Çevre

Sinop'a nükleer santral kurulmamalı!

'Hamsi göç yolu üzerinde bulunan Sinop’a nükleer santralin kuruluşu hamsi üretimimize darbe vurabilir.'

15 Mart 2009 02:00

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Başkanı Okay Çakıroğlu, ''nükleer santral konusunda 8 yer önerdiklerini, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bu yerler içinde bulunan Sinop'u ilan ettiğini'' söyledi. TBMM KİT Komisyonu'nda konuşan TAEK Başkanı Çakıroğlu, nükleer santralin nereye yapılacağı konusunda Türkiye genelinde detaylı teknik incelemelerde bulunduklarını anlatarak, deniz suyu sıcaklığından, iklim, rüzgar ve havanın durgunluğuna kadar 43 kritere göre 8 yer belirlediklerini ifade etti.

Bu projeyi Cumhuriyet Bilim-Teknik ekine değerlendiren  Radyoekolog Dr.Sayhan Topcuoğlu'nun
"hamsi göç yolu üzerinde bulunan Sinop’a böyle bir santralın kuruluşu, termal kirlenme nedeniyle hamsi üretimimize darbe vurabilecektir." dediği söyleşinin işte tam metni:

Akkuyu Nükleer Güç Santralının 24.9.2008 tarihinde ihalesi yapılmış ve 19.12.2008 tarihinde TAEK ölçütlerine uygunluğu kabul edilmiştir. Yakın gelecekte, Sinop’a kurulması planlanan ikinci grup nükleer güç santralının ihalesi de yapılacak. Bu santralın lisanslama çalışmaları ekolojik açıdan eksiklikler içeriyor. Özellikle, hamsi göç yolu üzerinde bulunan Sinop’a böyle bir santralın kuruluşu, termal kirlenme nedeniyle hamsi üretimimize darbe vurabilecektir.

Nükleer güç santrallarının çevre kirliliğinde yarattığı en önemli sorunlarından biri de termal kirlenmedir. Santralı kuran firma, santralın soğutma suyu nedeniyle oluşacak olan termal (sıcaklık) kirlenmeyi önemsemeyebilir. Santralın kurulacağı denizel ortam, biyolojik zenginlik ve bazı ekolojik risk faktörleri açısından, dünyada bir benzeri olmayan bölge olabilir. Sinop örneğinde olduğu gibi. Bazı kriterleri dünyadaki örneklerinden yola çıkarak, Sinop’ta uygulayamazsınız. Sinop bölgesinin, lisanslama çalışmasını hızlı ve belli kalıplarda tamamlayarak, ihalesini yetiştirmeye kalkarsanız, yanlış yaparsınız

Termal kirlenme konusunda, Sinop bölgesinin parametreleri kapsamında, biyokinetik, ekotoksikolojik, sedimenolojik ve benzeri araştırmaları, mikroorganizmaların nitel ve nicel analizlerini uzun vadeli olarak, radyoekoloji laboratuvarlarını da kullanarak yapmaz ve tüm verileri bir bütünlük içinde değerlendirmezseniz, gerekli kriterleri tam olarak ortaya koymuş olmazsınız.

Diğer bir konu da, hem halkımızın ve hem de ekonomik değeri olan deniz ürünlerimizin yapay ve doğal radyoaktif maddelerden aldıkları dozları saptamak ve alınması olası olan doz düzeylerine göre senaryolar ortaya koymaktır. Sonuç olarak, bu kriterlerden yoksun olarak kurulacak bir nükleer güç santralı, denizel ekolojik dengeyi geri dönüşsüz bozabilir.

Termal kirlenme

Deniz ekolojisinde unutulmaması gereken bir husus vardır: Soğuk su ortamı, sıcak su ortamına göre tüm ekosistem için en uygunudur. Çünkü soğuk su, sıcak suya göre çok daha fazla oksijen içerir. Sıcaklık değişimi çok az olan sularda yaşayan bazı organizmaların, çok az sıcaklık değişiminde, enzim sistemlerinin etkilendiği ve aniden öldükleri bilinir. Denizel ortamlardaki tüm bitki ve hayvan türleri belirli sıcaklık menzili içinde yaşar. Bu sıcaklık değişirse, köklü bitkiler ve kabuklular oradan ayrılamaz, ama balıklar soğuk bölge aramak için orayı terk eder.

Tüm bunlara karşılık, bazı mikro ve makro alg (yosun) türleri sıcaklık artışına paralel anormal çoğalır ve ötrofikasyon (yeşillenme) olayı görülür. Zaten, Karadeniz’in bazı sıcak noktalarında aşırı yapay gübre ve pestisit (böcek öldürücü) kullanımı sonucu ötrofikasyon oluşuyor. Bu olayın sonucunda hem oksijensizlik oluşur hem de hamsinin ana gıdası olan zooplankton (suyun hareketiyle yer değiştiren, çok hücreli mikroorganizma) türü hayvancıklar etkilenir.

Nükleer güç santralları çalışırken soğutma suyuna gereksinimi duyar. Bazı tür reaktörlerin günde binlerce metreküp soğutma suyu kullandıkları bilinmektedir. Bu çok büyük bir miktardır. Şüphesiz, bu soğutma suları, soğutma kulelerinde soğutulmadan denize verilmeyecektir ve bölgedeki balıklar da etkilenmeyebilecektir, diye düşünülebilir.

Ancak, soğutma sisteminin periyodik temizliği özellikle boruları tıkayan fouling (yapışan) organizmalarından kurtulmada, ısıl işlem (heat treatment) uygulanmaktadır. Bu işlem ters bir akış oluşturarak deşarj sularının sıcaklığını arttırır ve taşıyıcı borular içindeki midye ve fouling organizmaları ölür.

Denilebilir ki, soğutma suyu Karadeniz’in derin oksijensiz bölgesinden alınacak ve aynı yere verilecektir. Ancak, sıcak su yüzeye çıkacak ve bollanma sorununu da beraberinde getirecektir. Diğer taraftan, soğutma kuleleri reaktörün kurulduğu bölgedeki havayı da, sıcak su buharlarıyla ısıtacaktır. Suların ısınması sonucunda, kirleticilerin büyük bir bölümünün organizmalarda daha fazla oranlarda biriktiğini ve insan sağlığını etkilediğini de unutmamak gerekir (1).

Hamsinin önemi

Karadeniz’de yılda yaklaşık 300 bin ton hamsi yakalanır, bu miktarın bir bölümü Karadeniz halkı ve büyük bir bölümü de, ülkemizin diğer bölgelerinde tüketilmektedir. Geniş halk kitlelerinin çok ucuz olarak temin ettikleri bu gıda maddesi, ülkemizin vazgeçemeyeceği ve dünyada eşi ender olan milli bir kaynaktır. Hamsi bir protein deposu olduğu gibi, hem kalp damar hastalıklarında ve hem de zekâ gelişiminde içerdikleri maddeler açısından da fevkalade önemlidir. Genelde, hamsi kışlamayı ülkemiz kıyılarında, üremeyi ise Karadeniz’in kuzey bölgelerinde yapar. Karadeniz’in kıyısal uzunluğu 4000. km olup, bu miktarın 1400 km’si ülkemize aittir.

Bu Kuzey-Güney-Kuzey göçleri esnasında hamsi sürüleri hem kıyılarımızı kullanarak, Sarp ve İğneada yönlerinden göç eder ve hem de doğrudan Sinop-İnceburun istikametinden kuzeye gider gelir. Kışlama için kuzeyden gelen hamsilerin ilk avlanması da, genelde Sinop’ta başlar. Küresel ısınma nedeniyle hamsi göçlerinin, kışı tam geçirmeden kıyılarımızı son yıllarda erken terk ettikleri biliniyorr. Bir de Sinop sularını, santral ile ısıtırsanız, bu ana göç yolundaki ekolojik dengeyi bozar ve hamsiyi kuzeye kaçırırsınız.

Sonuç

Hayvancılığımız ve tarımımız zaten çok zor durumda, bir de balıkçılığı öldürmeyelim. Sinop’a böyle bir santralın kurulması yer seçimi açısından sakıncalıdır. Iğdır-Alican bölgemizde Aras Nehri üzerinde kurulu olan Ermenistan nükleer güç santralı burnumuzun dibindedir. Bu yetmiyormuş gibi, komşumuz Bulgaristan’da da çok sayıda benzer santral vardır.

Nükleer güç santralı çalıştırmak çok ciddi bir iştir ve özellikle çevrenin radyoaktif kontaminasyonu konusunda da anlamlı çalışmalar yapmak zorunludur. Özellikle radyoaktif cevre kirliliği açısından hem kara ve hem de deniz radyoekolojisi çalışmalarına başlamak, çok sayıda radyoekolog yetiştirmek ve ulusal ve uluslararası projelere yönelmek gereklidir.

Radyoekoloji bilimi çevre örneklerinde (yosun, mide, balık, sediment, toprak, su gibi) sadece mevcut radyoaktivite değerlerini ölçmek değildir. Ekotoksikolojik, biyokinetik ve halkın alacağı doz değerlerinin saptanması hususları başta olmak üzere, benzeri konularda çalışmalar yapılmazsa, radyoekoloji biliminden söz edilemez. Dünyada faaliyette olan yüzlerce radyoekoloji laboratuvarına karşılık, bizde ise radyoekolojik çalışmaları tam olarak yapan bir laboratuvar yok gibidir. Başta Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) olmak üzere, üniversitelerimizin ilgili fakülte ve enstitülerinde radyoekoloji laboratuvarlarının acilen kurulması ve tam faal olmayanlarının da yeniden gözden geçirilmesi gereklidir.