25 Kasım 2010 02:00
T24- Yazarlar, Avrupa Yazarlar Parlamentosu'na katılımını geri çeken V.S. Naipaul'a gösterilen tepkilerden rahatsız. Linç girişimi olarak da yorumlanan "Naipaul krizi"nden şikayetçi olmayan tek yazar, "Yazar dostlarımız, Müslümanları aşağılayan V.S. Naipaul’le yan yana oturmayı nasıl içlerine sindirecekler?" başlıklı yazısıyla tartışmaları başlatan Hilmi Yavuz oldu.
Burcu Aktaş'ın Radikal gazetesinde yayımlanan (25 Kasım 2010) haberi şöyle:
Hilmi Yavuz geçen hafta, ‘Yazar dostlarımız, Müslümanları aşağılayan V.S. Naipaul’le yan yana oturmayı nasıl içlerine sindirecekler?’ diye sormuş ve ardından büyük bir gürültü kopmuştu. Naipaul’un Avrupa Yazarlar Parlamentosu’nun onur konuğu olma durumu ‘tartışıldı’. Ama onunla yan yana oturmak gündemi çoktan geride kaldı, çünkü artık yanına oturabileceğimiz bir Naipaul yok ortada. Naipaul, Türkiye’ye gelmekten vazgeçti. Önceki gün, “Türk medyasında politize edilmiş olması etkinliğin asıl amacını ve bir edebiyatçı olarak yapacağım katkıyı gölgelemiştir. Bu sebeple, Avrupa Yazarlar Parlamentosu organizatörleriyle karşılıklı uzlaşma neticesinde Avrupa Yazarlar Parlamentosu’na katılımımdan geri çekiliyorum” dedi. Yazarlara, ‘Naipaul krizi’ hakkındaki fikirlerini sorduk. Çoğu bizzat parlamentonun katılımcısı olan yazarlar olan biteni bir linç, ölçüsüzlük hatta abes diye niteledi. Bütün olan bitenlerden sonra parlamento bugün yine de toplanacak. Diğer Onur Yazarı Yaşar Kemal açılışa katılacak.
Gelmemekle tedirginlikten kurtuldu
Hilmi Yavuz: Onca ağır hakaretlerle aşağıladığı insanların arasında bulunmak Naipaul’u, şüphesiz, tedirgin edecekti. Türkiye’ye gelmemekle Naipaul bu tedirginlikten kurtulmuş oldu.
Bu çok gülünç
Haneif Kureishi (Arkadaşı): Bunu duyunca şoke oldum. Çok gülünç bir şey. Türkiye’nin medeni dünyanın bir parçası olduğunu düşünüyordum. Biliyorsunuz, bir kaç ay önce ben de İstanbul’daydım. Bu nedenle olan bitenden dolayı çok üzgünüm. Umarım bunu tamir edebiliriz.
Naipaul gelmiyorsa ben de yokum
Murat Uyurkulak: Naipaul gelmiyorsa ben de gitmiyorum. Zira benim söyleyeceklerimden de hoşlanacaklarını sanmıyorum. Bu tertemiz ruhlu, prensip müptelası, hayatı mazlumları müdafaa etmekle geçmiş, düzgün ve meşru sanatçı tespit uzmanı zatlara parlamentolarında muvaffakiyetler temenni ediyorum. Sadece Müslümanlar değil, işçiler, emekçiler, kadınlar, çocuklar, Kürtler, Aleviler, eşcinseller vs. de onlara çok şey borçlu!
Tepki ölçüsüz ve yanlış
Semih Gümüş: Yazarlar düşünceye düşünceyle karşılık verir. Naipaul’u da her zaman eleştirebiliriz, ama onu burada bir toplantıya katılmaktan caydıracak bir söz şiddeti kullanmak, ayrıca kendiliğinden doğabilecek protestolara, şiddet gösterilerine neden olmak, yazarların işi değildir. Özgür düşünce nedir ki zaten? Naipaul’un karşılaştığı tepki, ölçüsüz, dolayısıyla yanlış oldu. O densizlik etmişse, eleştirisi de vardır her zaman.
Büyük haksızlık
Şebnem İşigüzel: Naipaul’un gelemiyor oluşuna üzüldüm. Oysa hayatın ayıbı vardır. Türban yasağı, İsviçre’nin minare yasağı ayıptır. Soykırım, ırkçılık yapmak ayıptır. Ama edebiyatın ayıbı yoktur. Fikir özgürlüğü çerçevesinde her şey tartışılabilir, tartışılmalı. Bir vakit “Minareler süngümüz” diyen Başbakan’a yapılan nasıl büyük haksızlıksa, bugün Naipaul’a yapılan da öyledir. Allah’ın kitaplarında bile herkese yer varken bu toplantıda Naipaul’a niye yer olmasın?
Din tartışması edebiyatı gölgeledi
Gürsel Korat: Bu bir politik gösteriye dönüştü, yanlıştır. Tam bir hoşgörüsüzlük örneği. Konuşmak yerine cihat ilan ettiler. Herkesin protesto edilebilecek bir kusuru bulunabilir. Örneğin Hilmi Yavuz 100 Temel Eser’in seçici kurulunda var. Ben de buna kızgınlıkla bakarım ama bunu onunla tartışabilirim, cihat ilan etmem. Tartışma adabından yanayım. Meselenin din ekseninde tartışılması edebiyatın gölgelenmesi anlamına geliyor.
Düşüncelerini ifade etmesi doğal
Hakan Günday: Naipaul’u İslam karşıtı düşüncelerinden ibaret saymak, Louis Ferdinand Celine gibi bir dahiyi anti semitist olmakla suçlayıp eserini görmezden gelmeye benzer. Oysa konu edebiyattır, dolayısıyla Naipaul’un, bir ahlak konseyi olmadığını ummduğum Avrupa Yazarlar Parlamentosu’nda düşüncelerini ifade etmesinden daha doğal ne olabilir.
Hilmi Yavuz skandala çanak tuttu
Bülent Somay: Naipaul’un gelmemesi hayırlı oldu. Bir entelektüel, bir yazar için faşisttir, İslamı aşağıladı derse üstelik bunu birkaç yüz bin tirajlı gazetede yaparsa; bu gazetenin okurları arasında da eline yumurtasını, ayakkabısını alıp Naipaul’a ‘haddini’ bildirmeye gidecek kendini bilmezler çıkar. O yüzden Hilmi Yavuz istemeden de olsa böyle bir skandala çanak tuttu. Neyse ki Naipaul gelmedi, biz de barbar Türkler Sir Vidiadhar’ı dövdü gibi bir rezaletten kurtulmuş olduk.
Bu tepki abesle iştigal
Sevengül Sönmez: Duymak istemediğimiz şeyler için ‘yasak’ koymanın tek adı var bence: sansür. Şimdi bir düşünceye, bir insana sansür uygulamaya çalışıyoruz. Kimsenin yazarın özgürlüğü, yazma ve söz söyleme hakkından söz etmediğini görmek hem üzücü hem şaşırtıcı. Türkiye’de her geçen gün din konusunda söz söylememe noktasına doğru gittiğimizi üzülerek fark ediyorum. Yıllarca Müslüman olmayanlara onca haksızlık ettiğimizi bile bile bu tepkiyi abesle iştigal olarak değerlendiriyorum.
Kimsenin buna hakkı yok
Muhsin Kızılkaya: Naipaul’un gelmemesine şahsen çok üzüldüm, Batı da imajımızı kötü gösterecek bir şey olduğu için söylemiyorum bunu. Bu, bir vicdanı meseledir. Herhangi bir yazarın bu memlekete gelmesini engellemeye hiç kimsenin hakkı yok. Geçmişimiz pürüpak, kendi içimizdeki ötekilere kötü davranmamış bir toplum olsaydık eğer tüm bunları söyleme hakkımız olabilirdi. Bu ülkede bir gazete ‘kerkürt’ (eşek Kürt) diye manşetle çıktı. Hiçbir vicdan sahibi yazar çıkıp o gazetenin önünde siz bir Müslüman halka hakaret edemezsiniz demedi. Bunu demeyenlerin Naipaul’a diyecek bir şeyi yoktur.
Oyun kötü bitti
Mario Levi: Bu konu gereğinden fazla konuşuldu ve abartıldı. Oysa ki içinde benim de bulunduğum Avrupa Yazarlar Parlamentosu önemli bir etkinlik olmaya adaydı. Bunun heyecanı içindeydim. Oyunun kötü bittiğini düşünüyorum. Naipaul’un gelmemesi beni çok üzdü. Burada olup nasıl bir Müslüman ülke olunabileceğini gösterme fırsatını kaçırdık.
Olayın lince dönüşmesi korkunç
Murat Gülsoy: Bu, Naipaul’u sevmek, sevmemek meselesi değil. Eleştirinin doğru düzgün yapılmadığı bir ülke olmamız asıl sorun. Her şeyin can güvenliği ve linç meselesine dönüşmesi korkunç. Oysa ki her şey konuşulabilir, tartışılabilir. Naipaul, söylenene kırıldığı için değil korktuğu için buraya gelemiyor. Bu da demokratik bir ülke olmadığımızı bir kez daha gösteriyor.
Dini ağırlıklı bir yargı seziliyor
Gündüz Vassaf: Birleşmiş Milletler Türkiye’de olsaydı herhalde hiçbir toplantı yapamazdı. Küresel sermayeye açık olan Türkiye küresel kültüre kapalı. Uluslararası şahsiyetlere açıklığı ise çifte standartlı. Çifte standardımızın arkasında da Kusturica örneğinde de olduğu gibi dini ağırlıklı bir yargı seziliyor. Uluslararası mahkemelerin mahkûm ettiği Ömer El Beşir devlet konuğu olarak ağırlanırken kültür adamlarını bırakın dinlenmeyi, konuk etmeye bile tahammülümüz yok.
Onun değil bizim kaybımız
Metin Münir: Naipaul çağımızın en büyük yazarlarından biridir. V. S. Naipaul’un Müslümanlık konusunda edilmiş, iltifatkar olmayan sözleri var. Bazı köşe meddahlarına göre, bu nedenle 78 yaşındaki yazar İstanbul’daki uluslararası yazarlar toplantısına davet edilmemeliydi. Bu toplantıya dünyanın yaşayan en büyük yazarlarından biri değil de kim davet edilecekti? Ve ne zamandan beri İslamı sevmeleri insanların Türkiye’ye davet edilmelerinin koşulu haline geldi? Naipaul “Benimle ilgili değerli ne varsa kitaplarımdadır,” diyor. Aynı düşüncedeyim. Sonunda bir yazar, şair, besteci, feylesofun değerini tayin eden ne dediği veya ne olduğu değil ne ürettiğidir. Naipaul’un Türkiye’ye gelmemesi onun değil bizim kaybımız olur.
Tahammül eşiği sıfırlanıyor
Enis Batur: Olup biteni İsmet Özel “entelektüel sefalet” olarak adlandırdı, katılıyorum. “Biz bize kalalım” isteniyor, farklı inanç ve görüşlere tahammül eşiği sıfırlanıyor. Bana öyle geliyor ki, bir daha hiçbir “yabancı”yı çağırmasak iyi olacak Türkiye’ye. Geriye, burada istenmeyenlerin tasfiyesi kalıyor, o da tez elden gerçekleşeceğe benziyor vesselam.
Kusturica’dan sonra iki oldu
Ahmet Ümit: Bu, Kusturica olayından sonra ikinci olay. Kusturica’nın ve Naipaul’un görüşlerine katılmaya biliriz. Naipaul’un İslamiyetle ilgili düşüncelerinin dışında genel olarak oryantalist görüşlerine de katılmıyorum. Yazarları, sanatçıları önce davet edip sonra onları medya linciyle kovmaktan beter etmenin kültürle bir ilgisi yok. Ya bu insanları çağırmayalım ya da çağırıyorsak medya linçine tabi tutmayalım. İnsanların kendi görüşlerini söyleme hakkı vardır. Naipaul’un söylediklerine katılmayabiliriz ama bu insaları düşüncelerinden dolayı cezalandırmak büyük bir yanlıştır. İslami duyarlılık altında, özgürce düşünme alanını daraltma gibi bir eğilim hissediyorum.
Naipaul’la İslam’a dair
Yapıtlarınız dünyada övgüyle karşılanıyor, fakat ciddi bir tartışmanın konusu olmayı da sürdürüyorsunuz. İslam hakkındaki yazılarınızda duyarsızlıkla ve Batı’nın önyargılarının tellallığını yapmakla suçlanıyorsunuz.
Müslümanlarla ilgili yazmanın sorunlu tarafı bu. Sizi kasabadan kovmak isteyen üniversiteler dolusu insan var ve onlara bunun için para ödeniyor, yani gerçekte ne dediğinize hiç dönüp bakmıyorlar.
Taliban’ı haşarat diye niteliyorsunuz.
Hayır, bunu söyleyen eşim! Yıllarca köşe yazarlığı yapan Pakistanlı bir gazetecidir kendisi. Bu tür bir bakış açısıyla yazar.
Usame bin Ladin’in Pakistan, Endonezya, Malezya ve İran gibi ülkelerde bulduğu destek sizi şaşırtıyor mu? İslam üzerine gezi kitaplarınızda anlattığınız ülkeler bunlar.
Hayır, çünkü bunlar İslam’a sonradan geçmiş halklar. Daha kaba söylersek, Arap olmayan halklar. Din değiştirme nevrozunun bir parçası da kişinin kendisini sürekli kanıtlamaya mecbur kalmasıdır. Fransızların deyişiyle, kraldan çok kralcı olmak zorundadırlar.
İslam’ın alanını genişletmek ve kafirleri söküp atmak yönündeki emperyal hamlesi hakkında yazarken bunu mu kast ediyorsunuz?
Evet. Bir öteki kişi olarak kafir değil, daha ziyade bir kişinin kafir geçmişinden kalma örf adet ve zihniyetten söz ediyoruz burada. O geçmişi, geçmişteki o kafiri, o kadim ruhu yok etmek arzusundan söz ediyoruz. Din değiştirenlerin derin nevrozu budur işte.
Öyleyse İslam’ın mesajının böyle güçlü karşılık bulmasını nasıl açıklıyorsunuz?
Size sekizinci asırdan bir şey anlatayım. Hindistan’ın fethedilen ilk eyaleti, bugün Pakistan’ın parçası olan Sindh eyaletiydi. Sindh kralı çok sıkı direndi. Derken bir gün işgalcilerin nasıl tek insanmış gibi dua ve ibadet ettiğini anlattıklarında kral korkuya kapıldı. Bunun dünyadaki yeni bir güç olduğunu anladı ve gerçekten de Müslümanların çok gurur duyduğu bir şeydir bu: insanların birliği. Bu birlik-kardeşlik düşüncesi çok kuvvetlidir İslam’da.
Peki köktenci olmayan İslam?
Bence bu bir çelişki. Boğmak ve ezmek yönünde her an harekete geçirilebilir. İslam düşüncesinde en mühim şey cennet. Kimse cennete gitmek isteğinde ılımlı olamaz. Ilımlı devlet fikri, oradan buradan biraz daha kredi koparmaya çalışan siyasetçilerin uydurması.
Yapıtlarınızla ilgili tartışmaları yorucu buluyor musunuz?
Hayır, beni hiç rahatsız etmiyor. Yazarların bu tür karşıtlıklar üretmesi önemlidir. Bir yazar karşıtlık üretmiyorsa ölmüş demektir.
İslam tarihçisi olmadığınızı kabul ediyorsunuz. Hangi İslam akademisyenlerine güvenirsiniz?
Hayır, hayır, hayır! Geziyorum ve insanlarla tanışıyorum ve onlar bana hayatlarını anlatıyor. Akademisyenleri okuma ihtiyacı duymuyorum.
Adam Shatz (The New York Times, 2001)
Naipaul ne demişti!
Rana Kabbani, Naipaul’un 1990 yılında dört İslam ülkesine (İran, Pakistan, Malezya ve Endonezya’ya) yaptığı gezilere dair kitaplarından yola çıkarak Naipaul’un Müslümanlara ilişkin gözlemlerini aktarmaktadır. Naipaul, yol boyunca Müslümanlarla gerçekleştirdiği konuşmaları öyle bir biçimde yeniden üretir ki, onların saf, saçma ve geri zekâlı gibi görünmelerini sağlar (altını ben çizdim. H.Y.) Gerçekte, İslamiyet’i de, öfkeden köpürmüş bir yenilginin anlatımı olarak görür.’ Naipaul, İslamiyet konusunda şunları yazar:
“İslamiyet, yalnızca zorluktan kaçıp sığınılan bir barınaktı (Müslümanlar için); yaratıcı değildi; hiçbir şeyi başaramıyordu; tıpkı bir parazit gibiydi.” Müslümanlar, ‘geri zekalı’, ‘yaratıcı olamayan’, ‘hiçbir şeyi başaramayan’ bir güruh, Naipaul’a göre! Rana Kabbani, devam ediyor, Trinidad’lı ‘sömürge asilzadesi’ Sir Vidiadhar’ı anlatmaya: ‘Naipaul, İslamiyet’te yalnızca olumsuzluk görür: Bu din, bütünüyle yararsız bir coşku uyandıran bağnazlık dini’dir.
(Hilmi Yavuz’un yazısından alınmıştır)
© Tüm hakları saklıdır.