Gündem

'SMS, İslami tebliğin en önemli aracı oldu, ama dini mesajlara karşı hepimizi duyarsızlaştırıyor'

Ayşe Böhürler: Dindarlığın ruhuna ilişkin incelikler hayatımızdan kaydı gitti

27 Aralık 2014 19:36

Yeni Şafak gazetesi yazarı Ayşe Böhürler, “SMS, İslami tebliğin en önemli aracı haline geldi. Aramızda selamlaşmayı artırmak da bir dini vecibe ve elbette cumayı kutlama mesajlarına itirazımız yok. Amma velakin bunun da bir kıvamı, adabı olmalı” dedi.

Böhürler, yazısında “Mesajlarda uzun dini tebligat metinlerinin geçmesi, çoğu zaman bunların prototip bir reklam vizyonu ile sergilenmesi, içeriğin önemini hafifletiyor. Ve daha da önemlisi hepimizi dini içerikli mesajlara karşı duyarsızlaştırıyor” ifadelerini kullandı.

Ayşe Böhürler’in Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (27 Aralık 2014) nüshasında yayımlanan, “Dini mesajlar” başlıklı yazısı şöyle:

 

‘Dini mesajlar’

 

Yaş almanın getirdiği şeylerden birisi de ömrün içinde var olan değişimin yavaşlığını görmek oluyor; özelikle de zihniyet değişiminin... Ve tabii ki birçok tartışma bu çerçevede aynı fasit dairenin içinde bıktırıcı biçimde tekrarlanıp duruyor.

Bunlardan birisi her yılbaşı yaklaştığında yaşanan “Yılbaşı kutlamak günah mı?” tartışması. Soru böyle değil farklı sorulsa belki konu çok daha anlamlı bir tartışma zemini bulabilir. O zaman belki de konuya günah ve sevap kavramları çerçevesinde mi yoksa ilkesel olarak mı bakmalıyız meselesini açıklığa kavuşturabiliriz. Malum hayat her zaman siyah-beyaz/ günah-sevap gibi keskin ayırımlardan oluşmuyor.

Ayrıca konu farklı açıları birlikte değerlendirmeyi gerektirirken “bizce” ile başlayan yorumların hüküm değerinde kabul bulması beklenemez.

Bu tutum ne yazık ki bugüne dair birçok meselede görülüyor.

Dini çevreler ya da dini aydınlar bugüne ilişkin meselelerdeki yorumlarını ve özellikle kaynaklarını, kendi bakış açılarıyla birlikte tartışmaya açmalılar.

 “İslam dinine mensup birisinin Hıristiyanlığın kutsal günü Noel’i değil de yeni bir yılın ilk gününü kutlamasının sakıncaları var mıdır?” sorusu üzerine belki o  zaman daha derinlikli tartışabiliriz. Ya da “tartışılmayı gerektirecek bir mesele değil” deyip vazgeçebiliriz. “Bu meselenin tartışılması zaman kaybıdır, şahsi bir karardır” deyip geçebiliriz.

Dindarlık da herkesi aynı kalıba sokmayı gerektirmiyor. Bu nedenle dinin asıl meseleleri dururken bu konunun bir adım ileri gitmeden hep aynı argümanlarla tartışılması anlamlı sonuçlar doğurmuyor... Dindarlığın kalıbına o kadar takıldık ki ruhuna ilişkin incelikler hayatımızdan kaydı gitti. Zarfın içi boşalıyor, görmüyoruz.

***

Son yıllarda gündelik hayatımızda değişen ve dikkatimi çeken şeylerden birisi de ayet ve hadislerin arama motorundan bulunarak mesajlaşmalarda, pankartlarda, konuşmalarda sıkça kullanılması.

Hiç bu kadar çok ayet ve hadis tebligatıyla karşılaşmamıştık.

Hele de mesajlarda... Her konuya ilişkin kendi yorumumuzla ilişkilendirilmiş bir hadis ya da ayet yazmak neye hizmet ediyor bilmiyorum. Bunları gönderen kişiler okuyucuların kendileri hakkındaki kanaatlerini hiç düşündüler mi acaba? Mesela tebliğ yaptıklarına mı inanıyorlar?

Okuyucunun, günlük, sıradan ve basit bir yoruma eşlik eden ilahi kelamın hakikatini o anda idrak ettiğini mi düşünüyorlar?

Ya da gönderenlerin Allah dostu olduğuna ilişkin kanaat geliştirdiğini mi düşünüyorlar?

Doğrusu ben böyle mesajlar aldığımda şunları düşünüyorum...

Gönderen kişi herkese ne kadar dindar olduğunu göstermeye çalışıyor. Çok gösterişçi birisi. Gerçek dindar dini bilgisiyle gösteriş yapmaz, yaşar. Bunu görünür alanda yaparak kendisi hakkında kariyerist biçimde, bir imaj oluşturmaya çalışıyor. Bir manada dini kullanarak ‘pr’ yapıyor.

***

Bir de Cuma günleri hiç eksik olmayan SMS’ler var. SMS, İslami tebliğin en önemli aracı haline geldi. Aramızda selamlaşmayı artırmak da bir dini vecibe ve elbette cumayı kutlama mesajlarına itirazımız yok. Amma velakin bunun da bir kıvamı, adabı olmalı. Mesajlarda uzun dini tebligat metinlerinin geçmesi, çoğu zaman bunların prototip bir reklam vizyonu ile sergilenmesi, içeriğin önemini hafifletiyor. Ve daha da önemlisi hepimizi dini içerikli mesajlara karşı duyarsızlaştırıyor.

Kaldı ki Kur’an meali meselesi de kendi içinde erbapları tarafından tartışılan bir konudur. Bu konuda Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün “Meal Kültürümüz” isimli kitabını tavsiye ederim. Meal çalışması yapmanın zorluklarının yanı sıra Kur’an’a mana verme meselesinin kriterleri üzerine önemli tespit ve değerlendirmelerde bulunuyor.

Kısaca bizim fikirlerimize destek versin ya da değerimizi ortaya koysun diye alıntıladığımız ayet mealleri gerçekten anlatmak istediğimize mi işaret ediyor?

Bu arada yeri gelmişken, değerli bir ilahiyatçı olan Mustafa Öztürk’ün Kanal 24 ekranlarında gece yayınlanan bir televizyon programı olduğunu hatırlatayım. Bu meseleleri din bilimi bakışıyla öğrenmek isteyenlere tavsiye edilir. “Yok, biz bir yerden fetva alalım, uyalım gitsin” diyorsanız o ayrı mesele.

***

Tuğrul İnançer, bir TV kanalında yaptığı program vesilesi ile sık sık gündeme geliyor. Daha önce de yazmıştım. Televizyon, özelikle de anlatıcı ve izleyicisiyle gönül gönüle yakın bir halkada yapılması gereken ve meşrebe göre farklılaşabilen yorumları içeren sohbetlerin yeri değil. Dinleyici anlatıcıyı bilir, anlatıcı da dinleyicisini... Bir ortak geçmişleri, her şeyden önemlisi de dil ve gönül birlikleri vardır. Yanlış bir mecra, iletişim kazalarına sebebiyet veriyor.

Bu işten herkes, en önemlisi din adamlığı müessesi zarar görüyor. İnsanların fitne fesatlığı, sözleri çarpıtması eleştirilirken, “Bu tarz dini sohbetler için kitle iletişim araçları gerekli midir” sorusunu sormak gerekir.