24 Aralık 2012 19:55
Sözcü Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz, “Dilerim bizim patron (Burak Akbay) hiçbir zaman işadamı olmaz, gazeteci olarak devam eder. Zaten o zaman sansüre gerek kalmaz. Eğer holdinglere girer, ihalelere girerse bir şey diyemem. O zaman herhalde ben de yayın yönetmeni koltuğunda olmam” dedi. Mehmet Ali Birand’ın “Başörtülü spiker kanalın markasını yaralar” sözlerine “Bizim böyle bir bakışımız olamaz” diyerek karşı çıkan Yılmaz, “Başörtülü yazarımız (Ayşe Sucu) var. Bizde çalışan çocukların bazıları 5 vakit namaz kılar. Çok da memnunlar bizden. Mescit de var burada” dedi.
Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e konuşan Yılmaz, gazetelerin tirajlarının “Gazetelerin cesur olmadıkları, her şeyi yazamadıkları ve çok durgun bir gazete yaptıkları için” düştüğünü söylerken Sözcü’nün “yok sattığını” ve elde edilen kazançla İstanbul, İzmir, Ankara ve Adana’da matbaa kurduklarını belirtti. Yılmaz, “Maddi açıdan bizim hiçbir problemimiz yok” sözleri ardından isim vermeden başka gazetelere yardım ettiklerini söyledi.
“Onca manşetlere rağmen hükümetle bizim aramızda öyle çok açılan dava bile yok” diyen Metin Yılmaz, “Sorarsanız size ‘hükümet baskısı var mı’ diye asla yok, böyle bir şey. Ama neden yok bizim çünkü hükümetle işimiz yok” dedi. Yılmaz, oto-sansür tartışmalarını da “Hükümet onlara ‘niye böyle yapıyorsunuz’ demiyor belki de. Ama kendileri kendilerini ‘aman ya bir şey derlerse’ diye korkutuyor” sözleriyle yorumladı.
Metin Yılmaz, “CHP’ye yakın derler bizim için ama hiç alakası yok” derken; “Sözcü’ye reklâmlarda oto sansür uygulandığını" ileri sürdü. Yılmaz’ın Medyaradar’da yayımlanan (24 Aralık 2012) söyleşisi şöyle:
Türkiye’de böyle muhalefet yapan gazete neredeyse kalmadı. Sözcü’yü bir de bu yönüyle değerlendirsek.
Maalesef öyle. Ne kanallar ne de gazeteler muhalefet ediyor. Muhalefetten ziyade normal haberler bile verilmiyor. Bir korkaklık var bu da oto sansür korkusu. Medyada “ne derler “korkusu başladı. Gerçek haberler bile görülmüyor. Böyle olunca da tirajlar düşüyor doğal olarak. Satışlar düşüyor. Millet beğenmiyor tabi rutin haberleri.
Eee sonuç ne oluyor okunmuyorlar mı?
Böyle olunca da gazete patronları, gazeteci patronu olmadığı işadamı olduğu için parası da olduğu için promosyona yöneliyor. Böyle olunca da gazeteler bedava dağıtılıyor. Çoğu gazete bedava dağıtılıyor. Türkiye’de haberle satılan tek gazete biziz.
Peki siz hiç ek ve ya promosyon düşünmüyor musunuz?
Hayır hiçbir şekilde; kesinlikle promosyon düşünmüyoruz. Çok teklif geliyor ama istemiyoruz. Bizim tarzımız bu. Biz haberlerimizle satılıyoruz zaten. Tek işimiz gazetecilik. Buna patron da dahil. Onun da işi haber. Düşünün ki 57 bin tirajla başlayan bir gazete 300 binlere dayandı. Çok satıyor hatta yok satıyoruz diyebilirim. Patron bundan ne kazanıyorsa kazandığını kredi alıp matbaalara yatırıyor. Bakın bizim bir matbaamız vardı İstanbul’da; şimdi İzmir, Ankara ve Adana’da kendi matbaalarımızı kurduk. Böyle olunca da gazeteciler de daha cesur iş yapıyor. Bir korku yok bir sansür yok, bir baskı yok. Eee cesur haberler yaparsan halk da seni tercih eder okur. Çok satarsın.
“Mahallenin zıpkın delikanlısı” deniyor sizin gazete için; peki siz ne diyorsunuz kendinize ve sürekli taçlandırdığınız bu başarıya.
Öyle. Diğer gazetelere baktığınızda birbirinden hiçbir farkını göremiyorsunuz ama biz farklıyız. Ve farkımızı da hissettiriyoruz. Bizim hiçbir siyasi bağlantımız, ilişkimiz yok. Göbek bağımız yok. Rahat habercilik yapıyoruz.
Bir zamanlar “Amiral Gemisi” denirdi Hürriyet’e; sanki şimdi o amiralliği Sözcü devralıyor.
Doğrudur. Sözcü’yü çıkardığımız zaman okur kitlemiz emekli halk tipi bir okur kitlesiydi. Ama bu zaman içinde Türkiye’deki siyasi ortamın başka mecralara taşınması nedeniyle yeni bir okuyucu tipi belirdi. Kaymakam, öğretmen, atanamayan öğretmen, emekli öğretmen... Üniversite öğrencileri. Mesela dayak yiyen bir üniversite öğrencisi düşünün. Bunu hiçbir gazete görmüyor, ama biz “neden dövüyorsunuz, neden vuruyorsunuz ” diyoruz; o çocuk da feryadını duyurduğu bu gazeteyi okumayı tercih ediyor. Ama diğer gazetelerde o tepkiyi, o feryadı göremiyor.
Gücünüzü neyden (nereden) alıyorsunuz?
Patrondan alıyoruz tabiki. Patronumuz işadamı değil, sadece gazeteci olduğu için rahatız, çok da güçlüyüz.
Böylesine sert muhalefet yapan gazetenin tüm gözler de üzerinde oluyor. Zor mu Sözcü’nün Genel Yayın Yönetmenliğini yapmak?
Tabii ki. Hele de böyle bir ortamda çok zor. Türkiye özel bir süreçten geçiyor. 90 gazeteci hapiste. Balyoz, Ergenekon derken birçok operasyon oldu. Gözaltılar, tutuklamalar; düşünsenize böyle bir ortamda sizde sürekli sert çıkışlar yapıyorsunuz. “Acaba” diyorsunuz bir şey olabilir mi? ama hayır biz işimizi yapıyoruz, haberciliğimizi yapıyoruz. O yüzdende hiç kimseden korkmuyoruz, korkusuzuz.
Peki, hiç mi tereddütleriniz yok ya bir gün sizinde kapınızı çalarsalar?
Ya ne olursa olsun bir tereddüt oluyor tabi ama tereddütler de bizi yıldırmıyor. Bir yola çıktık, doğru bir yol, yanlış yapmıyoruz; yanlışları biz haber yapıyoruz. Hükümetle de bir alıp veremediğim yok. Olsa zaten mahkemeler var. Bizi mahkemeye verirler, adalet var ve adalette hesabını sorar. Zaten şimdiye kadar listelere baktıysanız tekzip ve yalan haber sıralamasında Sözcü en son sırada. İşin ilginç yanı bunu karşı grubun gazetesi olan Akit yayınladı. Onca manşetlere rağmen hükümetle bizim aramızda öyle çok açılan dava bile yok. Mahkûm olduğumuz da çok az dava var.
Neyinize güvenerek muhalefet yapıyorsunuz?
Biz halka güvenerek muhalefet ediyoruz.
Hem gazeteci hem de çok genç bir patron olunca yazı işlerinde durumlar nasıl oluyor?
Patronla kardeş ağabey gibiyiz. O da gazeteci zaten. İşi çok iyi biliyor. Yazı işlerinden anlıyor olması çok önemli çünkü aynı dili konuşuyoruz. İşte o zaman keyif alıyorsunuz yapılan işten. Gazetecilikte bu çok önemli; patron ve gazete genel müdürü aynı dili konuşuyorsa o gazete gazetedir. Her şeyi kendi kuruyor, yapıyor. Aynı dili konuşamadığınız zaman paranın gücüyle iş yaparsınız ama burada öyle bir durum söz konusu değil. Patron haberlerin içeriğine karışmaz. Müdahale etmez.
Peki, sizin gazete ile diğer gazeteleri karşılaştırdığınızda neler hissediyorsunuz, manşetleri size göre tatmin edici mi?
Valla ben gazeteleri elime aldığımda hiçbir şey göremiyorum. Hiç de tatmin edici gelmiyor. Çok ünlü, birinci sınıf gazeteleri elinize aldığınızda şöyle bir haftayı düşünün hangisinin manşeti aklınızda kalıyor? Düşünüyorsunuz Hiçbiri. Çünkü neden önemli bir haber yok, , hepsinin manşetleri farklı. Gerçek haberi görmüyorlar. 3. sayfa haberleri ön planda.
Neden böyle?
Çünkü Türkiye’nin durumu çok farklı. Eskisi gibi değil. Medyayı da geren bir siyaset ortamı var. Gazeteciler “aman zarar mı görürüz, patrona zarar mı veririz” diye düşünüp; farklı mecralara, farklı haberlere yöneliyorlar yani işin aslı kendilerine oto sansür uyguluyorlar. En büyük sorunda bu zaten. Oto sansür!
Hangi gazeteyi beğeniyorsunuz? Var mı evet bunlar “gazetecilik, habercilik ” yapıyor diyebileceğiniz bir gazete.
Valla şu anda ben Sözcü dışında farklı bir gazete göremiyorum. Bu sevindirici değil; oldukça acı bir durum.
Ya haber kanallarına baktığınızda evet “iyi habercilik yapılıyor” diyebiliyor musunuz?
Onlar da gazetelerden çok farklı değil ki. Haber kanallarında da oto sansür başladı. Haberlerin tam dibine kadar gitmiyorlar. Korkuyorlar. Aslında yapamayacaklarından değil çekiniyorlar. Oto sansür yaptıkları için çok da haberi haber gibi göremiyorlar.
Yani Türkiye’deki medyanın en büyük sorunu oto sansür diyorsunuz?
Kesinlikle öyle. En büyük dert, en büyük korku... Bu başladı işte. Ne vahim değil mi?
Bu büyük sorun her yerde varsa; Sözcü’de de kıyıdan köşeden geçmiştir elbet diyebilir miyiz? Hiç oto sansür uyguladığınız oldu mu?
Hayır, hayır asla. Kesinlikle oto sansür diye bir durum söz konusu değil. Herkes çok özgür, dilediğini yazıyor. Bizde yazarların tek satırına bile müdahale edilmez. Ne yazarsa yazsın. Mesela Emin Çölaşan bir bakın yazılarına. CHP’ye yakın derler bizim için ama hiç alakası yok, CHP’yi yerden yere vuran yazarlarımız var bizim. Bekir Coşkun ile röportaj yaptık neler söyledi hepsini verdik. Biz bizi eleştiren isimlerle bile röportaj yapar ve bunu da yayınlarız. Bizde sansür olmaz. İmkânsız.
Oto sansür ne kadar otodur ?
Oto sansür bizde yok dediğim gibi. Tahmin ediyorum ki bu hükümetler güçlü olduğu sürece oto sansür de sürecektir. Hükümet onlara “niye böyle yapıyorsunuz” demiyor belki de. Ama kendileri kendilerini “aman ya bir şey derlerse” diye korkutuyor. Yanlış burada başlıyor.
Başbakan Erdoğan’ın medyaya yönelik eleştirileri de etkiliyor olabilir mi?
Tabii Başbakan’ın bu söylemleri gazetecileri daha da tereddütte itiyor. Oto sansürü artırıyor. Direkt hedef göstermese de “şu yazar böyle bu yazar şöyle” deyince. Diğer yazarlar da “acaba yarın bana da bir şey söyler mi diye çekinerek etkileniyor ve yazamıyor bu korku ile.
Başbakan zaman zaman sizi de ağır sözlerle eleştiriyor.
Bizim manşetlerimizi bazen hedef alıyor ama biz gereken yanıtı zaten veriyoruz. Geçenlerde de direkt manşetimizi hedef aldı. Bizim hükümetle bir alıp vermediğiz yok. Biz işimizi yapıyoruz onlar da işini yapıyor. Eğer demokrasi varsa Türk adaletinin mahkemeleri var. Mahkemeler bir suç varsa yapar gereğini.
'Bir gün her gazeteci sansürü tadacaktır' ifadesine katılır mısınız?
(Gülüyor) Bize inşallah kısmet olmaz. Olmasında. Dilerim bizim patron hiçbir zaman işadamı olmaz, gazeteci olarak devam eder. Zaten o zaman sansüre gerek kalmaz. Eğer holdinglere girer, ihalelere girerse bir şey diyemem.
O zaman Metin Yılmaz bu koltukta olmaz sanırım …
Herhalde olmam. Zaten o durumda şu gazete böyle çıkmaz ki. Özgür olamazsın. Ben belki 15 gazetede çalıştım. Patronların birçoğu ile çalıştım, her şeyi gördüm. Hepsinde vardı bu. Sana direkt “şu haberi yapma” demese de anlıyorsunuz. Adamın 20 tane holdingi var. Gelde haber yap.
Sizin gazetenin kırmızıçizgileri, hassasiyetleri neler?
Biz devletçiyiz. Milliyetçiyiz ama bu milliyetçilik parti milliyetçiliği değil devlet ve Atatürk milliyetçiliği. Atatürkçü, Kemalist ve laikiz; bunlardan kesinlikle ödün vermeyiz.
“Sözcü Gazetesi’ni cemaat çıkarıyor “iddiaları ortaya atıldı. Ne dersiniz bu konuda. Denildiği gibi Sözcü Gazetesi ’Cemaat’in ’Truva atı’ mı?
(Gülüyor)Bir deli kuyuya taş atmış. Çok komik. Ekrem Dumanlı da bunu yazmıştı, oda şaşırmış. Ertuğrul Özkök de. Böyle bir şey olabilir mi, En fazla cemaat hakkında haber yapan gazete biziz. Böyle bir şey olsa Bu haberler yapılabilir mi? Emin Çölaşan neler neler yazıyor cemaatle ilgili. Hatta cemaatle mahkemelik ve bu mahkeme devam ediyor. Hiç alakası yok. Asla diyorum. Bazıları bizim başarımızı çekemediği için böyle saçma iddialar ortaya atıyor. Fehmi Koru biz yazı yazmış bunu da karşı rakipler aslında karşı rakip bile dememek lazım onlara boş dedikodu yapıyorlar işte. İşin özeti başarı hazımsızlığı. Biz kırmızı çizgilerimizden katiyen ödün vermeyiz.
Türkiye’de medya deyince konuşulacak o kadar çok konu var ki; ama öncelikle şunu sormak istiyorum. Medya nereye yürüyor? Sizce bizim sektördeki en büyük sıkıntı ne?
Medya hiç iyi bir yere gitmiyor. Tirajları topladığınız zaman bunu daha net görürsünüz. Bizim zamanımızda 5-6 gazete vardı, ama şimdi okur sayısı arttı, gazete sayısı arttı ama tirajlar git gide düştü. Bundan bir 20 yıl öncesi yıkılırdı rakamlar. Bir gazete 8 -9 bin satardı, 1 milyon satardı ama şimdi yok böyle tirajlar. Neden böyle oldu sorusunun cevabı ise şu: Gazeteler cesur olmadıkları, her şeyi yazamadıkları ve çok durgun bir gazete yaptıkları için tirajlar düştü. Medya patronları işadamları oldukları ve ihaleler aldıkları içinde ne oluyor iş promosyonlara dönüyor. Promosyonlarla da satılmaya çalışılıyor ve o gazete patinaj yapıyor. Patron bir yerden kazanıyor. Buraya finanse ediyor. Sırf tiraja baktınız zaman hepsi zararlı.
Türkiye’de medya özgürlüğü açısından bir problem var mı? Daha doğrusu bu ülkede medya özgürlüğü diye bir şey var mı?
Hayır, yok tabiki. Oto sansür var demiştim biraz önce. Biz cesurca işimizi yapıyoruz. Bize sorarsanız sizin gazeteye “hükümet baskısı var mı” diye asla yok, böyle bir şey. Ama neden yok bizim çünkü hükümetle işimiz yok. Bütün hadise orada.
Reklâm pastasında da mı bir baskı yok, her grup size gönül rahatlığıyla verebiliyor mu reklâmını?
Reklâmlarda bize oto sansür yapıyorlar. “Aman hükümet bir şey der” diye düşünüp bize reklâm vermeyenler var.
Bu bir gazete için çok fena bir durum olsa gerek?
İşin aslı tirajımız yüksek olduğu için artık kaçamıyorlar; ama ne yapıyorlar diğer satmayan hükümete yakın gazeteler var 10-15 satan. Biz diyoruz ki “kardeşim onlara da verin, vermeyin demiyoruz ama bizim hakkımız 300 bin; biz 300 bin tirajlık ilan istiyoruz” diyoruz. Ama bize ne yapıyorlar onlara 10 ilan verseler bize sadece 2 reklâm veriyorlar. Yani büyük bir haksızlık yapılıyor bize.
Maddi açıdan ne durumdasınız, zaman zaman krizler oluyor diğer gruplarda?
Maddi açıdan bizim hiçbir problemimiz yok. Allah’a şükür gayet iyi durumdayız. Bizim patronumuz kimseye bağlı değildir. Biz diğer gazetelere bile yardım ediyoruz. Sıkıntı yok.
Habercilik açısından sanki diğer genel yayın yönetmenlerinden daha şanslısınız, özel hissediyor musunuz kendinizi. Burada kendimi özgür hissediyorum, çünkü bağımsızım. Diğer meslektaşlarımın da içinden bu geçmiyor biliyorum. Onlar da özgür habercilik yapmak istemez mi hiç. Mecbur kalıyorlar, bu ekmek teknesi. Herkes herkese karşı gelecek diye bir şey yok. Biz bu işten ekmek yiyoruz. Bunu okuduk, bununla başladık. Profesyonel bakmak lazım.
'Tasmalı' gazeteci ifadesini hatırlıyor musunuz?
Hatırlamam mı hiç. Ya bunda kızacak bir şey yok. Tasmalı gazeteciler var tabiki. İsim vermek doğru değil. Hükümete çok yakın gazeteciler var ama yakınlık artık yalakalık haline dönüşmüş. Tamam, yakın ol bir şey demiyorum ama bir kez de “yaz be adam”. Hiç değilse bu yazan arkadaşlar bir günde doğruyu yazsın. Yani sürekli hükümet “çok iyi” “çok başarılı” yazılmaz ki. Hep iyi yapıyor diye bir şey yok. Arada olsun yaz ki insanlar sana güvensin, okusun. Gazetecilik birazda muhalefet etmektir. Gazeteci muhalif olursa gazeteci olur, yapısında bu vardır. Devamlı hükümete yağ çek, yağ çek, ciddiyetin kalmaz. Meslek etiği nerde kaldı o zaman? Sanatçılar, tiyatrocular, karikatüristler muhalefet olursa işini doğru yapar.
Peki, bu yağcı arkadaşları hükümet ciddiye alıyor mu?
Almaz ki niye alsın. “Nasılsa onlar bizden” diye bakmıyorlar. Ama muhalif gazeteler “neler yazmış, acaba bize ne demiş” diye merak edip bakıyorlar.
Birçok gazeteden gönderilen ya da yollarını ayırmak zorunda kalan gazeteciler sizin aileye dâhil oldu, oluyor da. İşinden olan her gazeteciye açık mı kapınız?
Doğru mesela Uğur Dündar, Emin Çölaşan, Necati Doğru. Öyle gelen isimler. Ve gazetemize de büyük katkıları oldu bu isimlerin. Hatta gelmek isteyen de çok isim var bize; halen mevcut gazetelerde yazan kişiler bunlar.
Kimler bunlar ve siz ne düşünüyorsunuz?
İsim vermek çok doğru değil ama kadromuz da doldu artık. Her gazeteciye kapımız açık ama sayfamız sınırlı. Öyle kırk sayfalık bir gazete çıkarmıyoruz neticede. Ayağımızı yorganımıza göre uzatıyoruz. Haydan gelen paralarımız yok ki 50 sayfalık gazeteler çıkaralım. Bunda hedef şaşarsa batarız biz. Belli bir potansiyelimiz var. Ama çok darda kalan meslektaşlarımıza da yardımcı olmak görevimiz.
Taraf Gazetesi’ndeki son istifaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben görüşlerine katılmasam bile gazete olarak iyi bir gazeteydi. Kendi alanında iyi gazetecilik yapan iyi muhalefet yapan ve iyi bir kalemi olan gazeteydi. Ama bundan sonraki aşamada ne yaparlar bilemiyorum. Çünkü Ahmet Altan’ın ben oraya çok katkısının olduğunu düşünüyorum. Deniliyor ki “misyonunu tamamladı”. Ama bu kısmıyla çok da ilgilenmiyorum.
Mesela Ahmet Altan sizin gazetede yazabilir mi?
Ahmet Altan bizim gazetede yazabilir de okuyucuya ters, bize çok ters kaçar. Bizim ilkelerimize uymaz Ahmet Altan. Ama bir yerde bence mutlaka yazmalı. Çünkü iyi bir kalem, iyi bir gazete. Fikirlerine katılmıyorum tabii ki. Ama Taraf’ı da Taraf yapan isim. Cesur başlıklar attı. Artık o belgeler nerden geldi, nasıl elde edildi bilemem ama yazmalı mutlaka bir mecrada.
Taraf’a gelen belgelerden size de geliyor mu? Sonuçta Sözcü, ’de çok etkin bir gazete?
Hayır, bize belge falan gelmez, gelse bile biz itibar etmeyiz. Çok araştırmak lazım. Biz öyle bir bakanın hakkında çirkin iddialara da girmeyiz. Biz varsa gerçek bir olay, gerçek bir haber onun üzerine gideriz.
Türkiye size göre nasıl bir süreçten geçiyor?
Valla Türkiye zor bir süreçten geçti. Şimdi yeni bir sürece başlıyor. Başkanlık sistemi tartışmaları var, o süreç başlayacak. Askeri diktatörlükler vardı, ondan geçtik. İnşallah yüzde 50 yüzde 60’larla sivil bir diktaya gitmez.
Başkanlık sistemini taşır mı bu ülke?
Bana göre zor. Taşıyacağını da zannetmiyorum. Her şey değişebilir bu ülkede. Seçim süreci zor olabilir, parti içindeki dengeleri iyi analiz etmek lazım.
Son 10 yılda medyada neler değişti?
Öyle çok değişiklik var ki; onlara biraz muhalif olan gazeteler gitti. Onlara daha yakın olan gazeteler geldi. Başbakan’ın uçağına bakıyorsunuz kimler var; satmayan gazetelerin genel müdürleri. Eskiden onlar uçağa alınmazdı. Çünkü tiraja bakılırdı. Ama mesela en çok satan gazetelerden biriyiz biz o uçakta yokuz. Düşünün ki Türk Hava Yolları’na bizi almıyorlar. “Neden almıyorsunuz” diyoruz “biz sizi gazete olarak kabul etmiyoruz” diyorlar. Peki, neden etmiyorlar biz orada olup bitenleri haber yapıyoruz. Eş dost kayırmalarını yazıyoruz, belgeler koyuyoruz, eleştiriyoruz. Aleyhlerinde yazıyoruz diye bizi almıyorlar. Kimleri alıyorlar satmayan gazeteleri. Tamam, onları da alın ama bizi niye almıyorsunuz, o kadar çok satan bir gazeteyiz diyoruz. İstedikleri kadar devam etsinler biz gazeteciliğimizden ödün vermeyeceğiz.
Baskının hissedildiği bir yerde gerçek habercilik yapılması mümkün mü?
Hayır kesinlikle. Bırak sansürü; oto sansür bile başlamışsa iş bitmiştir. Yazı işlerinde eğer o gün görülecek haberden çok görülmeyecek haberler tartışılıyorsa gerçek habercilikten söz etmek ne mümkün. “Acaba ne derler” korkusunun olduğu yerde gazetecilik mi, olur habercilik mi olur?
Sözcü bu noktada tek kaldı diyebiliyor musunuz?
Evet, tek kaldı. Türkiye’de tekiz. Biz çıktığımız günden bu yana aynı çizgide devam ediyoruz. Etmeyi de sürdüreceğiz.
Başbakan’ın gazeteciler yönelik sert üslubunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok sert buluyorum. Başbakan hakkında iyi yazıldığında ses çıkarmıyor ama biraz sert yazıldığında köpürüyor. Aslında hiç lüzum yok herkes görüşünü yazabilir. AB’ye giriyoruz diye övünüyoruz, ileri demokrasi diye övünüyoruz ee bırakın o zaman dilediğini yazsın kişilerde. Zaten yazan kişiyi bağlar. Okuyucu beğenmezse zaten o yazarın cezasını verir. O gazeteyi almaz. Televizyonlara bile müdahale ediliyor yahu.
Nasıl bir müdahale bu?
En basitinden alıp başını giden bir Muhteşem Yüzyıl dizisi tartışmaları. Millet seyrediyor kardeşim, reytinglerde birinci. Kendi fikriniz; eğer beğenmiyorsanız seyretmezsiniz. Kanuni rolü ile ecdadımız rencide ediliyormuş tamam olabilir ama kendi görüşünüz. Millete “seyretmeyin, yargı harekete geçsin” demek olmaz. Hedef gösteriyorsun sen. Ne Oluyor sonra millet de gidiyor savcılığa suç duyurusunda bulunuyor. O zaman bir tane savcı çıkacak, hayda bunları alacaklar muhteşem yüzyılı kim çekiyor senaristinden tutun oyuncusuna kadar hapse atacaklar. Ecdada hakaret. Al başında belayı. Oldu mu şimdi. Olmaz.
Başbakan’ın gazetecilere yönelik üslubunu konuştuk tamam sert; ama maşallah sizinki de ondan pek aşağı değil Her ne olursa olsun. Bir ülkenin Başbakanı’na, Cumhurbaşkanı’na ismiyle hitap etmek etik mi? Hem insani hem de basın ahlakı açısından?
Evet, böyle eleştiriler oldukça fazla ama ben buna katılmıyorum. Bizim tarzımız bu. Biz kötü bir şey demiyoruz ki; Tayyip demek suç mu, hakaret mi kötü mü? Hürriyet’in de bundan 7-8 sene önce attığı manşette böyleydi, Star’ın da. Onlar da Tayyip diyordu. Tayyip Bey’in rahmetli annesi de Tayyip demiyor muydu? Sevdikleri Tayyip diyor (kahkaha atıyor).
Nedir sizin bu manşet çılgınlığınız. 10 Kasım manşetinizde oldukça tartışıldı “Tayyip Kalksana, Ata’ya koşanlara baksana.”
(Kahkahayı patlatıyor) Evet çok konuşulan manşetlerimizden biriydi. Bayramlarda bizim böyle özel sayfamızı bekliyor okuyucu. Mesela biz Atatürk’ü de konuşturduk. Diyorlar ki “yav Atatürk konuşur mu” bu bir hayal neticede kötü bir şey değil ki. Ama bu çok tuttu söyleyeyim size. Tirajımızı da katlıyor.
Manşetleriniz genelde ya Başbakan ya da hükümete yönelik oluyor. Bunda bir kıstas var mı?
Eee hükümet konuşuluyor. Muhalif gazete başka ne yapacak. CHP ile benim işim olmaz ki onlar zaten muhalefette.
Hiç unutmuyorum yine olay manşetlerinizden biriydi. Hükümet üyelerinin başörtülü eşlerini tek tek fotoğraflayarak, “Hangisine daha çok yakışıyor?” diye sordunuz. Hatta “başörtüsü düşmanı” ilan edildiniz. Neden böyle bir manşete atma ihtiyaç duydunuz?
(Gülüyor) Hiç bir art niyet yok. Baktığınızda kabine üyelerinin hanımlarının hepsi kapalı... Bir iki tane açık var. Eee bu haber değil de ne? Magazin haberi değil midir bu? Kimseyi incitmek, kırmak gibi bir niyetimiz yok. Yine böyle bir tartışma konusu. Konuya yakın olduğu için fikriniz merak ettim. Mehmet Ali Birand “Başörtülü spiker kanalın markasını yaralar”dedi. Epey de tepkiler aldı. Siz bu konuda düşünüyorsunuz?
Bizim böyle bir bakışımız yok olamazda. Kaldı ki bizim başörtülü yazarımız var, Ayşe Sucu. Bizde çalışan çocukların bazıları 5 vakit namaz kılar. Çok da memnunlar bizden. Mescit de var burada.
Sadece muhalefet etmekle olmaz. Habercilik anlamında ne yapıyorsunuz, Bir yolsuzluk dosyasını açabiliyor musunuz, araştırmacı gazeteciliğiniz ne durumda.
Tabiki yapıyoruz. Bizde bütün haberler var. Yolsuzluk dosyalarını vermez olur muyuz, çok haber çıktı. Ekonomi de var bizde magazin de.
Hiç attığınız bir manşetten dolayı pişmanlık duydunuz mu?
Hayır. Biz her manşeti düşünerek atarız, pişman olabileceğimiz, tereddütte kaldığımız haberleri zaten manşete taşımayız.
Başbakan uçağına davet edilseydiniz ne sorardınız?
Biz kimsenin soramadığı soruları sorardık.
Talepte bulunmadınız mı hiç gazeteci olarak, ee bir sorun bu kadar çok satan bir gazeteye neden konuşmasın?
(Gülüyor) Bulunduk, ama henüz yanıt gelmedi. Bizi davet ederse, bizim istediğimiz soruları soracağız. Tek satırına dokunmadan yayınlayacağız. Öyle olursa demokrasi vardır.
Ne soracaksınız?
Diyeceğiz ki sizin gemicikleriniz varmış doğru mu, hastanelere ortaklıklar varmış doğru mu? Çocuklarınızın iş hanları varmış, evler almışsınız var mı böyle şey. Kamuoyunda merak edilen, yazılmayan her şeyi soracağız. Eğer yoksa böyle şeyler Başbakan da “hayır yalan” diyecek bunu da yayınlayacağız.
Başbakan TV programlarına çıktığında soruyu soran hep aynı gazeteciler oluyor genelde, sizleri soru sorarken görmek çok da mümkün olmayacak galiba?
Ben Başbakan’ın yerinde olsam böyle bir basın toplantısı yaptığımda ve yahut programa çıktığımda muhalif isimleri çağırırım. Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Melih Aşık, Necati Doğru gibi isimler. O zaman seyredilmiyor (gülüyor) bunları çağırırsa hem çok izlenir hem de dikkat çeker. O kanal var ya o zaman reyting rekorları kırar. Bir numara olur. Zaten hükümet yanlıları ne kadar objektif sorular sorabilir ki? Emin Çölaşan nasıl sorular sorar düşünsenize. Hem muhalifler soru sorarsa vatandaş da daha ikna olur. Sonuçta yüzde 50 oy veriyorsa bir o kadarı da vermiyor. Hakikaten demokrasi varsa olması gereken söylediklerim.
Bu kadar cesur gazetecilik dedik, sansürsüz bir sözcü dedik. EE o halde birde televizyon eklense buna. “Var” deniliyor böyle bir proje. Biraz anlatsanız ilk benden duysa okuyucularımız.
(Gülüyor ve heyecanla anlatıyor) Projelerimiz var ama sırayla kademe kademe. İlk önce gazete; bizim işimiz gazetecilik. 1 ay sonra Almanya’da yayına başlıyoruz. Gazetemiz Almanya’da da dağıtılacak. Ardından matbaalar. Adana’daki matbaamızla ilgileniyoruz. İnternet sitemizi de kurduk. Tabii ki televizyon düşüncemiz var. Düşünce dediğime bakmayın çünkü düşüncede kalmayacak. Çok yakında.
Sözcü mü olacak ismi?
İsmi konuşmak için çok erken. Net bir şey söyleyemem.
Peki, haber kanalı mı olacak?
Ağırlıklı olarak haber kanalı olacak ama normal haber kanalı gibi değil, çok değişik bir şey olacak. Yani yine fark yaratacağız. Tıpkı gazetede olduğu gibi.
Biraz açsanız?
Alev Hanım sürpriz olsun.
Yakın bir tarih mi?
Çok geç değil tabii ki. Gazetenin satışına ve gelirine bağlı diyelim.
Başbakan dedik araya televizyon girdi. Bir sorum daha olacak. Sürekli eleştiriyorsunuz ya hükümeti. Peki, hiç mi iyi bir çalışması yok bunların başarılı bulduğunuz Allah aşkına size göre. Sağlık alanında evet var. Ben yakınlarımdan duyuyorum. “Hakikaten gidiyoruz. Muayenemizi rahatça oluyoruz” diyorlar. Oradan bir tepki gelmiyor. Olsa haber olarak görürdük zaten.
İktidarın en büyük yanlışı şuydu diyebileceğiniz bir durum var mı?
Bence en başarısız oldukları konu bu Kürt politikası oldu. Yanlış hareket ettiler. Hala da ediyorlar. Bu açılım saçılımlar ülkeyi farklı bir noktaya getirdi. İkili oynanıyor. Kapalı kapılar ardında anlamadığımız, aklımızın ermediği şeyler oldu. Çok farklı olaylar gelişiyor ve anlamak mümkün değil. İşte Bülent Arınç’ın “ben olsam dağa çıkardım” sözleri; Hiç yerinde olmayan, çok değişik anlamsız açıklamalar. Bu ülkede binlerce şehit var. Onların ailesi var. Bunların yaraları sızlıyor. 30 bin kişinin katilini biranda kimse çıkıp da zavallı bir çocuk rolüne sokamaz. Bu ülkede ülkücüler de işkence gördü. Milli görüşçüler işkence gördü. Solcular işkence gördü. Hepsi o zaman dağa mı çıksaydı, silahlanıp devletin askerini polisini mi öldürseydi? Ben bunları hiç yakıştıramadım Arınç’a. Yaptıkları ile konuştukları uyuşmuyor. “Dokunulmazlıkları kaldıralım” diyorsunuz, KCK operasyonları düzenliyorsunuz, insanları içeri alıyorsun; sonrada “dağ” sinyali veriyorsun. Açık kartlarla oynanmalı, Pazarlık yapılıyorsa dökün taşları milletin önüne, herkes bilsin ne olduğunu. Böyle sinsice olmaz.
Teröristbaşı Öcalan’ı bir gün siyaset sahnesinde görebilir miyiz?
Hiç şaşırmam. Bu tabloya göre gidişat öyle görünüyor. Adamı zavallı ilan ettiler. Neymiş efem “namaz kılıyormuş” tamam o zaman her namaz kılan gitsin dağa çıksın. “Namaz kıldığı için iyiymiş “ böyle bir şey olabilir mi” yahu. Bu ne mantıksızlık... Bu AKP hükümetine de zarar verir. Diyorsunuz ki “biz açılım yapıyoruz. Kürt kardeşlerimizi önemsiyoruz” Diğer yandan KCK operasyonları düzenliyorsunuz vs. Ben anlamadım, çözemedim çorba gibi oldu açılım (gülüyor).
Dokunulmazlıklar konusunda da o halde söyleyecekleriniz vardır. Biz bunları manşet yaptık, hepsini de koyduk. Bütün hepsinin kalksın dedik. Takke düşsün, kel görünsün. Herkesin suçu var. Suçu olan da yargılansın. Tümden kalksın. Bu kadar basit.
PKK’lılarla kucaklaştıkları o görüntüleri izlediğinizde ne düşündünüz?
Valla biz ona tepkimizi gazetemizde verdik. En sert tepkiyi gösterende yine bizdik. Uyardık da bu açılımla ilgili Habur’la ilgili. Dedik ki “kardeşim napıyorsunuz siz; dikkat davulla zurna ile terörist mi karşılanır”. Bize onların candaş gazeteleri dedi ki, “Bunlar Ergenekoncu, bunlar açılım istemiyor” sonra ne oldu açılım bitti hem de hüsranla. Dediğimize geldiler.
Teröristlerden konuşmuşken hemen Ergenekon davasına gireyim. Ne bekliyorsunuz bu davanın sonucundan?
Valla sonuncundan bir şeyler çıkacak bir ceza verilecek, o Allah’ın emri. Görünen köy kılavuz istemez. Belki birkaç kişiyi göstermelik tahliye ederler. Ya şöyle söyleyeyim bir Ergenekon örgütü, çetesi diyorlar. Bu örgütün lideri kim, lideri yok. Buraya kim finans sağlıyor. Bunların toplantıları yok, görüşmeleri yok. Bunların birbirleriyle irtibatları bile yok. Ortada hiçbir şey yok ki Sadece Ümraniye’de bir evde bomba çıkmış vs. PKK itirafçılar var, işin ilginç yanı onların zaten kendisi PKK’lı. Nasıl bir şey bu ya? Ben hâkim, savcı olsam orada birey göremem. Ama onlar görüyor demek ki. İlginç, takdir onların...
İçerideki meslektaşlarınıza terörist deniyor, siz ne dersiniz. Sadece gazetecilik yaptıkları için içeride diyebilir misiniz?
Ben şöyle diyorum. Gazeteci eğer yazı yazdıysa muaf bırakılmalı. Kendi görüşü bu ya... Diyorsunuz ki AB’ye gireceğiz. İleri demokrasi. Ama 90 gazeteci içeride. AB’ye girmeyeceksek o zaman farklı; yasaları uygularsınız. Terör örgütüne eğer karışmadıysa, silahlı eyleme katılmadıysa neden içeride. Fikir olarak destekleyebilir bilemem. Mesela Mustafa Balbay, tanımam ama yazılarını okuduğum kadarıyla asla. Ya bu insan Cumhuriyette başyazarlık yapmış adam. Bunlar Cumhuriyet’te zamanında orduya karşı ihtilale karşı direnmiş adamlar, generallerle, askerlerle konuşmuş olabilir. Gazeteci konuşabilir ne var bunda. Gidip terörist başı Öcalan’la röportajlar yapıldı, ne yapacağız şimdi adamı asacak mıyız, gazeteci. O gider haberini yapar, gazetenin inisiyatifine kalmış yayınlar ya da yayınlamaz. Ama gazeteci herkesle röportaj yapar. Katille de yapar, Apo ile de yapar. Ama kendi etiğine kalmış kardeşim ben bu adamla röportaj yapmam derse de yapmaz.
Peki, Ergenekon medyası ne demek?
Ergenekon medyası kim biliyor musun; askerleri savunuyorsun. Diyorsun ki kardeşim paşaları böyle almayın. Düşünün on kişi tutmuş yaka paça, kafasına bastırarak adamları alıyorsun. Yav diyorsun “bir paşa böyle alınmaz gözaltına”. Bir paşa kolay yetişmiyor. Bu adam dağlarda teröristlerle mücadele etmiş, vatanı Milleti için canını siper etmiş. Çoğu madalyalı ve hepsi de içeride şuan. Bir dönem hatırlarsanız her gün evlere operasyonlar düzenlendi, herkes gözaltına alındı. Bir koku imparatorluğu yaratılmıştı. Ne oluyor dedik yahu Irak mı burası. Bir dönem yaşadık bunları. “Bunları böyle almayın, bunlar neden kaçsın dedik”. İşte bu görüşleri savunduğumuz için Ergenekon medyası ilan edildik. Ne alakası var.
Çok samimi bir soru soracağım; hâlâ anlayamadığım bir konu. Ergenekoncu ne demek? Nasıl bir şey bu Ergenekon?
Yok, böyle bir şey hayali bir örgüt yaratıldı. Onlarca kişi içeride değil mi; hani bunların yeri nerde. Temsilcileri kim, finansörleri kim.
Kimi köşe yazarlarının Sözcü’yü ağır sözlerle eleştirmesini nasıl buluyorsunuz?
Biz onlara cevap vermiyoruz, gülüp geçiyoruz. Kendi görüşleri ve onları bağlar. Bizim kişilerle işimiz yok. Biz önümüze bakıyoruz. Zaten onların gazeteleri de okunuyor mu okunmuyor mu belli değil.
Peki, gazetecinin tarafı olmalı mı? “Objektif”lik bir anlam ifade ediyor mu?
Objektif de olabilirsin, taraf da tutabilirsin. Ben muhalif bir gazeteciyim. Taraf da olabilirim bu en doğal hakkım.
Eskiden gazeteci taraflı diye eleştirilirdi şimdi tarafsız diye eleştiriliyor.
Evet aynen öyle. Eskiden bütün gazeteler muhalifti. Muhalif olmazsa zaten neden gazetecilik yapılıyor ki; gazeteci muhaliftir olmazsa olmaz.
Peki, muhalefet partilerinin medyaya bakışını nasıl buluyorsunuz?
Valla muhalefetin yanında görünen tek gazete biz kaldık. Onların açıklamalarını biz görüyoruz. Diğerleri yer veriyor mu sizce yeterince? Bizden başka veren yok, biz herkese adil, eşit yer veriyoruz. Gerçek haberci mantığıyla hareket ediyoruz.
Birde dış politikaya dair sorum olacak size. Suriye konusunda siz ne düşünüyorsunuz?
Suriye 2 yıl öncesine kadar dostumuzdu da şimdi ne oldu sorusunu soruyoruz. Dosttuk da neden post olduk diye sorarlar adama. Politika bence dini olaylara dayanıyor birazda. Eğer Esad Sünni olsaydı bunlar olacak mıydı, olmayacaktı. Dolayısıyla destek verirdik. Haşimi’yi neden saklıyoruz biz?
Hiç de iyi şeyler olacağını sanmıyorum. Çok karışıklık olur. Suriye bölünür. Bizim başımıza da bela olur. Orada bir Kürt devleti kurulur. Kürtler de başımıza bela olur. Bu sefer 2 yerle birden uğraşırız.
2013’e giriyoruz beklentileriniz neler?
Türkiye için huzurlu, mutlu, rahat korkusuz bir yıl olur inşallah. Medya açısından da korkusuz, özgür, yeni yayınlar, yeni mecralar diliyorum.
Çok teşekkür ediyorum bu samimi yanıtlar için; gerçekten herkes bu gazetenin başarı serüvenini ve diğer konuştuğum konulardaki görüşlerinizi merak ediyordu.
© Tüm hakları saklıdır.