşme biçimlerini deneme sabrı ve isteği.

Libya konusunda da, bir ay önce Birleşmiş Milletler Özel Temsilcisiyle birlikte Berlin’de karşıt tarafları bir araya getirirken yaklaşımımız buydu.

Ancak hiçbir yerde durum, beşinci yılında da iç savaşın acımasızca devam ettiği Suriye kadar acil değildir. On milyon insan savaştan kaçmış, çeyrek milyon insan da hayatını kaybetmiştir. Çatışma ne kadar uzun sürerse, o oranda Almanya’da bizler de bundan, sadece İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana yaşamadığımız boyuttaki göçmen akımları nedeniyle değil, aynı zamanda IŞİD terör gruplarının yaygınlaşması dolayısıyla da etkileniyoruz.

Suriye’deki cepheler hiç olmadığı kadar keskinleşmiş görünüyor, hem askeri hem de siyasi olarak. 2011 yılında Arap Baharı’nın ortasında pek çok kişiye keyfiliğe ve baskıya karşı barışçıl bir ayaklanma gibi gelen şey, hızlı bir biçimde, faturası Suriye halkına çıkarılan etnik-mezhepçi-ideolojik bir temsili savaşa büründü. Resmi oluşturanlar yabancı savaşçılar ve sayısız islamcı milislerdir. Suriye Ordusu da, Esad’ın iktidar gücünü savunmak adına en acımasız yöntemlere başvurmakta sakınca görmemektedir. Suriye toplumundan arta kalanları kurtarmak için artık çok zamanımız yoktur.

Birleşmiş Milletlerin Suriye’de çatışma taraflarını barışçı bir çözüme zorlama girişimleri, özellikle Güvenlik Konseyi’nde uzlaşma olmaması ve bir Amerikan-Rus çıkar karşıtlığı nedeniyle şimdiye kadar başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun yakın zamanda aşılacağına eminim, çünkü artık Moskova da Esad rejiminin giderek daha fazla köşeye sıkıştığını görmektedir.

En başta Türkiye ve Suudi Arabistan olmak üzere, Suriye’nin tümüyle dağılmasında çıkarı olmaması gereken komşu ülkelerin de katılımı şarttır. Aynı zamanda, barışçı bir siyasi çözüme ortak edilerek, buna yapıcı katkı sağlayacak bir İran gerekir.

Böyle bir süreç, bir yanda Esad’ın varil bombaları, öte yanda IŞİD cellatları ve diğer islamcı milisler oldukça ve bu taraflar dış güçlerden yoğun destek buldukça, başarılı olamaz. Olayların bu vahim gidişatına dur diyebilmek için, sadece tek bir çözüm vardır: Uluslararası toplum dışardan aynı ağızdan konuşmalı ve davranmalıdır.

Bu şu anda çok uzak gibi gelebilir. Ama nükleer kavgada Viyana’da elde edilen uzlaşı bize şunu göstermiştir: Çatışmaların barışçı çözümü, güvensizliğin, hatta düşmanlığın aşılmasının başlangıçta olanaksız göründüğü hallerde bile mümkündür. Bu yorucudur, sabır ve sebat gerektirir. Ancak her çabaya değer.

 

İlgili Haberler