Taraf Gazetesi yazarı Alper Görmüş, Türkiye'de "sol’un çözüm süreci karşısındaki paralize olmuş hâlinin nedenleri” ilgili yazarak, 2005'te Abdullah Öcalan'ın temsilci olarak Sarp Kuray'ı seçmesi ve 2005'te çatışmaların tekrar başlaması üzerine soldan gelen tepkilere değiniyor.
Alper Görmüş'ün Taraf Gazetesinde yayımlanan 21 Mart 2013 tarihli yazısı şöyle:
Çözüm süreci, Türklerle Kürtlerin siyasi temsilcileri aracılığıyla yeni bir mîsâk için irade beyanlarını her geçen gün biraz daha netleştirdiği bir vasatta şimdilik kazasız belasız ilerliyor. (Daha doğrusu, kazalı-belalı sonuçlar üretsin diye kotarılan provokasyonlar, 40 yıldır provokasyonlarla çelikleşmiş ve “artık yutmuyorum” diyen bir topluma çarpıp sonuç üretemeden sönümleniyor.)
Öcalan’ın tarihî çağrısıyla yeni bir aşamaya ulaşmış bulunan çözüm sürecinin tamamına ermesi durumunda, “Türklük” üzerinden siyaset yapmakta ısrar eden Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yarılacağına; ortaya çıkacak yarımlardan da kimseye bir fayda gelmeyeceğine dair epeyce yorum yazıldı son zamanlarda...
Ben de aynı kanaatteyim, fakat bugün CHP’den söz etmeyeceğim... Bu yazının konusu, “daha sol”un çözüm sürecinden nasıl etkileneceği olacak...
Böylece, son günlerin gözde tartışma konusu olan “sol’un çözüm süreci karşısındaki paralize olmuş hâlinin nedenleri” bahsine de bir adım atmış olacağız.
Ben, sol’daki bu ruh hâlinin en iyi, beş yıllık bir ateşkesin ardından savaşı yeniden başlatma talimatı veren Öcalan’ın (2005) o günkü temel yaklaşımları ve temas arayışlarıyla; bugünkü yaklaşımlarının ve temas arayışlarının karşılaştırılmasıyla gösterilebileceğine inanıyorum. Çünkü sol Öcalan-2005’i seviyordu fakat Öcalan-2013’ü pek sevmiyor.
Neden acaba?
Çünkü Öcalan 2005’te siyasetçilerle ve hükümetle değil, orduyla ve devletle temas arıyor, bu arada Adalet ve Kalkınma Partisi’ni de (AK Parti) “baş düşman” ilan ediyordu.
Biraz sonra 2005’e dönerek bu söylediklerimin pratikte nasıl yansıdığını göstereceğim... Böylece, otoriter bir laikliği birinci öncelik olarak belirlediği için ister istemez devlete ve devletçi siyasetlere yaklaşan ve bu ölçü üzerinden AK Parti’yi “baş düşman” ilan eden sol’un neden 2005 Öcalan’ına hayran, 2013 Öcalan’ına ise soğuk olduğunu daha iyi anlayabileceğiz.
2005: PKK, sol ve “ortak düşman AKP”
PKK, kurulduktan sonra, 1970’lerin ikinci yarısında şiddet kapasitesini yalnız kendisi dışındaki Kürt örgütlenmelerini değil, hâkimiyet kurmak istediği bölgelerde örgütlü bulunan Türk solu’nu sindirmek için de kullandı.
Öcalan’ın 1999’daki yakalanışına kadar da PKK, sol’a hiç yüz vermedi. Bu ilişkisizlik 2004-2005’e kadar devam etti.
1 Haziran 2004’te PKK, beş yıl süren ateşkese son verdi, böylece yeni ve kanlı bir dönem daha açılmış oldu.
Bu yeni dönem, PKK’nın ve Öcalan’ın Türk solu’na yeniden yakınlaşma çabalarının da başlangıcını oluşturuyordu. Bu çabanın simgesel göstergelerinden biri, Öcalan’ın, sol’un bilinen isimlerinden, eski deniz subayı Sarp Kuray’ı kendisini temsil etmek üzere belirlemesi ve onu bazı gazetecilerle görüşmelerde bulunmak üzere görevlendirmesiydi.
Bu, çok ilginç bir görevlendirmeydi, o kadar ki özellikle Kürtler arasında ciddi kuşkulara ve Sarp Kuray’ın “ne yapmaya çalıştığı”na dair sorulara yol açtı. Bunun üzerine Öcalan, avukatlarıyla yaptığı haftalık görüşmelerinden birinde görevlendirmeyi teyit etti, Kuray’ın “güvenilir bir kişi” olduğunu söyledi.
“Çözümü asker istiyor, AKP istemiyor”
Aslında Öcalan’ın fikirlerini Türk medyasına iletmesi için bir Türk solcusunu seçmesi, o fikirleri öğrenince anlaşılır hâle geliyordu. Çünkü o dönem Öcalan tıpkı sol gibi AK Parti’yi “esas düşman” olarak görüyor, ittifaklarını da ona göre ayarlıyordu.
Bu arada Öcalan’ın devlet içindeki birtakım odaklarla karanlık-tekinsiz ilişkiler içinde olduğuna dair söylentiler dolaşıyordu ortalıkta... İddialara göre, Öcalan AK Parti’yi by-pass edip devlet ve orduyla konuşmanın daha doğru olacağına inanıyordu.
Bana çok inandırıcı gelmemişti bu, fakat Sarp Kuray 2005 baharında, yanında Öcalan’ın avukatı olduğunu söylediği biriyle birlikte gazeteci olarak beni de ziyaret ettiğinde, ortalıkta dolaşan sözlerin doğru olduğunu anladım.
O sıralarda Aktüel dergisinin genel yayın yönetmeniydim... Görüşme, birkaç yıl önce Taraf’ta anlattığım gibi cereyan etti:
“Sarp Kuray ve adını şimdi hatırlayamadığım bir avukat, AK Parti’nin ‘Amerikancı ve gayrı milli karakteri’ne vurgu yaparak, Kürt sorununun çözümü için tarihsel bir fırsatın doğduğunu, devletin de çözüm istediğini, fakat iktidar partisinin çözümü bilerek engellediğine dair uzun bir diskur çektiler bana.
(...)
“Onları uğurladıktan sonra, söyledikleriyle o günkü siyasi atmosferi karşılaştırdım ve hayretim bir kat daha arttı.
“Çok değil, daha birkaç ay önce, Aralık 2004’te Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında tam üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karar verilmişti ve buna karar veren iktidar partisinin meşruiyeti devlet tarafından sürekli olarak sorgulanıyordu (bugün artık o günlerde el altından bundan çok daha fazlasının yapıldığını biliyoruz).”
Sol’un sevdiği ve sevmediği Öcalan’lar
Yıllar sonra, Öcalan’ın o yıllardaki avukatı Ahmet Zeki Okçuoğlu’nun açıklamalarını okuyunca, zihnim ister istemez “Öcalan’ın temsilcisi” Sarp Kuray ve Öcalan’ın avukatlarından biriyle gerçekleştirdiğimiz sohbete kaydı.
Okçuoğlu’yla Almanya’da görüşen Yeni Şafak’ın (1 Eylül 2010) haberine göre, PKK’nın 2004 başında aldığı koşulsuz silah bırakma kararı, Öcalan’ın müdahalesiyle haziranda “savaşın tekrar başlatılması” kararına çevrilmişti. Öcalan bunu, “temsilcisi” olarak Kandil’e gönderdiği avukatı Mahmut Şakar üzerinden gerçekleştirmişti:
“Haziran ayındaki kongreye son anda yetişen Mahmut Şakar, ayağının tozuyla kürsüye çıkar ve kongreye kendi adına değil Abdullah Öcalan’ın temsilcisi sıfatıyla katıldığını, söyleyeceği sözlerin Öcalan’a ait olduğunu söyler. Sonra Öcalan adına ‘Aldığınız silahı bırakma kararı geçersizdir. Haziran ayında savaş yeniden başlayacaktır’ talimatını verir.”
Yeni Şafak, haberi, “Okçuoğlu, aynı dönemde Sarıkız, Ayışığı gibi darbe planlarını yapan Ergenekon’un, terör örgütünü bu kararından Öcalan aracılığı ile vazgeçirdiğini anlattı” yorumuyla vermişti.
Bu yorumun isabetine siz karar verin... Bana sorarsanız şayet, “gerçeğe yakın” olduğunu söyleyebilirim.
Şimdi düşünüyorum da, Sarp Kuray’ın yanında gelen adını hatırlayamadığım avukat belki de Mahmut Şakar’dı... 2005 baharıydı ve biz henüz o dönemdeki darbe girişimlerinden haberdar değildik... Aynı dönemde Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği mektuplardan birinde, askerlerin PKK’lıların tamamının çekilmesini arzu etmediklerini kendisine ilettiklerini açıkladığını da unutmamak lazım...
Bütün bunları birleştirdiğimizde, Öcalan’ın 2005’te AK Parti’yi bir “müzakere partneri” olmak bir yana, Kürtlerin siyasi ve silahlı gücünün baş hedefi olarak gördüğünü gösteriyor.
İşte sol, o Öcalan’ı ve o PKK’yı kendi öncelikli siyasi hedefiyle uyum içinde gördüğü için çok sevdi... Bugünkü antipatisi de aynı nedenlerden kaynaklanıyor.
Fakat çözüm süreci tamamına erer de memleket normalleşirse, sol da normalleşecek, otoriter bir laikliğe payanda olmaktan kurtulacak ve asli fonksiyonlarına dönecek.
Yani çözüm süreci, aslında bir türlü kendi kendini tedavi edemeyen sol’a da iyi gelecek.
***
“Gazeteci milleti”ne Hasan Cemal notu: Artık anlaşılmıştır herhalde... Basın özgürlüğü, “iktidar ve patron bize baskı yapıyor” diye mızıldanarak sağlanamaz (ne sanmıştınız, adamlar güç ve para kullanıyor). Basın özgürlüğü, ancak onların baskıları ve talepleri yok sayarak savunulabilir... Doğru, basın özgürlüğü gazeteciler için bir “hak”tır ama, malûm, hak verilmez, alınır!