07 Ağustos 2014 03:04
“Soma’nın En Sıcak Yazı’’ dizimizin bu bölümünde, devletin madencilere verdiği sözlerin somut karşılığını hâlâ bulamadığı; ölenlerin öldüğüyle kalıp; sağ kalan işçilerin ‘’ölümüz dirimizden değerliymiş’’ diyerek çaresizliklerini haykırdığı günlere tanıklık ettik. Madenciler, bir yandan kredi ve banka borçlarını düşünürken bir yandan da Soma havzasındaki sermaye - devlet - taşeronluk sisteminin kurduğu çarpık yapıya örgütlü mücadeleyle karşı çıkmaya çalışıyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, ağustosun en sıcak günlerinde Soma ve Kınık’ı dolaşıyor; maden katliamı sonrası sağ kaldıklarına bile sevinemeyen işçilere kulak veriyoruz bu kez…
‘’Ben üç defa öldüm. İlki 13 Mayıs’ta Eynez Ocağı’nda, ikincisi madende kalanları kurtarma çalışmalarında ölü arkadaşlarımın yüzlerine oksijen maskesi taktıklarında, üçüncüsü de şimdi. Kurtarma çalışmalarına katıldığım, elimde psikolojik tedaviye muhtaç raporum olduğu halde neden kimse benim kapımı çalmıyor? Psikolojik tedavi görüyorum. Yardıma ihtiyacım var. 257 kişiyi çıkardım o ocaktan. İki yeğenimi kaybettim orada. Benim de mi ölmem gerekiyordu?’’
Hidayet Merdim. 12 yıllık madenci. 36 yaşında. 13 Mayıs’ta yaşanan iş katliamında Eynez Ocağı’nda çalışıyordu. Facia olduğu gün sabah vardiyasında olacaktı ama paşa vardiyasına (saat 16.00 vardiyası) gitmeye karar verdi. Facia olduğunda hemen ocağa koştu. Çıkış kapısından yoğun duman geldiğini gördü. Kurtarma çalışmalarına katılmak üzere giyinmeye hazırlanırken her şey beş dakika içinde olup bitmişti. Hidayet Merdim, kurtarma sırasında, aralarında çocukların da olduğu pek çok kişinin can havliyle ocağa girmeye çalıştığını gördü. Kendisi gibi deneyimli madenci arkadaşlarıyla birlikte, 257 işçinin cansız bedenini çıkardı madenden. Oksijen maskeleri takıp çıkartılan ve kurtarıldıkları sanılıp alkışlanan arkadaşlarının ölümüne tanıklık etti.
O günden beri de kendine gelemedi. Halen İzmir Yeşilyurt Hastanesi’nde psikolojik tedavi görüyor. Üç çocuğu var, ayrıca annesine bakıyor. Kirada oturuyor. O günkü vardiyada olsaydı eğer, belki de ölen 302. madenci olarak anacaktık onu.
Hidayet Merdim yaşıyor. Buna yaşamak denirse. Sağ kalan arkadaşları gibi onun da aklından geçiyor zaman zaman ‘’Keşke ben de ölseydim. Belki o zaman kıymetli olurdu cansız bedenim.’’
20 yıldır Kınık’ta yaşayan Merdim, madenci olmadan önce çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlıyordu. Madene nasıl mecbur bırakıldıklarını şöyle anlatıyor: ‘’Eskiden iki ton tütün yaptığında bir traktör alırdın. Şimdi ise 20 ton tütün yap, bir traktörü ancak alabilirsin. Hayvancılığı, çiftçiliği bitirdiler. 1990’lı yıllarda iki banka vardı; Ziraat Bankası ve İş Bankası. Bunlar bize, o zaman hayvanlarımız, tarlalarımız olduğu halde ancak beş kefille kredi verirlerdi. Şimdi kredi almak kolay; zor olan ödeyebilmek.’’
‘’Bu hükümet başa geçtikten sonra Kınık ekonomisi iyiden iyiye bozuldu. Mecburen madene girdik. Madenlere ilk girdiğimiz yıllarda fazla banka yoktu burada. 2006-2008 arası ise sayıları 10’a çıktı. Bu bankaları getiren bu hükümettir. Amaç bizleri borçlandırmak, kendilerine gebe bırakmak. Benim çalıştığım madende 3 bin 200 kişi çalışıyor. En az 2 bin 500 kişi bankalara borçları yüzünden icralık durumda. Bana gelince, şu anda iflasın eşiğine gelmiş durumdayım. 7 bin lira borcum var. Bize işçi diyorlar. Biz işçi bile değiliz. İşçinin bayramı var, işçinin direnişi var. Biz köleyiz köle. Altı bin madenci, hepimiz iş bekliyoruz. Çocuklarımızla, esnafla, sayarsan burada 30 bine yakın insan mağdur durumda. Bizim hükümetten, beklentimiz ocakların iş güvenliğini sağlamaları ve bu çalışmadan ocakları tekrar açmaları.’’
Hidayet Merdim’in psikolojik tedavi görmesinde, 13 Mayıs günü kurtarma operasyonunda yaşadığı korkunç anlar kadar; Mayıs sonunda Başbakan’ın Soma ziyareti sırasında polis tarafından gözaltına alınması ve gözaltı sonrası yaşadıkları da etkili olmuş. Merdim’den dinleyelim:
‘’Mayıs’ın 29’unda Kınık’a geldi Başbakan. Ben de bir kahveye çay içmeye oturdum. Çayımı karıştırmaya başlamıştım ki birden etrafımı 30 sivil polis çevirdi. Beni gözaltına aldıklarını söylediler. Hiçbir gerekçe göstermeden götürdüler. O sırada onlarla tartışmak istemedim. Kınık Emniyet Müdürü’ne bizzat rica ettim. ‘Kınık küçük yer. Burada herkes beni tanır. Beni bu vaziyette gözaltına almayın. Ben ne zaman isterseniz karakola gelirim’ dedim. Buna rağmen kollarıma girip polis arabasına bindirdiler. Bana tek soru bile sormadan kendi kafalarına göre bir sorgu yaptılar. Kendileri sorup kendileri cevap verdiler. Saat 18:30 gibi Başbakan buradan ayrıldığında da ‘Tamam seni salıyoruz' dediler. Ben dört gün boyunca toplum içine çıkamadım. 'Cop mu yedin, dayak mı yedin' gibi sorularla karşılaştım. Psikolojik tedavi görmemim nedenlerinden biri de budur. Benim suçum neydi? Bunu öğrenene kadar rahat etmeyeceğim. Gerekirse dava açacağım.’’
Hidayet Merdim ne yazık ki tek örnek değil. Soma’da yitirdiğimiz 301 madencinin ardından eşlerinin, ailelerinin yaşadığı tarifsiz acının yanı sıra, geride kalan madencilerin yaşam mücadelesi belki daha ağır. Katliamın üzerinden 80 gün geçmiş. Zamanın her derdin devası olduğu söylencesinin Soma’da pek de hükmü yok, zira yaşam kavgalarını yeraltında sürdürmeye devam etmek zorunda kalan madenciler şimdi de banka borçları ve her geçen gün ödemesi imkânsızlaşan taksitlerle boğuşuyorlar. Eskiden de kendilerine kıymet verilmediğini hisseden bu insanlar şimdi iyiden iyiye sahipsiz kaldıklarını düşünüyorlar.
Soma’da, Kınık’ta hangi madenci ile konuşursak konuşalım durum değişmiyor. Madencilerin büyük çoğunluğu madenlerin kapatılmasını istemiyor. Bir an evvel yeniden işe başlamaları gerekiyor, çünkü evde ekmek bekleyen ailelerinin, borçlarını soran esnafın ve bankaların kıskacı altına alınmış vaziyetteler. Kızı Irmak’ın doğumu nedeniyle 13 Mayıs’ta izin kullandığı için hayatta kalabilen Kınıklı madenci Zafer Gelir, geçtiğimiz 80 gün boyunca sürekli iş aradığını, mısır tarlalarında günlüğü 27 liradan mısır püskülü ayıklama işi bile yaptığını anlatıyor. ‘’Dizlerinize kadar su içine girin, mısır tarlasına bir saat kalmayı deneyin. Nasıl olduğunu görürsünüz’’ diyor.
Zafer’in bakmakla yükümlü olduğu iki küçük bebek, eşi, bir de annesi var. Madenden aldığı maaşın üçte ikisi de kiraya gidiyor. Zafer’in bugünlerde yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri köydeki tarlası için İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden gelecek olan su faturası. Yeni Belediyecilik Yasası sonrasında köyler büyükşehire bağlanınca, bir anda tüm köylüler de mecburen ‘’şehirli’’ sayıldıklarından, ödeyecekleri faturalar da katlanacak gibi görünüyor…
Madenciler çalışmak istiyorlar istemesine, ancak katliamın üzerinden 80 gün geçmiş olsa da ocaklardaki can güvenliği konusunda şüpheler giderilmiş değil. Biz Soma’da madencilerle sohbet ederken katliamın yaşandığı, Soma Holding’e ait Eynez Ocağı’nda temizlik çalışmasının başladığı haberi geliyor. Soma Holding’in Işıklar ve Atabacası ocaklarında ise denetimler biter bitmez üretime yeniden geçileceği söyleniyor. Madencilerin bir bölümü ise, Işıklar Ocağı’nda temizlik ve tarama çalışması için vardiya yapıyor.
Bölgedeki linyit ocaklarında üretimin tamamen durdurulması ise zaten söz konusu değil, zira linyit kolay yanıcı olma özelliği nedeniyle havayla temas ettiği andan itibaren yangına neden olan bir madde. Bu nedenle ocağın sürekli kontrol altında tutulması ve üretimin devam etmesi gerekiyor. Madencilerin pek çoğu "Yarın ocaklar güvenli şekilde çalışabilir, densin biz yine gidip çalışırız. Belki bu bile bile ölüme gitmek ama yapacak başka bir işimiz yok, çaresiziz" diye anlatıyor durumu. Öte yandan bölgede Polyakeynez, İmbat Madencilik gibi yerlerde çalışma şartları mekanize olduğundan, nispeten iyi olduğu söylenen ocaklara geçmek isteyen pek çok madenci var. Daha iyi çalışma şartlarına kavuşmak her işçinin hakkı. Yıl ve prim günü açısından sıkıntısı olmayan kıdemli işçi için başka ocağa geçmek mümkün. Ancak çoğunluk, yine aynı madende çalışmaya mecbur bırakılıyor.
Arif Şengün, Kınık Atabacası Ocağı’nda dokuz senedir çalışıyor. Sağlık sorunları nedeniyle raporlu olduğu için katliamdan kurtulan Arif ile, hazırladığımız bu dosya kapsamında bundan 40 gün önce konuştuğumuzda "Biz insanca yaşamak istiyoruz" demişti. Görünen o ki madencilerin insanca yaşaması için değişmesi gereken daha çok şey var. Arif’in, geleceğe dair kaygıları her geçen gün artıyor. PTT tarafından gönderilmiş bir tebligat kâğıdı çıkartıyor cebinden. ‘’Muhtemelen yine işe çağırıyorlar. Ama ben gidip de o tebligatı almak istemiyorum. Son güne kadar almayacağım. Maden bizim ekmek kapımız. Ama bizi ekmeğimizle tehdit ediyorlar. Oysa o ekmekte bizim emeğimiz var’’ diyor.
Soma havzasında maden işçiliğine mecbur bırakılan Hidayet Merdim gibi binlercesi, bölgenin tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomisinin son 20 yılda geçirdiği dönüşüm sonucu tarla, toprak, hayvanlarını satıp asgari ücrete ve kabul edilemeyecek kadar kötü çalışma şartlarına talim etmek zorundalar. Şirket, taşeron ve siyaset üçlüsünün yer yer mafyatik bir yapılanmayla kurduğu bu vahşi düzenin çarkları 13 Mayıs’a dek tıkır tıkır işliyor Soma’da.
O güne dek maden ocaklarında yaşanan ölümlü kazalar bile işçiler arasında ufacık bir tepkiye yol açmazken 13 Mayıs sonrası sesler belki de ilk defa yükselmeye başladı. Yaz başından bu yana hak taleplerini düzenledikleri mitinglerde, oturma eylemlerinde, yürüyüşlerde haykıran işçiler bu yaz iki defa Ankara’da Meclis önünde de yüksek sesle dile getirdiler taleplerini. ‘’Taşeronluk sistemi kalksın, iş güvenliğimiz sağlansın, emeklilik yaşımız düşürülsün, meslek hastalıkları nedeniyle yeraltında çalışamayacak hale gelen işçilere yer üstünde iş verilsin’’ taleplerini her platformda dile getirmeye çalıştılar.
Soma havzasında işçi örgütlemesi konusunda son 2,5 aydır çalışmalar yürüten Başaran Aksu, ‘’İşçiler örgütlü bir yapı istiyor’’ diyor. "Ancak burada işçiler üzerinden nemalanan mafyatik bir yapı söz konusu. Bu yapının değişmemesi için her türlü çaba sarf ediliyor. Biz bugüne dek onlarca toplantı yaptık bu bölgede. İş kazaları sonucu eli, parmağı kopan işçilerle karşılaştık. Bu insanların bugüne dek sesleri hiç çıkmamıştı. Buradaki sorunların başında bu çarpık sistemle entegre olmuş taşeronların yanında bir de devletle, sistemle uzlaşmış sendika sistemi de var. İşçiler bu düzene 'Mama düzeni' diye isim takmışlar. 13 Mayıs katliamı işçilerin gözündeki perdeyi kaldırdı diyebiliriz bu anlamda; ancak bu yapıyı tümden yok etmek ne derece mümkün olacak? Görünen o ki bunu Soma havzasındaki örgütlü mücadelenin sürekliliği belirleyecek"
Örgütlü mücadeleye katılan işçilerden biri de 13 yıldır Eynez Ocağı’nda çalışan madenci Taner Yıldırım. Anlatıyor:
"Madenci aybaşında alacağı maaşı hiçbir zaman bilemez. Maaş aldığında da borçlarına yatırırsın, elde avuçta bir şey kalmaz. Bir gün işe gitmemen sana 300-400 liraya mal olur. Ücretsiz izin alsan da aynı şey, doktor raporu alsan da. Taşeron sistemi öyle bir sistemdir ki, sen işçi olarak taşeronun söylediği kahvede oturmak zorundasındır. Attığın her adımın hesabını sorarlar sana. Bugün sadece Soma’da değil Türkiye’nin neresinde olursan ol, iş bulmak istersen sana önce git AKP’ye üye ol diyorlar. Üye olmazsan iş bulman mümkün değil. Zaten düzen böyle olmasaydı bu katliam yaşanmazdı."
Malum, Soma’nın geçirdiği bu en sıcak yazda ülkenin geleceğine dair önemli bir seçim daha bekliyor bizi. 2014 yerel seçimlerinde yüzde 43,3 ile AKP’yi birinci parti yapan Soma’nın Cumhurbaşkanlığı için tercihinin kim olacağı herkes tarafından merak ediliyor. Konuştuğumuz işçiler İzmir’e bağlı Kınık ilçesinde Erdoğan’a şans vermeseler de, Soma için tahminlerini Erdoğan ve AKP olarak ifade ediyorlar. Tahminlere göre CHP-MHP’nin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun şansı neredeyse hiç yok. Madencilerin çatı aday hakkında ortak yorumu İhsanoğlu’nu tanımadıkları yönünde. Kimsenin hakkında fikri olmadığı bir adaya neden oy verilmesi gerektiğini soruyorlar. HDP’li aday Demirtaş ise konuştuğumuz madenciler nezdinde "Yanlış partideki doğru adam."
"Soma’nın En Sıcak Yazı"nı Soma’nın seçimiyle birlikte önümüzdeki günlerde takip etmeyi sürdüreceğiz…
© Tüm hakları saklıdır.