CAFER SOLGUN - Haber Analiz
10-11 Ekim günlerinde Ankara’da düzenlenen ‘sivil ve demokratik anayasa’ konferansında dile getirilen görüşlerden çok, bundan sonra kimin ne yapacağı sorusu önem kazanıyor. Zira mesele, neden yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğumuzla birlikte, bunu nasıl topluma mal edilen bir istem ve duyarlılık haline getireceğimizdir…
10-11 Ekim günlerinde Ankara’da “Sivil ve Demokratik Bir Anayasa İçin Kolektif Oluşturabilmek” adıyla bir konferans düzenlendi.
Barış Meclisi ve çok sayıda sivil toplum örgütünün organize ettiği, tanınmış yazar, gazeteci, hukukçu ve akademisyenlerin çağrıcısı olduğu konferans, “yeni ve sivil bir anayasa” istemini sahiplenen isimleri bir araya getirdi.
Açılış konuşmasını Murat Belge’nin yaptığı konferansın ilk günkü oturumlarının konu başlıkları, “Yeni toplum sözleşmesi olarak demokratik anayasa ihtiyacı”, “özgürlükçü bir anayasaya doğru”, Demokratik bir anayasa için koşulların oluşturulması ve güç birliğinin önemi” olarak saptanmıştı.
İkinci gün ise, davet edilen siyasi parti ve STK temsilcileriyle “Demokratik anayasa girişimlerini buluşturabilmek: Yöntem ve içerikte uzlaşmaya doğru” ve “Demokratikleşme sürecini birlikte örgütleyebilmek” başlıklı forumlar yapıldı.
Neden yeni bir anayasa?
Oturumlar boyunca akılda kalan tespit ve değerlendirmelerden bazıları şu şekilde özetlenebilir:
“Ben kimseyle 28 yıl evli kalamadım,
ama Türkiye 28 yıldır bu anayasa ile yönetiliyor”
Konferansın açılış konuşmasını yapan Murat Belge, 12 Eylül darbesinin “en kalıcı” mirasının 12 Eylül Anayasası olduğunu belirterek, kendi yaşamıyla “Ben kimseyle 28 yıl evli kalamadım, ama Türkiye 28 yıldır bu anayasa ile yönetiliyor” şeklinde konuştu. Belge, “anayasa tartışmak geleceğimizi tartışmaktır” diyerek, konferansın bu yönde bir “maya” atacağını söyledi, bu “mayanın tutması” dileğini vurguladı.
Belge’nin ardından ilk oturumu yöneten eski Yargıtay Başsavcısı Sami Selçuk da konuşmasında benzer bir vurguya yer vererek, “Bu anayasa 1924 anayasasından sonra en uzun süre yaşayan anayasadır” dedi. Selçuk’a göre de anayasa tartışmaları, aslında “nasıl yaşamak istediğimize karar vermek” ile ilgili bir tartışma olarak görülmeliydi.
Kezban Hatemi konferans oturumları boyunca yeni anayasa ile ilgili somut yöntem öneren birkaç kişiden biri idi. Hatemi, yeni anayasa için Sami Selçuk’un da desteklediği bir “kurucu meclis” oluşturulması ve “hemen” referanduma gidilmesi görüşünü savundu.
Tuğluk: Sorun tek devlet, tek millet tek dil anlayışından kaynaklanıyor
DTP Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, sorunun “tek devlet, tek millet, tek dil” anlayışından kaynaklandığını savunduğu konuşmasında, “tek devlet”e karşı olmadıklarını ama merkezi otoritenin yetkilerinin “yerellere” dağıtılması gerektiğini dile getirdi. Tuğluk’a göre Kürt sorunu da bu “katı merkeziyetçi tekçi anlayış” ile başlamıştı.
Mithat Sancar, anayasanın “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddeleriyle ilgili ilginç bir yöntem önerisinde bulundu. Sancar’a göre anayasanın “değiştirilemez” hükümlerini düzenleyen 4. maddenin kaldırılmasıyla birlikte anayasanın bütün maddelerinin “değiştirilebilir” olabilecekti. Sancar, 82 anayasasının özellikle 1999 yılından itibaren “çözümsüz” bir anayasa durumuna geldiğini ifade etti.
AKP Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt da konuşmasına “partisini değil sadece kendisini temsil ettiğini” belirterek sözlerine başladı ve “demokratik açılım” çalışmalarının önemine vurgu yaptı.
'Türkiye'deki müzakerelerin çoğu münazarayı hatırlatıyor'
Fatmagül Berktay konuşmasında Türkiye’de yapılan tartışmaların “müzakereden” çok bir “münazarayı” andırdığını söyledi. Berktay’a göre “resmi ideolojiyi eleştirirken kendi içimizdeki bu özelliğimizle de yüzleşmemiz” gerekliydi.
'Türkçeyi bilmek dışında hiçbir şey dayatılmamalı'
Cumhuriyet’in ilanından bu yana “vatandaşlık” kavramının ne tür bir seyir izlediğini anlatan Mesut Yeğen’in konuşmasında üzerinde durduğu en önemli husus, yeni anayasada “Türkçeyi bilmek” dışında başka herhangi bir “dayatma” olmaması gerektiğiydi.
Ergin Cinmen ise konuşmasında daha çok siyasi gündemdeki “mektup” konusuna değinerek, siyasilerin birbirleriyle olan diyalogsuzluğunu eleştirdi.
'Anayasa cinsiyetçi olmamalı'
Erol Katırcıoğlu, Berat Özipek ve Hilal Kaplan da konuşmalarında yeni anayasanın herkesin “benim” diyebileceği, altına imza atacağı bir toplumsal mutabakat anlayışıyla hazırlanması gerektiğine dikkat çeken konuşmalar yaptılar. Katırcıoğlu anayasanın “cinsiyetçi” olmaması gerektiğini vurguladı. Özipek “bir arada yaşamanın hak temelli bir ortaklaşma” gerektirdiğini ifade etti. Kaplan da yeni bir anayasa oluşturulması sürecinde herkesin “samimiyet testlerinden” geçmesi gereği üzerinde durdu.
Hülya Gülbahar ise sorunu kadın bakış açısıyla değerlendirmenin önemini vurguladığı konuşmasında, “bu toplantıya bile mücadele ederek” gelebildiklerini belirtti, ayrımcı anlayışların eleştirisini yaptı.
Konferansın ikinci gününde ise siyasi parti temsilcileri ile sivil toplum temsilcilerinin katıldığı iki ayrı forum düzenlendi.
DTP, DSİP, EMEP, LDP, ÖDP, SP, SHP, Yeşiller Partisi, 10 Aralık Hareketi, Demokrasi İçin Birlik Hareketi, Demokratik Toplum Kongresi, Özgürlükçü Sol Hareket adlı siyasi parti ve platform sözcülerinin katıldığı forumda, katılımcılar kendi neden ve gerekçeleriyle yeni, sivil ve demokratik bir anayasa yapılması gerektiğini savunan konuşmalar yaptılar. Foruma AKP adına kimsenin katılmaması ve CHP ve MHP’den ise “yeni anayasa istememeleri” nedeniyle kimsenin davet edilmemiş olması dikkatlerden kaçmadı.
Çok sayıda STK, meslek odası ve sendikaların davetli olduğu ikinci forum oturumunda da “sorunların ortak olduğu” vurgusu öne çıkarken, yeni anayasa ile çabaların ortaklaştırılması gereği üzerinde duruldu.
Oturumların sona ermesinin ardından açıklanan sonuç bildirgesinde ise, mevcut anayasanın meşruiyetinin kalmadığı, bütün toplumsal kesimlerin talep ve duyarlılıklarını kapsayan, buna cevap olan bir anayasa ihtiyacının kaçınılmaz olduğu ve bu yöndeki çabaların ortaklaştırılması vurguları öne çıkan hususlar idi. Sonuç bildirgesinde ifade edilen diğer bir husus ise, mevcut “çağrıcı” grubun daha fazla genişletilmesi gerektiği idi.
Peki, nasıl?
“Sivil anayasa konferansı”, niçin yeni bir anayasaya ihtiyacımız olduğu konusunda talep ve gerekçelerin bir kez daha ifade edilmesi adına rolünü oynadı.
Açıkça ifade etmek gerekirse, bu neden ve gerekçeler öteden beri değişik zeminlerde dile getirildikleri için, oturumları izleyen yaklaşık 200 kişi açısından çok da “yeni” bir özellik taşımıyordu.
“Sivil anayasa” konulu bir konferansta, neden yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğumuzun gerekçelerini bir kez daha izah etmekten daha fazla önem ve ağırlıkla üzerinde durulması gereken konu, bunun “nasılını” ele almak idi. Ancak bu yönde birkaç kişiden gelen öneri ve görüşler dışında kayda değer bir görüş ifade edilmedi.
Siyasi parti katılımı yönünde “zayıf” kalan tartışmalarda, mecliste temsil edilen veya edilmeyen partiler açısından herhangi bir “uzlaşma”, hatta “diyalog” imkanı doğmadı. Oysa konferansın bu yönde bir “zemin” olması, bir “başlangıç” havası yaratması, onun önemli sonuçlarından biri olabilirdi.
Aynı şekilde sivil toplum örgütleri açısından da dile getirilen “dilek ve temenni” kabilinden görüşler bir yana, “çabaları ortaklaştırmak” noktasında, var olan durumun bir adım daha ötesine giden “yeni” bir durum ortaya çıkmadı.
Yine de bu eksiklikleriyle birlikte “sivil anayasa” konferansı, Türkiye’nin doğrudan demokratikleşmeyle bağlantılı bütün sorunlarının çözümünde yeni, sivil ve demokratik, özgürlükçü bir anayasanın “kilit” önemde olduğu görüşünün bir kez daha vurgulanması açısından önemli bir rolü yerine getirdi diyebiliriz.
Konferansın “umutlu” bir diğer yönü ise, genel bir deyişle “sağ”, “sol”, “liberal” vb tandanslı, ama tümünün de ortak duyarlılığı “yeni bir anayasa” olan çok sayıda farklı görüşte kişi ve kurumu yan yana getiren bir zemin olabilmesiydi. Orada bir kez daha görüldü ki, sorunların kaynağının doğru teşhis edilmesi halinde “farklılıklardan” ziyade ortak duyarlılıklar çok daha belirgindir…
Bu, bileşimi açısından son derece zengin ve çeşitli, “sivil ve demokratik bir anayasa istiyoruz” istemiyle kendini ifade eden yeni bir sivil harekete dönüşebilir, siyaset üzerinde bugünkünden daha ciddi bir etki yaratabilir mi? Konferansın en önemli sonucu, bu sorunun cevabıyla birlikte ortaya çıkacak…