Abigail Esman
Son zamanlarda İstanbul sokaklarında ve tüm Türkiye’de ‘Gezi Parkı Olayları’yla beraber yükselen şey, siyasal direnişten biraz daha fazlasıydı. Sokakları dolduran binlerce kişi, sahip olduklarından hiç haberleri olmayan bir ses buldular içlerinde ve o sesi yükselttiler.
“Ben daha önce hiç böyle bir eyleme katılmamıştım,” dedi bana bir adam, üç gün art arda İstanbul’daki gösterilere katıldıktan sonra. Ve o yalnız değildi. Bu bana, bir sanat simsarı dostumun sadece birkaç hafta önce gönderdiği bir email’deki cümlesini hatırlattı. “Türkiye,” diyordu bu arkadaşım, “değişiyor.”
Bu değişikliğin bir kısmı kendi içinde bir çatışma yaşayan Türkiye güncel sanat sahnesinde son birkaç yıldır görünür bir hâl almıştı. Zira, büyüyen bir sanat hareketi fikrine dair duyulan tutku ve heyecan bir patlama şeklini alsa da, üretilen sanatın büyük bir kısmı ayakları yere basmayan, boş beleş işlerle uğraşır halde ya da kendi muhafazakârlığında boğulmuş ve sessiz bırakılmış bir durum arz ediyor.
Ama Gezi Parkı Direnişi nasıl ona katılım gösteren pek çok kişinin hayatını değiştirdiyse ve Türkiye’nin gelecekteki yolunu değiştirebilme ihtimali varsa, aynı şekilde, içinde bulunduğumuz bu an, Türkiye sanatı için de yeni yollar açmaya gebedir.
Nihayetinde tarih boyunca bu tür anlar dünya sanatının en büyük eserlerinin üretilmesine aracı olmuştur. Lord Alfred Tennyson’ın ‘Charge of the Light Brigade’ şiiri ve Pablo Picasso’nun ‘Guernica’sı gibi… Ama aynı zamanda bu anlar en çok el kol bağlayıcı anlardır. Çünkü insanlar sokaklarda kanarken, İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde olduğu gibi hayatları ve özgürlükleri için mücadele ederken ve hatta ölürken, nasıl resim yapmak ya da ses ve imgeleri bir araya koymak gibi çoğu insana önemsiz ve basit görünen bir işle uğraşabilirsiniz ki?
Pek çok sanatçının İstanbul’daki gösterilere katıldığı ve Venedik Bienali’nde bulunan diğerlerinin de oradan dayanışma gösterdiği doğrudur. Bu sene Türkiye’yi temsil eden Ali Kazma, mesela, SALT küratörü Duygu Demir ve diğerleriyle birlikte el ele vererek banner’lar hazırlamış, Arsenale ve San Marco Meydanı’ndaki gösteriye katılmıştır. Bazıları İstanbul sokaklarına graffitiler yapmıştır, www.facebook.com/Streetartinturkey üzerinden görülebileceği gibi. Ve Galerist, Kendell Geers sergisinin açılışını ertelemiştir. Geers, İstanbul’a gelir gelmez mail üzerinden bir sanatçı beyanı paylaşmıştır.
Bu bir başlangıçtır. Ama bizler, yani sanat dünyasındakiler, daha fazlasını yapabiliriz. Nihayetinde sanat dünyası sadece küresel değildir. Sanat dünyası –ister beğenin ister beğenmeyin- benzersiz ve seçkin bir gruptan oluşan büyük bir platformdur, üzerinde konuşulan bir kürsüdür. Banner’lardan daha fazlasını yapabilecek güçtedir. Elektronik postayla ya da tweet’lerle ifade edilen görüşlerden çok daha fazlasını yapabilir.
Şu anda Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, hem kendisi hem de dünyanın görmesi adına, sanatçıları, galericileri ve müzeleri bir araya getirmek ve mevcut ayaklanmanın ne için olduğu hakkında duruma hakim ve isyankâr (bu kelimeyi de kasten kullanıyorum) bir ifade biçimi bulmalı: yani tüm o ifade özgürlüğü talepleri, otoritaryen eğilimler tarafından ya da daha kötüsü, din tarafından zincire vurulmayı reddediş; bilgiye ve gelişime, farklılığa ve yeni fikirlere ve büyük sanat eserlerinin tamamının kendisinden oluştuğu şeylerin hepsine açık bir toplum için yakarışlar.
Ve yön tayin etmenin zor olabileceği bir anda sanatçılar İranlı komşularından ilham alabilirler. Newsha Tavakolian, Farhad Moshiri ve merhum Sadegh Tirafkan gibi İranlı fotoğrafçı ve sanatçılar baskı altında tutulan bir halkın – ve o halkın umutlarının- nabzını tuttukları işleriyle, dünyanın dikkatini celb edip hayal gücünü ateşlediler.
Kurumlara geldiğimizde, yani kâr amacı gütmeyen sanat kurumları, müzeler ve ticari galerilerin yapılabilecekleri şeyler daha da fazla. Gezi Parkı’nda hemen bir portatif kütüphane kurulduğu gibi, bir müze de kurulabilirdi. New York’ta 9/11 saldırılarından sonra yapılan tüm o sanat projeleri arasından ilham kaynağı olabilecekler bulunabilir: Geliri çatışmalardan etkilenen insanlar için fon yaratmak adına kullanılacak yayınlar yapıp sergiler düzenlemek gibi, ki çatışmalardan etkilenen insanlar derken sadece olaylarda ölen ya da yaralananları değil, bu mesele üstüne konuşma cesareti gösterdikleri için hapse atılan gazeteci, asker, müzisyen, kompozitör ve eğlence dünyasından isimleri de kastediyorum. Sadece bu konuda konuştukları için…
Bir başka konu da şu ki tüm bu süreçte belki ama belki süper-trendy ve dekoratif sanatın ve mevcut Türkiye güncel sanat pratiklerinin bazıları yok olacak ve daha hakikatli ve içerik açısından daha zengin bir hareket ortaya çıkacaktır. Belki de sonuçta ortaya çıkacak şey, benzersiz bir biçimde Türkiye sanatına ait olacaktır, tıpkı Alman Dışavurumculuğu’nun Alman ve Pop-Art’ın Anglo-Amerikan olması gibi. Ya da sonuçta ortaya çıkacak şey, daha evrensel olacak ve genel olarak sokağın ritmini yansıtacaktır. Ama her halükarda bu şimdiye kadar yapılandan daha güçlü olacaktır.
Çünkü hakikat şudur ki, bu türden anları evrensel dile tercüme edenler her zaman ama her zaman sanatçılar olmuştur. Onların sayesinde bunlar daha anlaşılır bir hale gelmiştir. Bizi birleştiren ve ortak bir amaç etrafında bizi bir araya getiren, sanatçılardır.
İşte bu yüzdendir ki geçtiğimiz 10 yıl içinde Türkiye sanatında devrim yapan sanatçılar, şimdi Türkiye sokaklarında yapılmakta olan devrime de yardımcı olmalıdırlar. Tıpkı geriye kalanların hepsinin yapması gerektiği gibi yani; eleştirmenler, sanat yazarları ve gazeteciler, galeriler, küratörler, müzeler ve sanat fuarı yöneticileri.
Bu sayede sokaklardaki devrim, Türkiye sanatındaki bir devrime dönüşecektir.
*Sanat yazarı, editör, çevirmen ve yazar koçu Abigail R. Esman, New York ve Amsterdam’da yaşıyor. 20 seneden uzun bir süredir Salon.com, Vogue, Art & Auction, Artnews gibi pek çok dergiye yazmakta.
(İstanbulartnews.com)