İstanbul Maslak'ta bir otobüste Ayşegül Terzi'ye şort giydiği için tekme atan Abdullah Çakıroğlu'nun 'basit yaralama' suçundan serbest bırakıldıktan sonra 'halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek'ten yeniden gözaltına alınması hukukçular arasında yeni bir tartışma başlattı. İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi, Ceza Hukuku Profesör Ersan Şen'in "Burada halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, halkın dini hissiyatlarının aşağılanması var mıdır, somut bir durum var mıdır? Bence yok" görüşünü dile getirdiği tartışmada Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak saldırının 'nefret suçu olarak değerlendirilmesi gerektiğini' söyledi.
Çakıroğlu'nun emniyetteki ifadesinde, "Ben psikolojik tedavi görüyorum. Bir anda istem dışı tekme attım" dediği öğrenilmişti. Çakıroğlu, Asayiş Şube Müdürlüğü'nden çıkarıldığı sırada basın mensuplarının sorularını ise, "Arkadaşlar herşey kontrol altında. Sıkıntı yok, gerekli izahatları yapacağım. Vandalların saldırısına uğradım, 20 tane solcu terörist bana saldırdı. Her şey İslam hukukuna göre oldu" diye yanıtlamıştı.
Otobüsteki saldırının 'basit yaralama' olarak görülmemesi gerektiğini belirten Ersan Şen, "Akli melekelerinde sorun varsa, cezasızlık hali söz konusu olur. Mutlaka bir hastanede gözlem altında tutulacak" dedi.
CNN Türk canlı yayınında konuşan Şen'in açıklaması şöyle:
"Şaşırmamak veya şaşırmak doğru değil. Kamuoyuna mal olan hadiselerde tutuklama beklentisi oluyor, tutuklamayı ceza olarak gördüğümüzden... Esasında asli durumla ilgili bir sıkıntı var görünüyor. TCK 32 gereği akli melekeleri yerinde mi bilmiyoruz
Basit yaralama olarak görmemek lazım. Tutuklama yasağı vardır, 2 yılın altındaysa tutuklamayı tatbik edemezsiniz. Tedavi hemen yapılacak gibiyse, hayati tehlike yoksa, tutuklayamazsınız. Burada halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek, halkın dini hissiyatlarının aşağılanması var mıdır, somut bir durum var mıdır dediğinizde. TCK 216 bir ve ikinci fıkralarındaki maddeler bence yok.
Cebir veya tehdit kullanarak bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan, yaşam tarzına müdahale eden kişiye 1 yıldan 3 yıla kadar hapis verilir diyor. Olsa olsa 115. Madde’deki 3. Fıkra’da hürriyete karşı suçlardan olur. Araç içinde kıyafetinden dolayı saldırıya uğrayan bir bayana müdahale var. Cebir, şiddet kullanma var. Tehdit içeren sözler var. Sokaklara inilmedi, galeyana gelinmedi. Herkes ayıpladı, kınadı.
Bir akli melekelerinde sorun varsa, cezasızlık hali söz konusu olur. Mutlaka bir hastanede gözlem altında tutulacak"
"Nefret suçunun derdi tam da bu"
Kerem Altıparmak ise saldırının nefret suçu olarak nitelendirilmesi gerektiğini dile getirerek "Dillere pelesenk olup, esasen hiçbir uygulaması olmayan nefret suçunun derdi tam da bu. Birini yaralamakla, birini ırkçı gerekçelerle yaralamak arasında fark var çünkü. Nefret suçu düzenlemeleri, sadece yaralamayı değil onun arkasındaki ırkçılığı da hedef alıyor. O nedenle basit yaralamadan daha ağır bir şekilde cezalandırıyor. Peki, kıyafet nedeniyle kadınlara, LGBTİ’lere -istisnai olarak erkeklere de- yapılan saldırıyı basit yaralamadan ayıran bir şey var mı?" ifadesini kullandı.
Kerem Altıparmak'ın KaosGL'de yayımlanan yazısı şöyle:
"Mevzuat ve uygulama sadece saldırı fiilini ve yaralanmayı düzenliyor ve fakat bunun arkasındaki saikle ilgilenmiyorsa, bu saikin hedef aldığı değeri korumuyor demektir. Daha açık ifade etmek gerekirse, alış veriş nedeniyle atılan bir tekmeyle, başkalarının giydiği kıyafeti zorla değiştirmeye yönelik tekme için öngörülen yaptırım ve hukuki mekanizmalar aynıysa aslında hukukun kıyafet nedeniyle saldırıyı engellemek gibi bir derdi yok demektir.
Dillere pelesenk olup, esasen hiçbir uygulaması olmayan nefret suçunun derdi tam da bu. Birini yaralamakla, birini ırkçı gerekçelerle yaralamak arasında fark var çünkü. Nefret suçu düzenlemeleri, sadece yaralamayı değil onun arkasındaki ırkçılığı da hedef alıyor. O nedenle basit yaralamadan daha ağır bir şekilde cezalandırıyor.
Peki, kıyafet nedeniyle kadınlara, LGBTİ’lere -istisnai olarak erkeklere de- yapılan saldırıyı basit yaralamadan ayıran bir şey var mı? Yani bir kişi, kendi hayat görüşüne uymayanlardan nefret ettiği için saldırdığında, saldırıya uğrayanın dilediği gibi giyinmek ve yaşamak konusundaki hakkını koruyan ek bir hukuki güvenceden bahsedebiliyor muyuz?
Belki TCK 115/3 akla gelebilir. Ama iki nedenle bunun da ihtiyacı karşıladığından şüpheliyim. Birincisi, 115. maddede 2014te yapılan değişikliğin amacı azınlığı korumak değil dinsel çoğunluğu oluşturanları korumaktı. Nitekim madde başlığı “İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme”. Bu düzenlemenin asıl derdi de dinsel kıyafetleri nedeniyle okula, işe alınmayan kişileri korumaktı. Gerçekten de 115/3 şöyle diyor : “Cebir veya tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale eden veya bunları değiştirmeye zorlayan kişiye birinci fıkra hükmüne göre ceza verilir.”
Bu hükmü yazanların hiç aklında olmasa da biraz güçlü bir yorumla İstanbul’da tekmelenen mağdurun düşünce ve kanaati nedeniyle öyle giyindiği belirtilerek bu hükme sokulabilir belki ama sorun burada bitmiyor. Görüldüğü gibi savcıların, hakimlerin aklına bu hükmü uygulamak gelmiyor çünkü onlar bu saldırıyı 115 içinde görmüyorlar. Dahası, görseler de 115/3 ile kasten yaralama suçunun temel hali için öngörülen ceza aynı, 1 ila 3 yıl. Çünkü hükmün amacı, yaralama fiilinin başkalarının yaşam tarzına müdahale için kullanılmasını yasaklamak değil, türbanlı kişiye iş vermeyen işvereni cezalandırmak. Gerçi normalde İstanbul’daki saldırı basit yaralama suçu olduğu için daha hafif ceza gerektiren 86/2ye tabii ama 86/1e tabii bir eylem olsaydı 115/3le aynı ceza öngörülecekti.
Görüldüğü gibi toplumda başkalarının yaşam tarzına sistemli bir şekilde tahammül edemeyen bir yaklaşım var. Ve bu örnekte görüldüğü gibi bu tutum fiziksel bir saldırıya dönüştüğünde basit bir yaralama gibi değerlendiriliyor. Yaşam tarzının korunması konusunda ise mevzuat yeterince açık değil, uygulama ise kesinlikle o yönde değil. Ama asıl sorun hukuk düzeninin neyi koruyup, neyi korumadığı ile ilgili. Gerçekten bugün Türkiyedeki hukuk düzeninin, azınlığın hayat tarzını çoğunluğun baskısına karşı korumak gibi bir derdi var mı? Eğer böyle bir dertleri varsa, hayat tarzı nedeniyle yapılan saldırıları nefret suçu olarak değerlendirip, daha güçlü yaptırımlara tabii tutarlar.
Böyle bir niyetin olup olmadığını anlamak için de yetkililerin iki günlük suskunluğuna bakmak yeterli sanırım"