Gündem

Sibel Arna: Ben bile kendimden nefret ettim

Hürriyet yazarı Arna, geçen haftaki yazısına gelen tepkileri ve o yazıyla ilgili duyduğu pişmanlığı yazdı.

19 Haziran 2010 03:00

T24 - Hürriyet'in Cumartesi ekinde yazan Sibel Arna, bebeğiyle çıktığı tatilini anlattığı yazıda büyük bir skandala imza atarak birçok çevreden tepki çekmişti. Arna, çocuğunun bakıcısı Hanife Hanım ile ilgili 'Kardeşim dadı mısın, dansöz mü?.. Ben o kadının kafasını dalış tüpü olmadan suya gömerim' ifadesini kullanmıştı.

Yazının üzerinden bir hafta geçti ve Arna, Hürriyet Cumartesi'de yayımlanan bugünkü (19 Haziran 2010) yazısında,
geçen haftaki yazısına gelen eleştirileri ve yazısı ile ilgili duyduğu pişmanlığı anlattı.

İşte Arna'nın yazısı:


Bırakalım oynasınlar bırakalım emsinler

“Bebeğinizin İlk Yılında Sizi Neler Bekler” adlı şahane başucu kitabım bakın Rüzgar’ın her fırsatta pipisiyle oynaması konusunda neler söylüyor: “Bebekler doğdukları andan itibaren seksüel canlılardır. Hatta bazı erkek fetüslerin rahim içerisinde ereksiyon olduğu gözlenmiştir. Bazı bebekler ilk yaşlarının ortalarına doğru seksüel yanlarını araştırmaya başlarlar. Bu ilgi kaçınılmazdır ve bir bebeğin gelişiminin sağlıklı bir parçasıdır, tıpkı daha önceleri el ve ayak parmaklarına olan ilgi gibi. Bu tür bir merakı engellemeye çalışmak el ve ayak parmaklarıyla oynamasına engel olmak kadar yanlıştır. Size kim ne derse desin kendi genital organlarıyla oynayan bebekler fiziksel ya da psikolojik bir zarar görmezler. Bu tür oyunlar oynayan çocuklara ya da bebeklere yaptıklarının kötü ya da kirli olduğunu hissettirmekse zararlı olabilir ve gelecekteki seksüel hayatlarında veya cinsel kimliklerinde olumsuz etkileri olabilir. Kendini uyarmayı bir tabu haline getirmek bunu daha da cazip hale getirebilir.” Yani neymiş? Ortada endişelenecek bir durum yokmuş. Kendime ve benimle aynı durumdan endişe eden annelere bir kez de buradan sesleniyorum o zaman: Bırakalım oynasınlar!


5 YAŞINA KADAR SAKINCASI YOK

İkinci konumuz ise parmak emme. Rüzgar’ın ilk dişi 4,5 aylıkken çıktı. O gün bugündür dişetleri çok fena kaşındığı için eli sürekli ağzında ama arada basbayağı parmağını emiyor. Alışkanlık yapar diye korkuyorum. Kitaba göre onda da bir sorun yok: “Parmak emmenin tek başına tehlikeli ya da ruhsal bir hastalığın belirtisi olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Eğer beş yaşından önce bırakılırsa, kalıcı dişlerin yapılanmasını da olumsuz yönde etkilemez; ağızda bu zamandan önce oluşan herhangi bir şekil bozukluğu eğer alışkanlık bu sırada terk edilirse normale döner. Birçok uzman, gelişimsel bir davranış olduğu ve büyümeyle birlikte terk edildiği için çocuğu dört yaşında önce parmak emmekten vazgeçirmek için herhangi bir girişimde bulunulmaması gerektiğinde hemfikirdir. Bazı çocukların neredeyse yarısının geçmişte parmak emdiklerini göstermiştir. Bu davranış 18-21 ay arasında en yoğun halini almakla birlikte, bazı çocuklar bu dönemde artık parmak emmeyi bırakır. Yaklaşık yüzde 80’i beş, yüzde 95’i de altı yaşlarında kendiliklerinden vazgeçerler.” Yani durum aynı. Çocuğumun parmak emmesini sakin ve sabırlı bir şekilde karşılamam gerekiyor. Şimdi de çocuğu parmak emen annelerle birlikte söylüyorum o zaman: “Bırakalım emsinler!”


“Ben seni bu kadar sinirlendirecek ne yaptım” dediği an, ben bittim

Hayatımın en zor haftasıydı. Geçen hafta yazdığım yazı yüzünden çok öfkeli tepkiler aldım. Ama kimseyi suçlamıyorum. Çünkü bunu kendime ben yaptım. Hatalıyım. Yedi aydır bana annem kadar bazen ondan bile yakın olan kadını kırdım. Cumartesi sabahı yazıyı okuduğunda bana dönüp “Her insan hata yapar. Ben seni bu kadar sinirlendirecek ne yaptım” dediği an ben bittim. İtiraf edeyim yazıyı tekrar tekrar okuduğumda ben bile kendimden nefret ettim. Hatalıyım. Duygularım çatapat gibi patlarken, sinirlerim çok bozukken bir yazı yazdım. Hatalıyım. Naif örnekler vereyim, birkaç tane de komik hikayeyle süsleyeyim derken çuvalladım. Öldürürüm, asarım, gömerim, keserim gibi kelimelerin gazeteye öyle bol kepçeden, arkadaşınla dertleşir, karşındaki senin içini bilir, aslında öyle demek istemediğini hesaplar gibi yazamıyormuşsun, üçüncü yazımda acı bir tecrübeyle anladım. Ne diye verdim ki dadımızın ismini... Vermeseydim keşke. Gereksiz yere afişe oldu. Facebook’ta, twitter’da adına üyelikler açıldı. Yakınlarından gelen telefonlara “Ben mutluyum, bir sorun yok” demekten yoruldu. Merak edenlere not; biz mutluyuz gerçekten. Çünkü ikimiz de biliyoruz yaşadıklarımızın doğallığını, bunların dadılar ve anneler arasında bazen günde beş posta yaşanılacak cinsten şeyler olduğunu. Bunu en çok da o biliyor. Çünkü 20 yıldan fazladır çocuk bakıyor. Benim yeni anne olmamdan kaynaklanan hassasiyetlerimi, paranoyalarımı, kıskançlıklarımı, amatörlüklerimi, duygusallıklarımı
hoş görüyor. Yani bu noktada büyüklük onda kalıyor. Büyük bir not: Kırgın, kızgın olduklarım var tabii. Etik olmaktan, ahlaktan bahsederken hızını alamayan, işi dokuz aylık oğluma küfredecek kadar çirkinleştirenler mesela. Aynı gazetede çalıştığım hatta sözde mentorum olan Ahmet Hakan mesela. Keşke gazeteye yazmadan önce bir telefon açıp bir iki öğütte bulunsaydı. Yaşam tarzı üzerine yazmak görgü ister derken kendisi “yazının şehvetine kapılmak” terminolojisini bize öğreten olduğunu unutmasaydı. Bir de korktuklarım var. Beni dadımıza köle gibi davranmakla suçlayarak çarmıha geren, konuyu çok başka yerlere çeken, linç meraklısı insanlar; öfkenizden, tarzınızdan, tonunuzdan, üslubunuzdan, bakış açınızdan sizinle paylaşacağım gelecekten çok korktum bilesiniz!