12 Eylül 2017 10:52
Uygulanan, küçük üreticiyi zora sokan neoliberal tarım politikaları Ege’de köylüyü borç içine sürükledi. Maliyetler artınca köylüler üretimi bırakıp tarlalarda ücretli çalışmaya başladı. Hacıaliler köyünde yaşayan Mehmet Eriş daha öncesinde büyükbaş hayvanlarının olduğunu ve ineklerden elde ettiği süt geliriyle günlük harçlıklarını çıkardığını ifade ediyor. A Bunu “Sistem ve düzen olmadığı için hayvanlarımızı satmak zorunda kaldık. Saman, süt fiyatları çok arttı, para yetiştiremedim” sözleriyle açıkladı.
Birgün'den Burak Abatay'ın izlenim haberi aynen şöyle:
Ege Bölgesi tarihten bugüne uygarlıkların kesiştiği yemyeşil bir coğrafya. Üretim kapasitesinin çok yüksek olduğu bu bereketli topraklarda bugün ise işler o kadar iyi değil. Zeytinyağının, pekmezin ve şarabın neşe ve huzur kattığı ova insanlarının yüzleri artık tebessümden uzak. Bölgede üretilen hemen hiçbir tarım ürünü kâr ettirmiyor. Manisa’da, Aydın’da, Denizli’de çiftçiler ürettiklerini satamıyor, sattığında ise para kazanamıyor.
Manisa’nın verimli ovalarında tarımsal üretim yerlerdeyken artık hayvancılık da yapılmıyor.
Manisa’nın Alaşehir ve Sarıgöl ilçeleri tarımsal üretimin çok yoğun olduğu verimli yerleşim yerleri. Yoğun göç alan ve binlerce yıl çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yapmış bu verimli arazilerde artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Sahip olduğu köyleri ve bu köylerde yapılan üzüm ve zeytin üretimi yurttaşların birincil geçim kaynakları arasındayken hayvancılık da gelir kalemlerinde ikinci sıradaydı. Köylüler son yıllarda giderek kötüleşen ve de çiftçiyi borç batağına sürükleyen üzüm üretiminin yanında hayvancılıktan da vazgeçmiş durumda. Yer yer ve zaman zaman birbirini tamamlayan bu iki gelir kalemi artık çiftçiler için gerçek birer kanayan yara.
Yıllar sonra Manisa’nın Alaşehir ilçesinin Hacıaliler ve Subaşı köylerinde dolaşıyorum. Bundan 5-6 sene önce ortalama 50 büyükbaş hayvan varken, bu sayı şimdilerde 1-2 büyükbaş hayvanla sınırlı. Büyükbaş hayvan göremiyorum. Bu durum Sarıgöl’ün, Salihli’nin köyleri için de benzer örnekler sunuyor. Süt satışlarıyla geçimlerine fayda sağlayan köylüler, hayvancılıktan çoktan vazgeçmişler. Bunun ilk sebebi meraların olmayışı ve bununla beraber de hayvan yemi ve samanın, diğer küçük gider kalemleriyle birleştiğinde, geliri karşılamıyor olması.
Hacıaliler köyünde yaşayan Mehmet Eriş daha öncesinde büyükbaş hayvanlarının olduğunu ve ineklerden elde ettiği süt geliriyle günlük harçlıklarını çıkardığını ifade ediyor. Ancak Eriş, sahip olduğu tüm inekleri satmış durumda. Bunu “Sistem ve düzen olmadığı için hayvanlarımızı satmak zorunda kaldık. Saman, süt fiyatları çok arttı, para yetiştiremedim” sözleriyle açıklıyor.
Köyde dolaşırken hayvancılıktan vazgeçen köylülerin ne yaptığını, bu mesainin ikamesinin ne olduğunu merak ettim. Köy kahvesinde insanlar, sabahın ilk ışığında üzüm bağlarında çalışmak üzere yola çıktıklarını söyledi. Dayıbaşı sistemiyle günlük yevmiye alan köylüler bunun hayvancılıktan daha kârlı bir iş olduğunda hemfikir. Ancak kendi deyimleriyle de “el işine güven olmaz.” Köylüler 3-4 büyükbaş hayvanla, hayvancılık yapılamadığını, ya çok sayıda hayvanla ‘patron’ olunması gerektiğini ya da görüldüğü üzere köylünün silinip gittiğini söylediler. Bu basit ve sıradan bir laf değil. Kurulamayan hayalleri, temeli atılamayan gelecekleri ihtiva ediyor.
Masraflarından dolayı hayvancılıktan vazgeçen, sütünü dahi bakkaldan kutu olarak alan köylüler günlük yevmiye karşılığı başkalarının üzüm bağlarına gidiyorlar. Peki ya bu üzüm bağlarından satılan üzüm insanlara kazanç sağlıyor mu? Cevabı hayır.
Mehmet Eriş, bağlarıyla uğraşmaya devam eden bir köylü. Gübre, mazot ve sulama fiyatlarının çok yüksek olduğunu söylüyor Eriş. Ona göre çiftçilik de bir kazanç kapısı değil. Eriş, 75- 80 kuruşa kadar düşmüş durumda olan yaş üzümün kilogram fiyatının serbest piyasanın elinde olduğunu belirtiyor. Kapı komşusu ve akrabası Hasan Eriş ise taban fiyatın belli olmayaşına ilişkin şunları söylüyor:
“On dönüm yeri olan bir insanın bile buradaki kooperatife 20 milyon lira borcu var. Türkiye’nin üzüm ihtiyacını bu ova karşılamasına rağmen, 10 yıl öncesine baktığımızda üzümün kilosu 1 lira ise günümüzde de 1 liraa satıyorlar. Nasıl Fiskobirlik bir taban fiyatı belirliyor ise, Karadenizli Milletvekilleri tarım adına bir çalışma yapıyor ise biz de milletvekillerimizden aynı duyarlılığı bekliyoruz. Aslında serbest piyasa diye bir şey olmaması lazım. Bu konuya ilk önce değinecek kişi Tariş yönetimidir. Tariş yönetimi diyecek ki: ‘Benim bu sene çiftçimin kuru üzüm fiyatı 4,50 lira olacak veya 5 lira olacak, bunun altına inmeyeceksiniz.’ Tüccarlar da ona göre hareket edecek. Bizim sorunumuz taban fiyatı belirli olmaması.”
Üretim faktörlerinde aklınıza gelebilecek her şeye zam geliyorken artmayan tek ücret üzümün kilogram fiyatları. Kuru üzümde de, yaş üzümde de, şaraplık üzümde de fiyat yıllardır aynı. Gençler umutsuz. Manisa’nın merkezine ya da İzmir’e kaçma derdindeler. Hacıaililer köyünün bir diğer genci Ömer Demir’e bir dokunuyorum, bin ah işitiyorum:
“Ne yaparsak yapalım, banka kredileriyle yapıyoruz. Bankalara, sigorta acentalarına ya da Tarım Kredi Kooperatifi’ne borçlu olmayan köylü yok. Mazotu, ilacı, gübresi derken bankaya yetmiyor paralar.”
Hasan Eriş, “Bütün bu problemler taban fiyatlarının olmayışından kaynaklanıyor. Tüccarlar serbest piyasa ekonomisi altında kendileri belirliyor. Benim kanaatimce tüccarlar Tariş Başkanı’na baskı yapıyor. Yani rant meselesi de var aslında. Çiftçi en alt tabaka olduğu için en ‘az kazanması gereken’ gibi düşünülüyor, ama kendilerini tabi çiftçiden çok düşündükleri için kar marjını kendileri belirliyorlar” diyerek para babaları ile tarım politikalarını yönetenler arasındaki kirli ilişkiyi anlatıyor.
Egeli milletvekillerini de yeteri kadar aktif olmamakla suçluyor köylüler. Hasan Eriş şöyle anlatıyor derdini: “Dertlerimiz biraz da Ege milletvekillerinin de pasifliğinden kaynaklanıyor. Mesela Karadeniz’deki milletvekili şu anda fındığı kalkındırdı, çiftçisi son teknoloji aletlerini kullanıyor. Ege Bölgesi, ki en medeni bölgelerden birisi ama baktığımız zaman bir çöküş var. Ege’de ki incircinin, zeytincinin, üzümcünün yüzü gülmüyor. Bu bizim Ege bölgesi olarak kanayan bir yaramız. İhracatımızı büyük firmalar alıyor ama çiftçi hiçbir şekilde kazanamıyor. On yıl önceki fiyatlar 1 lira iken şimdi 70, 80 kuruştan yaş üzüm satılıyor. Marketlere gittiğinizde üzüm fiyatı 4,99 lira veya 4,49 lira diye belirleniyor. Ama buradan çıkışı 70, 80 kuruştan başlıyor en fazla 1,10 liraya kadar çıkabiliyor. Yani beş katı kadar bir fiyat farkı var. Burada kazanan büyük marketler, toptancılar, perakendeciler oluyor. Bir mağduriyet söz konusu.”
Peki, Egeli milletvekilleri konuya dair ne düşünüyor? Cumhuriyet Halk Partisi’nin bölgede çok sevilen Manisa Milletvekili Tur Yıldız Biçer’e bölgede çiftçiler ile olan diyaloğumdan bahsediyorum. Çiftçilerin üzüm üretiminden umutsuz olduğunu ve bu umutsuzluğun yıllardır açıklanmayan taban fiyatları olduğunu aktarıyorum. Biçer, serbest piyasanın hiçbir zaman çiftçi dostu olmadığını ifade ediyor: “Serbest piyasada her zaman ‘büyük balık küçük balığı yutar’. Neoliberal tarım politikalarının amacı da bu. Küçük üreticilerin yok olması, üretimin büyük şirketlerin denetimine geçmesi. Adım adım bu yapılıyor.”
Konuştuğum Egeli köylülerin en büyük kıyas noktalarından birisi Karadeniz. Onlara göre çayda ve fındıkta yapılan taban fiyat uygulaması incir, üzüm ve zeytin için de yapılmalı. Ama bu taban fiyat uygulaması Karadenizli çiftçinin hayrına mı? Egeli çiftçi memnun edilemez mi? Biçer şöyle cevaplıyor:
“Fındık ve çaydaki ‘taban fiyat’ uygulaması da gerçekçi değil. Fındıkta belirlenen fiyat maliyetin bile altında ve alım garantisi yok. 2005 yılında fındık 7 lira idi, 2016 yılının ağustos ayında Fatsa Ticaret Borsasında 13 lira'dan işlem gördü, şimdi ise 9 lira civarında. IMF ve Dünya Bankası’nın dayattığı tarım politikalarında Tarımsal KİT’lerin, Tarım satış kooperatifleri birliklerinin tasfiyesi ve taban fiyat politikalarından, destekleme alımlarından vazgeçilmesi vardı, 12 Eylül’den bu yana gelen bütün hükümetler buna uygun davrandı AKP hükümeti de neoliberal tarım politikalarının en katıksız uygulayıcısı. Bu nedenle çay ve fındıkta göstermelik bir ‘taban fiyat’ uygulaması yapılıyor, üzümde ise hiç yapılmıyor.”
Alaşehir’in köylerinde dolaşırken duyduğum çok sayıda şikâyetten bir tanesi de üzüm tüccarlarının yaptığı hırsızlıklar ve dolandırıcılıklar. Tüccarlar üzümleri alıp, karşılıksız çeklerle çok sayıda üreticiyi dolandırıyor. Bu meseleye dair bir önlem alınamaz mı?
Biçer’e göre önlem alınabilir. Tüccarların tek tek üreticiyle sözleşme yapması yerine, ister köy derneği olsun, ister sendika olsun, isterse de kooperatif olsun üreticilerin kendi kurdukları örgütleriyle sözleşme yapmasını zorunlu kılan yasalar çıkartılabilir, şikâyete konu olan tüccarların ticaretten men edilmesine dönük yasa ve uygulamalar gerçekleştirilebilir, ilçe tarımdan yetki almayan ve denetlenmeyen hiçbir tüccarın ticaret yapmaması sağlanabilir. Üreticilerin parasını ödemeyen tüccarlara ağır hapis cezası uygulanması için gerekli yasal düzenlemeler yapılabilir. Üreticilerin parasını ödemediği konusunda şikâyet edilen tüccarlar teşhir edilebilir. Ama Biçer’e göre bunu yapmak için sahip olunması gereken ilk şey küçük üreticiyi korumayı amaç edinmiş bir siyasal irade.
Siyasal iradenin sürekli olarak üreticiyi kandırma yoluna gittiğini savunan Biçer, bu duruma özellikle Manisa’da çok sık şahit olduklarını aktardı. Biçer, soğuktan ve doludan zarar gören üreticilere verilen sözlerin hiçbirinin tutulmadığını gördüklerini dedi ve ekledi:
“Her seçim öncesi vaatlerle oy istediler ama seçim sonrası üreticilerin yüzüne dahi bakmadılar. Bizim asıl görevlerimizden biri de üreticiyi bu siyasi iradeden de korumak oluyor. Ben kendi adıma az önce bahsettiğim yasal düzenlemeler için Meclis’te çalıştım. Çalışmaya da devam edeceğim.”
Sigorta şirketleri Egeli çiftçiler için bir dert. Zararları karşılamayan şirketler, dolu gibi büyük afetlerde çiftçinin yüzünü güldürmüyor. Bu handikabı Tur Yıldız Biçer’e aktardığımda şu cevabı aldım:
“Devlet tarım sigortası primlerinin yarısını ödeyerek sorumluluğunu yerine getirdiğini sanıyor. Hâlbuki bu uygulamanın üreticiye çok büyük bir faydası yok. Sigorta şirketlerine faydası var. Asıl olması gereken sigortanın kapsamının genişletilmesi, iyi denetlenmesi ve primlerin düşürülmesidir. Bahsettiğim gibi bunun içinde küçük üreticiyi korumayı ve desteklemeyi ilke edinmiş bir siyasal irade olursa üretici lehine olan yasalar çıkabilir. Ama şirketleri gözeten, destekleyen siyasal iradelerin bu yasaları çıkartması mümkün değil. Ayrıca doğal afet süreçlerinde de hükümet günü kurutacak sözler verip sözün gereğini hayata geçirmiyor. Hükümet siyasi rant elde ederken şirketler ciddi maddi kazançlarla gününü gün ediyor; olan yine her zamanki gibi üreticiye oluyor."
Ve elbette ki asıl meselelerden birisi olan unutulmuş hayvancılık. Bölgede birçok köyde hayvancılığın adı bile unutulmuş... İçerisinde tezek kokusu olmayan, süt sağılmayan, peynir yapılmayan yüzlerce köyden bahsediyorum. 10-15 sene önce hayalini bile kuramayacağımız bir düzen gerçek olmuş durumda. Köylüler kutu peynir, yoğurt ve süt satın alıyor artık. Bu korkunç durum bizi nasıl bir geleceğe götürecek? CHP’li vekile soruyorum ve şu yanıtı alıyorum:
“Bölgede hayvan sayısının azalması elbette üreticileri ve tüketicileri olumsuz etkileyecektir. Bu durum üreticilerin yan gelirlerinin yok olmasını, tüketicilerin ise damak tatlarına uygun olmayan, belki de sağlıksız ithal etleri yemelerine ve daha çok para ödemek zorunda kalmalarına yol açacaktır. Üreticilerin ve ülkenin gıda egemenliği yok edilmiş, dışa ve gıda şirketlerine bağımlı bir gıda tüketimi söz konusu olacaktır. Şu Kurban Bayramı’nı Bulgaristan’dan ithal samanla beslediğimiz Romanya’dan ithal hayvanlarla geçirdi ülke, daha dün Toprak Mahsulleri Ofisi, 60 bin ton yemlik arpa alımı için uluslararası ihale açtı.”
© Tüm hakları saklıdır.