Dünya

Siz bunlara ajan mı diyorsunuz?

Casusluk romanlarının usta yazarı John Le Carré, ABD-Rusya arasındaki tarihî Viyana takasını yazdı.

12 Temmuz 2010 03:00

T24 - Casusluk romanlarının usta yazarı John Le Carré, ABD-Rusya arasındaki tarihî Viyana takasını yazdı.

     
1931 doğumlu İngiliz yazar, casusluk romanlarının büyük ustası, gelmiş geçmiş en ünlü kurgusal istihbarat görevlisi olan George Smiley karakterinin yaratıcısı John le Carré, ABD’de yakalanan Rus casusları ile Rusya’da çalışan Amerikalı meslektaşlarının Viyana’da takas edilmesi ertesinde, bütün bu şova gayet soğuk bakan bir yazı yazdı. Le Carré’nin kendisini meşhur eden mahlası yerine, asıl adı olan David Cornwell imzasıyla 10 Temmuz 2010 tarihli Guardian gazetesinde yayımlanan makalenin tam metnini sunuyoruz:

Bu aklı başından gitmiş casus-bebeklerin, yatak çarşaflarının altına girip en son teknoloji harikası casusluk oyuncaklarıyla oynarken, sihirli zulalarına bırakılmış olan paketleri toplarken, mikrodotlarla kodlanmış esrarlı mesajlarını gönderirken ve arkadaşlarına, komşularına ve sevgililerine hayatları hakkında yalan üstüne yalan söylerken, hakkında fanteziler kurdukları Rusya hangisiydi acaba?

Şimdi mahcubiyet içinde, Rusya Ana’nın bağrına geri gönderilmek üzere olan bu sanal “şehitler” kimin büyük davasına hizmet ettiklerini hayal ediyorlardı? Rusya’nın geçmişinin hayaleti mi fısıldıyordu onların kulaklarına, yoksa Rusya’nın geleceğinin hayaleti mi? Hizmet ettiklerini sandıkları ülke, Josef Stalin’in yeniden dünyaya geleceğini düşleyen eski, hırslı ve bilinçlenmemiş Rusya mıydı? Kehanetler gerçekleşmişti de, kutsal Rus İmparatorluğu’nun çarları mı hayata dönmüştü? Yoksa, Vladimir Putin’in yolsuzluğa batmış Kremlin’inin üzerinde bir bulut gibi gezinen, göklerdeki kâfir Rus İmparatorluğu muydu kontrolü ele geçiren?

Bir zamanlar, casusların somut amaçları vardı. Kapitalizm vardı ve komünizm vardı. Bunlardan birini seçebilirdiniz. Ve tabii, para vardı, seks vardı, şantaj vardı, seni terfi ettirmedikleri zaman kendi üstlerine sırtını çevirip ihanet etmek vardı, insanın kendisini Tanrı yerine koyması vardı, bir dünya oyunu oynama meselesi vardı, ve tabii her türden asil ve kirli saiklerin o bildik repertuarı vardı, ama işin nihayetinde, ya bir dava uğruna casusluk yapıyordunuz ya da o davaya karşı.

Ama bunların davası neydi Tanrı aşkına? Batılı toplumun kaygan direğine tırmanmaya nafile çabalayıp, bunu tekrar tekrar denerken, o programlanmış, çarpık ve küçük kafalarında, kimi koruduklarını düşünüyorlardı? Kontrolden çıkmış bir şekilde kapitalizmin yağlı sularına batmakta olan iki devasa kıta, Rusya Ana ile Amerika Ana arasında nasıl bir tercih yapılabilirdi ki? Aradaki bütün fark, canyeleğinin üzerindeki marka mıydı hakikaten? Ne olursa olsun Rusya Ana mıydı, mesele?

Umarım, Moskova’nın işi başından aşkın ruh sağlığı doktorları, kapılarına hücum etmek üzere olan yeni hastalarını stresten kurtarmayı başarır. Önce Amerikalıların Rusya’dan evlat edinmesinin dondurulması üzerine imdat diye bağırmaya başlayan kimsesiz çocuklar... Şimdi de, Putin’in devasa ve kaotik casusluk sisteminin, kendi çağdışı fantezilerine gömülmüş haldeki ve genç dimağları görevlendirip, eğitip, kendi suretlerine uygun biçimde yoldan çıkarmakla meşgul, akil budalaları çıktı meydana.

Ve nihayet, bizim kendi casuslarımız, gayet beceriksizce oynayan bu çocukları zaten on yıldır izleyip köşeye kıstırmışken, neden şimdi? Ve neden Viyana?

Yoksa komplo teorisyenlerinin fısıldamaya başladığı gibi, Amerika’nın sayısız istihbarat örgütünde çalışan sağcılar (ki Obama’nın son zamanlarda bize söylediklerinden çıkardığımız sonuç, bu adamların da en az Rus biraderleri kadar kontrol edilemez olduğudur) tam da Başkan’ın Rusya’ya yaklaşmaya başlar gibi göründüğü bir anda, Soğuk Savaş’ın hayaletini hortlatmaya mı karar verdiler?

Viyana’da sahnelenen oyunun arkasındaki tiyatro perdesinin sebebi hikmeti de bu muydu öyleyse? Yeniden ayağa dikmeyi bütün kalpleriyle diledikleri demir perdenin iki tarafındaki irticacılar, bizim için bir jübile mi düzenliyorlar? Bizler, yirmi birinci yüzyılın en büyük casus takasını o muazzam Technicolor renklerinde seyrederken ve hafızalarımızda Harry Lime’ın (1950’lerin başında Britanya’da popüler olan ve casusluk hikâyelerinde yoğunlaşan bir radyo programı) o cızırtılı müziği çalarken, bu casuslar, korkup Soğuk Savaş sığınaklarımıza kaçmamızı mı bekliyorlar? Yaptıkları kurnaz plan bu mu?

Eğer buysa, iki tarafın casusları da bir kez daha çuvalladı. Harry Lime ve onun sevimsiz arkadaşları casusluk yapmıyorlardı. Onlar, içine başka şeyler kattıkları penisilinin ticaretini yapan aşağılık düzenbazlardı ve işleri çocukları zehirlemekti. Yani düşünüyorum da, Viyana hiç de kötü bir tercih değilmiş.