14. Saraybosna Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, “Gitmek” filmindeki rolüyle Ayça Damgacı’nın oldu. Festivalin ödül töreninden önce neredeyse bütün gün beraberdik Damgacı ile. Bir yandan çok heyecanlı, bir yandan da havaya girmek istemeyen bir hali vardı gün boyu. Sürekli “Gözüm seyiriyor” deyip durdu. Ben “Ödül geliyor ondandır” dedikçe daha da heyecanlandı, “Sus söyleme” diye hiç konuşturmadı beni. Sonunda beklenen saat geldi. Ve adı En İyi Kadın Oyuncu olarak anons edildi. Damgacı, sahnede “Bu ödüller beni daha iyi işler yapmaya motive ediyor” dedi ve ödülünü ‘milletlerin kardeşliği’ adına aldığını belirtti.
Gitmek ile gelen üçüncü ödül
Katıldığınız bütün festivallerden En iyi Kadın Oyuncu Ödülü ile dönüyorsunuz. İstanbul Film Festivali ve Adana Altın Koza’dan sonra bu üçüncü ödülünüz...
Gerçekten şok geçirtici bir durum. Bir deli, bir kuyuya taş atmış, sular fıştırmış ödül olmuş gibi bir şey. Hüseyin Karabey ile beraber bu yola çıkarken asla bu noktaya varacağını düşünmüyordum. Zaten bu beklentiyle de film yapılmaz. Bu kadar takdir edilmek çok güzel ama artık benim için korkutucu olmaya başladı.
Bu sefer ödül yurtdışında bir festivalden geldi...
Evet, bu ayrı bir mutluluk. Üstelik ödülü hayranı olduğum Nuri Bilge Ceylan başkanlığındaki bir jüri verdi. Benim için gerçekten çok değerli. İlk defa bu ödülden sonra kendimi değerli gördüm diyebilirim.
Diğer ödüller fazla harala gürele geçti. Bu sefer ödül keyfini iyice yaşıyorum.
Film bitip seyrettikten sonra da iyi bir iş ve iyi bir oyunculuk çıkartığınızı düşünmediniz mi?
Film hoşuma gitti. Ben biraz kendime gaddarımdır. Hala filme bakıyorum ve sadece kusurlarımı görüyorum. Çok daha iyi olabilirdim diye düşünüyorum. Bazı sahnelerde üç kağıt yaptığımı görüyorum. Çekimler sırasında her günüm korku içinde geçti. Bu bir kepazelik olacak, rezil olacağım diye korkuyordum. Yapılabileceğin yüzde 30’unu gerçekleştirebilirim diye düşünüyordum. Şimdi filme baknca yüzde 50’sini yaptığımı görüyorum.
Gerçekte yaşayıp hissettiklerinizin yarısının mı perdeye yansıdığını düşünüyorsunuz?
Hayır ama burada Hüseyin’in tercihleri de devreye girdi. Biraz bu yolculuğu ve yolculuğun ekseninde coğrafyayı da anlatmak istedi.Tarihi hikayeler, sınırda oğlunu bekleyen anne, mülteci ressam çocuk gibi hikayeler de anlattık. Bu sebeple yaşanan ilişkinin detayları ya da derinliği gerçeğin yarısı kadar perdeye yansıdı. İyi de oldu bence. Çok da kişiselleştirmeye gerek yok.
Yaşadıklarınızı film yapmaya hangi noktada karar verdiniz?
O dönem acayip şeyler yapıyordum. Amerika bomba yağdırıyor, ben Hama Ali’yi görmek için kaçakçılarla, dışişleri bakanları ile görüşüyorum, mültecilerle buluşuyorum... En ilginci de kaçakçılar. O zaman fark ettim ki Romeo - Julliet, Leyla Mecnun’dan öte birşeyler yaşıyoruz. Bu durumu belgeleyeyim diyerek başladım. Notlar aldım, bana absürd gelen şeyleri yazdım. İlk defa yaşadığım olayları insanlarla paylaşma ihtiyacı duydum. Bir yandan da utanıyordum, insan böyle kendi yaşadıklarını yazar da satar mı diye... Ama paylaşma ihtiyacı o kadar güçlü geldi ki oturup hemen yazdım. Sonra şiirlerimi, mektupları, otobiyografik yazlarımı bir dosyaya koyup Hüseyin Karabey’e gittim. Senaryoyu Hüseyin ile birlikte geliştirdik.
Hüseyin Karabey’i daha önce tanıyor muydunuz?
Tam o sıralarda tiyatroda tanışmıştık. Zamanlama olarak çok denk düştü.
‘Sınırı aşmam gerekir’
Siz aşk uğruna kendini savaşın ortasına atmayı göze aldınız. Sonra bu aşkı film yapmak için birçok zorluk çektiniz. Gerçek hayatta nasıl birisiniz?
Çok güçlü değilimdir. Korkağımdır, depresifimdir. Aslında bir arada bir derede yaşıyoum. Küçüklüğümden beri engellerle ilgili bir sorunum var. Biri bir şeyi yapma dediğinde yapacağım yoksa da yapardım. Hayatıma bir sınır çekildiği anda onu aşmam gerekir. Bir şekilde inada biniyor içimde. Hama Ali ile buluşmamıza engeller çekildikçe iyice kendimi attım ortaya. Tabii bu durumda karşıdan da aynı şekilde sevildiğimi bilmek çok önemliydi.
Peki yaşananları film yapmaya karar vermene Hama Ali ne dedi? Filmde kendini oynama işine nasıl baktı?
Aralarda telefonda anlatıyordum. O da beni ‘Yaz mutlaka’ diye destekliyordu. Ama ben bile kendimi oynamayı düşünmediğim için ona oyunculuk hakkında birşey söylemedim. Bu konuda Hüseyin epey ısrarcı oldu. ‘Herkes kendini oynayacak’ dedi. Hama Ali kendini oynama işine hemen ‘Tamam’ dedi. Oynamayı çok sever zaten. Önüne kamerayı koy, hiç kesintisiz bir saat oynar, kendinden geçerek şiirler okur falan. Benim gibi değil o. Ben oyunculuğu çok seviyorum ama hayatta yer kaplamayı da pek sevmem.
Siz kendiniz oynayacağınızı düşünmeden mi yazdınız senaryoyu?
Hiç düşünmedim hem de. Başka şişko bir kız bulup oynatırız diye düşünüyordum. Hüseyin belgeselci olduğu için kahramanlar kendi oynasın, gerçek yerlerde çekilsin istedi.
Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz? Başka film var mı yolda?
Bir senaryo daha yazmayı düşünüyorum. Yunanistan’a yolculuk eden bir baba kızın hikayesi.
Yaşanmış bir hikaye mi bu da?
Bu sefer tamamen kurgu ama içinde geçmişten yaşanmışlıklar da olacak tabii.
Kendiniz de oynayacaksınız değil mi?
Evet öyle düşünüyorum.
Bu arada tiyatroya da devam mı?
Devam tabii... Tiyatro çok başka. Geçen dönem oynadıklarımı bu sene yine oynayacağım. Sinemanın da ayrı keyifleri var. Acaba bu akşam oyun nasıl çıkacak derdi yok. Bir kere çekiyorsunuz, sonra istersen her gece izle. Sinema çok post- kebap bir durum!
İktisat’ı bıraktı, oyuncu oldu
Ayça Damgacı, 1973 İstanbul doğumlu bir oyuncu. İktisat okurken vazgeçip Şahika Tekand Oyunculuk ve Sanat Stüdyosu'na kaydolan Damgacı, ardından İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden mezun olur. Birçok tiyatro oyununda rol alan Damgacı, ilk sinema filmi ‘Sarı Günler’in setinde Iraklı oyuncu Hama Ali Khan ile tanışır. Film setinde birbirlerine aşık olan iki oyuncu, çekimler bitince tekrar görüşmek üzere ülkelerine dönerler.
Amerika’nın Irak’a saldırmasıyla iletişimleri kısıtlanınca, Ayça Damgacı, Hama Ali’yi görmek için savaşın ortasındaki Irak’a gitmeye karar verir. Sular durulduktan sonra, Hama Ali’yi görmek için yaşadıklarını, bu uğurda yaptığı yolculukları ve kurduğu ilişkileri insanlarla paylaşmak için bir film yapar. Ayça Damgacı’nın ilk tanıştıklarında Hama Ali’yi Marlon Brando’ya benzetmesi üzerine filmin adı ‘My Marlon and Brando’ olur. Hüseyin Karabey’in yönettiği filmin Türkçe adı ise ‘Gitmek’. Film 19 Eylülde vizyona girecek. (MİLLİYET)