Süheyl Aygül - T24
[email protected]
Bu kadar kendine güvenme evlat !
Ne kadar iyi olursan ol, asla dikkatleri üstüne çekme...
Bu, en büyük hatan olur,
Her zaman küçük görünmek zorundasın
Sessiz ol,
Küçük adam ol,
Aptalı oyna,
İstenmeyeni,
Saf görünen zeki ol.
Usta oyuncuların, harika oyunculuğun devreye girdiği ve birbirinden vurucu ve farklı anlamlarla yüklü repliklerlerle filmin zirveye taşındığı “Devil’s Advocate”(Şeytanın Avukatı) filminden bahsetmek istiyorum bugün.
Film, Florida'da adını “hiç dava kaybetmeyen avukata” çıkartmış oldukça başarılı ve hırslı ve bir savunma avukatı olan Kevin Lomax (Kenau Reeves) ile güzel eşi (Charlize Theron) ve muhafazakâr annesi arasındaki mutlu ve sıradan bir aile üçgenini anlatarak başlar.
Kazan-kaybet oyunlarında oldukça yetenekli ve yarışmacı bir ruha sahip olan avukatımız birgün, yalan söylediğini anladığı bir müşterisinin davasını da sırf hırsı yüzünden kazanır, ardından kendisine New York'tan gelen teklifle tüm hayatı değişir. Aslında teklif doğrudan ona gelmemiş, yeteneği, hırsı, bozulmayan kusursuz zafer zincirleri ile her gün artan kibiri bu teklifi ayağına çağırmıştır. Zira teklifin diğer ucunda “insanlarda en sevdiğim günah kibirdir, ben yetenekli insanları keşfederim ve sonra yetkiyi devrederim” felsefesine sahip, çok uluslu ve güçlü bir hukuk firmasının akıllı, dinamik, enerjisi çok yüksek sahibi ve esprili bir şeytan John Milton (Al Pacino) vardır. En sevdiği şey olan kibir sinyallerini aldığı için harekete geçen şeytan, yetenekli avukatımıza yüzlerce yıldır yaptığını yapmakta tereddüt etmez ve onu “Davet” eder.
Avukatımız, New York’ta, her türlü konforun ve ihtişamın sağlandığı masalımsı bir ortamda şeytanın makinası olarak çalışmaya başlar. Şeytan, her defasında kazanılması imkansız davalarla sınamakta ve avukatımız en iyi olma yolunda şeytanın izinde ısrarlı ve kibirli yürüyüşünü sürdürmektedir. Kazan-kaybet oyunu artık onun temel felsefesi haline gelmiştir. Ancak o kazanırken “doğru” da kazanıyor mudur acaba? Bu konuda avukatımız yüreğinin alarm sesine uzun süre kayıtsız kalır.
Ama bu noktada ıskaladığı önemli bir şey vardır. İnsanlar makine değildir. İnsanların başka boyutları da vardır. Sadece hijyen şartlara sahip olmanız yetmeyecektir. İnsanların hem fiziksel (para), hem duygusal (doğru davranış), hem düşünsel (üretileni ve yaratıcılığı takdir etmek) ve en önemlisi ruhsal ihtiyaçlarına bütünsel bir yaklaşım içerisinde hitap edilmelidir. İlk üçünü sınırsızca karşılayabilirsiniz, fakat ruhunuza hitap edilmezse kaybolursunuz.
Avukatımız, final sahnesinde, ruhundan, değerlerinden kopmuş, kaybolmuş biri olarak haklı-haksız, suçlu-suçsuz, doğru-yanlış ayırt etmeksizin gayrimeşru işleri meşrulaştıran yeteneği üzerine inşa ettiği parlak kariyerinin kaybolmasına engel olamadığını fark ettiğinde, varlığının dünyada zaten varolan kötülüğün hızla yayılmasına hızlandıran etkisini anladığında, her türlü imkanı ve zevki terk eder, yeniden doğmak üzere kafasına bir kurşun sıkar.
Kariyerinizde bazen gelen alkışlar ayağınızı yerden keser ve havalanırsınız. Havalandıkça insanlara daha yukarıdan bakarsınız. Kibir bulutlarının üzerinden baktıkça, bırakın detayları aşağıda olan biten birçok şeyi kaçırmaya başlarsınız. Kibir; sesli veya sessiz “Bennnnn…” demektir. “Ben iyiyim, sen kötüsün; ben varım, sen yoksun; ben birim, sen sıfırsın” mesajını karşı tarafa iletmektedir. Oysa, altı milyar türdeşimiz var. Her an milyonlarcası doğuyor, bir o kadarı da göçüp gidiyor. Sizden önce milyarlarcası geldi ve gitti ve bir o kadarı da sırasını bekliyor. Şu kocaman dünyanın milyarca yıllık yaşıyla karşılaştırıldığında yağmur damlası gibi duracak bir iş yapmış olup, bununla kibirlenmenin ne anlamı var? Biliyoruz ki siz yapmazsanız başka biri muhakkak yapacaktır. Başarılarınız, ancak diğer insanlara da katkı sağlaması halinde anlamlıdır. Kazan-kaybet, kaybet-kaybet oyunlarına zorunlu veya istemli katılmaktan vazgeçmek ve kazan-kazan süreçlerinde yer almak sizi daha mutlu kılacaktır. Siz kazanıyorken dikkat edin “doğru” da kazanıyor olsun. “Doğru” kaybederken siz kazanıyorsanız bu, ileride bireysel veya kamu vicdanında sizi zora sokacak demektir. Kendiniz ve “doğru” aynı yönde ve paralel hareket ettiği sürece huzur dolarsınız.
İş yaşamında hırs muhakkak olmalıdır. Güçlü olmak istiyorsan hırsınız olmalı ama ne zaman duracağınızı bilmeniz hırsınızın esiri olmamanız gerekir. Duracağınız yeri bilemezseniz, işte o zaman tükenmeye başladığınız zamanı da göremeyeceksiniz demektir.
Kaderimizi, yeteneklerimiz değil seçimlerimiz belirler. Ne kariyer sahibi insanlar vardır ki aileleri yoktur. Ne aile insanları vardır ki kariyerleri yoktur. Her tercih bir vazgeçiştir.
Nam-ı diğer şeytan Al Pacino filmde der ki “Özgür irade… Ben kuklacı değilim, ben sadece sahneyi kurarım ama onlar iplerini kendileri çekerler”
Ya siz, şeytanın avukatı olur musunuz?