Politika

Soysal'dan 'Ulusal şura' çağrısı

Ülke gündemindeki iki tartışmaya değinen Mümtaz Soysal, cumhuriyetçi kesime ulusal şura kurmaları çağrısında bulundu.

12 Eylül 2008 03:00

Deniz Feneri davası ve Başbakan Erdoğan arasındaki tartışmayı ülke gündemindeki iki küçük patlama olarak köşesine taşıyan Soysal, cumhuriyetçi kesime ‘ulusal şura’ kurmaları konusunda çağrıda bulundu.

Ülke gündeminde yer alan gelişmeleri Cumhuriyet gazetesindeki köşesinden eleştiren Mümtaz Soysal, cumhuriyetçi kesimin siyasetçileri ‘ulusal şura’ oluşturup, başarılı olamazlar mı diye çağrıda bulundu. Mümtaz Soysal’ın bugünkü yazısı:

Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi’nin fizikçileri Büyük Patlama deneyiyle evrenin sırrını çözmeye çalışadursunlar, Türkiye’nin küçük patlamaları ülkedeki düzenin “hâl-i pürmelâl”ini bütün açıklığıyla gözler önüne sermeyi sürdürüyor. Son haftalarda iki küçük patlama yaşadık. Biri Deniz Feneri rezaleti, öbürü de Erdoğan-Doğan söz düellosu.

Ortaya çıkan görüntü, düzen değil, tam bir düzensizliktir. Belki o açıdan, ‘Büyük Patlama’ sonrasında evrende yaşandığı söylenen ‘Büyük Kaos’a benzetilebilir. Şu farkla ki, onun sonunda büyük dinlerin “İlahi Uyum” dedikleri bir doğa düzeni oluştuğu halde, şimdiki ulusal kaostan, eğer akılcı bir yaklaşımla durdurulmazsa, ondan çıka çıka, ancak daha büyük bir kaos çıkar.

Evet, “düzen” dediğimiz şimdiki kargaşaya bakın.

Devletin anayasası “Kimse dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” demiş, hazretler “fakire yardım sevaptır” diye para toplayıp camiler dolusu fakir fukarayı dolandırmışlar. Bırakın sosyal devleti, zekât yoluyla da olsun insanların mutluluğunu sessiz sedasız sağlamak yerine, erzak dağıtma görüntüsüyle oy toplamaya kalkmışlar.

Öte yandan, Anayasa “Haberleşmenin gizliliği esastır” derken tele kulağın dinlemediği kimse kalmamış. Anayasa haber alma ve öğrenme özgürlüğünden söz ettiği halde, basın ve yayın araçları, bu özgürlükleri sağlama ve pekiştirme yerine, ticari çıkarları kollama ve kamuoyunu aldatma silahlarına dönüşmüş.

Örnekler çoğaldıkça, kasvet artıyor, dayanamayan kalkıp ülkeden gidiyor.

Türkiye yaşanmaz duruma gelince hiç büyük patlama yaşamamış da sayılmaz. Tam tersine, üç kez yaşadı: 27 Mayıs, 12 Mart ve yirmi sekiz yıl önce bugün yaşanan 12 Eylül. Birincisi, ki şimdiki iktidarın gözünde en kötüsü sayılır, hiç değilse belli bir düzen getirebilmek için, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti, planlı ekonomi gibi ilkeler getirmişti; ama ardından gelen iki büyük patlama, hepsini teker teker berhava etmeyi marifet saydı.

Patlamaların yararsızlığı, ille de bir başka büyük patlama beklemek yerine, dağılmış akıl zerrelerini toplayıp doğru dürüst bir ortak akıl oluşturmaktan başka çare bırakmamıştır. Kim ne derse desin, bu yöntemi en iyi uygulayabilen ulusal kurum, genellikle sanılanın ve dıştan söylenenin aksine, parlamento, hükümet ve ana muhalefet gibi siyasal kurumlar değil, hiç beklenmedik biçimde kurmay tartışmaları yoluyla ortak düşünce oluşturmayı deneyen ordu oluyor galiba. Yeni Genelkurmay Başkanı’nın ortaya koyduğu yaklaşım böyle bir yöntemin izlerini taşır gibidir.

Askerin yaptığını cumhuriyetçi kesimin siyasileri yapamaz mı? Bir çeşit “ulusal şûra”da yan yana gelip ortaklaşa oluşturulmuş aklın gereklerini yerine getirmek hiç mi başarılamayacak bir iştir?