T24 - Sırrı Süreyya Önder, Vogue Türkiye’nin ocak sayısı için Özgü Namal’ı yazdı ve 3 filminde de oynayan oyuncuyu bakın nasıl anlattı...
BDP milletvekili, yazar ve sinemacı Önder, “Şu ana kadar Beynelmilel’de senarist-yönetmen, O... Çocukları’nda senarist, Mutluluk’ta da uyarlama olmak üzere sinemada üç imzam var. Üçünde de Özgü’nün başrol oynaması bir tesadüf değil” diyor.
Bir gün parlamenterlik faslını bitirip setlere dönersem, çekmeyi düşündüğüm filmlerde mutlaka olmasını isterim. Özgü benden daha kararlı. İçinde kadın olmayan bir öykü anlattığımda “Biliyorsun ki ben erkeği de oynarım” diyerek meseleyi noktalıyor hep...
ZIRHIN İÇİNDEKİ MAHCUBİYET
Onu günlük hayatın içinde gördüğünüzde, bu bedenden, lise öğrencisi bir genç kızın, vamp bir kadının, devrimci Gülendam’ın, tecavüze uğramış Meryem’in, hatta bıçkın bir oğlan çocuğunun nasıl çıktığına şaşarsınız. Bu şaşkınlığı yaratan şey; hiçbir karakterde bir öncekinden kalmış bir ize rastlamamış olmanızdır. Şaşkınlığınızı artıran şey de, onun kendi zırhları içindeki mahcubiyetiyle bunları yapıyor olmasıdır.
'TV ÇARŞISINDA TELEF OLMADI'
Birçok yetenekli oyuncu, televizyon çarşısında ezberlenerek telef olmuştur. Bu onların suçu da değildir üstelik. Özgü, televizyonlarda en çok görünüp en başarılı performanslara imza attığı halde bu akıbete uğramamıştır. Uğrayacak gibi de görünmemektedir. Bunun sebebi, her yeni karakter için çalışmaya başladığında cebindekileri unutarak işe başlamasıdır.
İKİ ÖZELLİĞİ: MERAK VE İTİRAZ
Ben Özgü ile çalışmaya başlamadan önce tanışıyordum. Bir dizi projesini görüşmek, karakteri derinleştirmek için buluşuyorduk. “Espriler tatsız, karakterler tuzsuz” kabilinden bir projeydi. Yaklaşık 70 bölüm, dizi yazım ekiplerinde çalışarak “Beynelmilel” filmi için para kazanmaya çalıştığım zamanlardı. Bir akşam diziyi ıslah etme çabalarından yorulduğumuzda ona “Beynelmilel” ve Gülendam’ı anlatmaya başladım. Ağlamaya başladığını görünce çok şaşırdım. Öyküyü kime anlattıysam gülüyordu çünkü. Gülendam’ı canlandırmasına o akşam karar verdik. Filmin çekilme ihtimali ile aramızda Büyük Sahra Çölü kadar mesafe vardı ama Özgü karaktere emek vermeye başlamıştı bile. Onun bu azmi ve her gün Gülendam’la ilgili buluşları beni de diri tuttu. İki özelliğine tanık olmuştum; “merak” ve “itiraz”. Merakını gidermeyi, itirazlarından faydalanmayı akıl ettiğimizde birlikte güzel bir üretim yapabileceğimize ikna olmuştuk.
HAYATIN MERKEZİ TARTIŞMASIZ ÖZGÜ’DÜR
Özgü’yle bir arada bulunmak, insana başka çok az yerde yaşayabileceği bir boş vermişlik duygusu yaşatır. Çünkü onun olduğu yerde insan, hayatın merkezinin kendisi olduğu vehminden bütünüyle kurtulur. Zira hayatın merkezi tartışmasız şekilde Özgü’dür. Özgü, bu özelliğini, tıpkı bir süper kahraman gibi, farkında olmadan, hatta çoğu zaman istemeye istemeye yaşar. O sadece davranır, siz de onun bir parçasına dönüşüverirsiniz. Bütün süper kahramanlar gibi bunun Özgü için de bir bedeli vardır. Özgü, istese dik alasını yapabileceği halde, bu bedeli size yansıtmaz hatta hissettirmez bile. Çünkü, bütün süper kahramanlar gibi, hep bir parça mahcuptur.
'DOĞRU SÖYLE, HİÇ Mİ PAVYONDA ÇALIŞMADIN'
Onun bu mahcubiyeti, sette Dilber Ay’ın da dikkatini çekmişti. Dilber ki, feleğin her türlü çemberinden geçmiş, görmediği çile kendisine küsmüş bir ablamızdı. Özgü’nün oyundaki ışıltısıyla gerçek hayattaki sıradan halinin çelişkisine akıl erdirmekte güçlük çekiyordu. Bir gün ona acıdığından olacak, “Kızım bu güzelliğin tez solar, ben sana birkaç pavyon cilvesi öğreteyim, ebedi aç kalmazsın” diyerek birkaç tüyo verdi. Özgü, Dilber’in toplam hayat bilgisinden öylesine etkilenmişti ki, ona bir performans sergiledi ve hayatının övgüsünü aldı. “Kızım doğru söyle, hiç mi pavyonda çalışmadın” diye sordu ve aldığı cevaba asla inanmadı. “O... Çocukları”nda İtalya’dan gelen yarı Türk Dona’yı oynayabilir mi diye hiç düşünmediysem, bunda pavyon kızı performansının ikna ediciliği büyük yer tutar.
ÖZGÜ’NÜN OYNADIĞI FİLMİN FİYAKASI
Özgü’nün oynadığı filmi çekmiş olmanın fiyakası, hiçbir şeye değişilmez. Filminizi, “Özgü’nün oynadığı” filminizi insanlara sırıtarak gösterirsiniz. İşte dersiniz, benim oyuncum. Fakat o sırıtmanız biraz sonra yüzünüzde donar kalır. Çünkü insanlar size değil, Özgü’ye bakmaktadır.
'SENARYODA OLMAYAN O SAHNEYİ YARATIVERDİ'
Haluk Bilginer’e atfedilen şöyle bir söz vardır: “Oyunculuğu öğrenmek zor bir şey değildir. Zor olan, oyunculuğu öğrendikten sonra oynamamayı becerebilmek, yani gerçek kılabilmektir.” Onur Ünlü’nün “Polis” ve “Güneşin Oğlu” filmlerinde büyük roller emanet ettiği Özgü, rolü sadece oynamamış aynı zamanda savunmuştur da... Rol aldığı karakteri “oynaması” değil “savunması” gerektiğini bilenlerdendir. Umut Kurt’la kuytu bir harabede bin türlü sıkıntının içinde dans eden iki sevgili sahnesinde bunu bize şöyle yaşatmıştı: Umut, bu denklemden nasıl bir oyun çıkarılmalı bahsinde kararsızlıklar yaşıyordu. Bu durum Özgü’nün oyununu da etkiliyordu. Benim aradığım, ne olduğunu tam bilemediğim bir şaşkınlık görmekti. Özgü baktı ki biz işin içinden çıkamıyoruz. Senaryoda olmadığı halde Umut’u dansın başında öpüverdi. Umut’un yüzündeki ifade tarif edemediğimiz bütün kararsızlıklara bir cevap gibiydi. Kamera çalışmaya film akmaya başladığında, sizin filmde izlediğiniz mahcup ve muzır kız gülüşü işte böyle bir başlangıcın mimarı olmasından dolayıdır.
'BİR AŞK MEKTUBU'
Bu yazı biraz daha uzarsa aslında bir “aşk mektubu” olduğu anlaşılacağından burada kesmek gerekiyor. İnsan dar bir konjonktür aralığındaki haliyle sevilemez. Böylesi bir sevgi patolojiktir. Biz insanı serüveniyle severiz. “İyi” bir insan olunmadan “iyi” hiçbir şey olunamaz. Özgü hayat ve sanat serüveninde “iyi”liğini hakiki bir mahcubiyetin içinde yükseltenlerdendir. Sadece oyunculuğuyla değil dostluğuyla da gölgesi uzun düşenlerdendir.
'BİRİCİK OYUN DUYGUSU'
Özgü’yü izlerken, izlediğimiz filmin politik ya da fantastik bir film olduğunu bize unutturan şey, Özgü’deki o biricik oyun duygusudur. Onunla birlikte oynamak o kadar eğlencelidir ki, dünyanın bütün lunaparkları aynı anda yansa, umurunuzda olmaz.