02 Ekim 2016 15:55
Ünlü müzisyen Sertab Erener, 15 Temmuz'da düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "Ben küçükken bir darbe daha yaşamıştım. Onunla bunun arasında bir karşılaştırma yapıyorum. Bu çok garip bir şekilde başladı. Ne olduğunu anlamadan sosyal medyadan yapılan paylaşımlarla başlayan ve sabaha kadar devam eden bir şey yaşadık. Bildirinin okunduğu anda 10 yıl yaşlandım! Hepimiz birbirimize sarılıp ağladık, çünkü çok yoğun bir şeydi yaşadığımız" dedi.
Kırık Kalpler albümünü çıkaran Sertab Erener'in Habertürk'ten Kübra Par'a verdiği yazısılı söyleşi şöyle:
Yeni albümünüzün adı ‘Kırık Kalpler’. Türkiye’nin son dönemdeki ruh haline de denk düştü diyebilir miyiz?
Denk düştü gerçekten. Doğduğumuzdan beri bu ülkede melankoli bitmiyor. Bir yerlerden geçiyoruz, dibe vurup tekrar çıkıyoruz. Hayat gibi ülkenin durumu sanırım. Kişisel olarak benim açımdansa ironik aslında. İnsanların hayatlarında birtakım şeylerden geçtikleri melankolik dönemleri oluyor, bazı şeyler birikiyor. Daha sonra bir açıklığa çıkıyorsunuz. Şu an çok iyiyim ama albüm iyi olmadığım bir dönemin şarkıları ve melankolisini yansıtıyor.
15 Temmuz ve sonrasında yaşananlardan sonra insanlar biraz içine kapandı sanki ama sizin geçen haftalarda verdiğiniz 2 konser de çok kalabalıkmış. Halkta bir rahatlama isteği mi var acaba?
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı eğlencenin çok olduğu, insanların kendilerini mutlu etmeye çalıştığı dönemlermiş. Halk bir yerden çok sıkışınca başka bir yerden rahatlama istiyor. İnsanlar bir araya gelip şarkı söylemeyi, mutlu bir anı paylaşmayı özlüyor. Bunun payı var. Çok ciddi ve önemli bir yerden geçti Türkiye. Umarım tamamen bitmiştir.
Son konserin gelirini darbe şehitlerinin ailelerine bağışlamamışsınız. Fikir nasıl doğdu?
İlk konser iyi geçince, “Bir tane daha yapalım” dediklerinde bir anlamı olsun istedik. Bu yüzden konseri 15 Temmuz Şehitleri’ne adamak, kaybettiğimiz insanlar için küçük de olsa bir şey yapmak istedim.
Darbe girişimi gecesi siz neler yaşadınız? Korkutucu muydu?
Ben küçükken bir darbe daha yaşamıştım. Onunla bunun arasında bir karşılaştırma yapıyorum. Bu çok garip bir şekilde başladı. Ne olduğunu anlamadan sosyal medyadan yapılan paylaşımlarla başlayan ve sabaha kadar devam eden bir şey yaşadık. Bildirinin okunduğu anda 10 yıl yaşlandım! “Hayır, lütfen bu gerçek olmasın, bunu yaşamayalım bir kez daha” dedim. Hepimiz birbirimize sarılıp ağladık, çünkü çok yoğun bir şeydi yaşadığımız.
Ailenizle mi beraberdiniz?
Evet, abim Serdar (Serdar Erener), eşi Nil (Nil Karaibrahimgil), çoluk çocuk hep birlikteydik ve herkes gibi sabahladık.
Siz “Hayatımın neşeli bir dönemindeyim” dediniz. Memleketin bu durumu ruh halinizi nasıl etkiliyor?
Bu atlattığımız şeyin çok ağır bir şey olduğunu biliyorum. Sokaktaki herkes çok etkilendi. Bir de terör var. Bu stres ve bir gün sonranın bilinmez olması insanda baskı yaratıyor. Bu yüksek stres halini normale çevirmemiz lazım ki nefes alabilelim. Esas risk bu yaşanan gerginliği normalize ediyor olmamız bence. Alışıyor olmamız çok tehlikeli, alışmamalıyız.
Müzik piyasasına nasıl yansıdı yaşananlar?
Müziğe direkt etki etti. Enteresan bir algı var, bu tip olaylardan sonra hayat olduğu gibi devam ederken olan müziğe oluyor; ilk olarak konserler iptal ediliyor. Burada müziğin genel algısıyla ilgili bir sorun var. Müzik sadece eğlence aracı değildir. Bizi iyileştiren ve bir araya getiren bir yanı da var. Ortak duygularda ve acılarda birleşmek çok önemli bir enerji. Siyaset bizi bölüyor, oysa müzik birleştiriyor.
Özellikle Türkiye’nin kutuplaşmış atmosferinde herkes bir araya geliyor konserlerde.
Kesinlikle öyle. Dinleyicini seçmezsin. Bizi yapıştıran ve güzelleştiren bir şeyken en ihtiyacımız olduğu ortamda müziğin kalkıyor olması doğru değil bence. “Bunu birileri yapıyor” demiyorum, bu psikolojik bir fikir oldu ve uzun zamandır böyle yapıyoruz.
‘Yas dönemlerinde konserler iptal edilmesin’ mi diyorsunuz?
Evet, tam tersine yapılmalı bence. Hatta bir araya geldiğimizde kaybettiğimiz insanları anmalı, sonra yaralarımızı iyileştirmek için ihtiyacımız olan müziği almalıyız. Müzik katiyen sadece bir eğlence aracı değil. Ayrıca herkes bir şekilde hayatına devam ediyor. Diziler devam ediyor, insanlar içmeye, gezmeye, arkadaşlarıyla buluşmaya gidiyor ama biz niyeyse müzikle bir araya gelemiyoruz.
2000’lerin başında çok sevilen şarkılar yaptınız ve Eurovision’da Türkiye’ye birincilik kazandırdınız. O dönem futbolda dünya 3.’lüğü elde ettiğimiz, Orhan Pamuk’un Nobel aldığı, Türkiye’nin parladığı yıllardı. Sonraki 10 yıl o kadar şanslı geçmedi. O tarihin bir parçası olmak size ne hissettiriyor?
Çok teşekkür ederim. Cumhuriyet’ten bu yana baktığınız zaman Türkiye genç bir ülke ve kısa bir tarihi var. Genç ülke olmasından kaynaklı hâlâ bir sürü sorunu var. Orta Doğu’da dert hiç bitmiyor. İnsanların gözü bu bölgenin üstünde, o yüzden çok karışık bir yer. Biz de bundan payımızı alıyoruz. Siyaset buralarda çok karmaşık. 2000’ler dünyada da enteresan. Küresel ısınma var, mülteci sorunları var. Bir karabasan yaklaşıyor sanki.
Türkiye’de star olmak zor muydu?
Benim dönemimde değildi. Ben dört ayağımın üstüne düştüm. 90’lar Türkiye’nin, ekonominin ve siyasetinin dünyaya açıldığı dönemlerdi. Pop müzik de aslında o dönem canlandı. Müzik her dönem ekonomiyle ve siyasetle paralel gider. Biz ne kadar çok açılır ve özgürleşirsek müzik üretme ve sanat üretme konusu o da kadar özgürleşiyor.
Siz o manada bir altın döneme denk geldiniz.
Net söyleyebilirim öyle oldu. Bu dönemde albüm yapmak, ünlü olmak, sanat yapmak için çok zor. Bizim kadar şanslı değiller.
Ne değişti?
Zeit Geist, yani dönemin ruhu. O ruh bize öyle bir şey yaşattı. Her şey daha kolaydı, insanlar daha açtı.
90’larda kendinize rakip gördüğünüz isimler var mıydı?
Ben kendime kimseyi rakip yapmadım. Galiba bütün meselem bendim, kendimle uğraştım. Rekabet denen şeyin içinde yıkıcı bir şey var. ‘Yıkıcı Şeylerle Başa Çıkmanın Yolları’ diye bir kitap okumuş, çok etkilenmiştim.. Türkiye’de o rekabet hissi boşa zaman harcadığın bir şey. Neydin ne oldun ona bakmalısın. Kıskanma değil ama beğendiklerim var tabii. MFÖ bence Türkiye’ye gelmiş geçmiş en iyi gruptur. Şebnem’in ilk iki albümü de bence Türk müzik tarihine geçmiş bir albümdür. Sezen Aksu’yu zaten malum... Duman, MFÖ’den sonra gelmiş en iyi rock grubudur. Başka da var tabii ama aklıma ilk gelenler bunlar...
Sezen Aksu ile yıllardır sarsılmayan bir dostluğunuz var, her şeyin çatırdadığı bir ortamda bu dostluk nasıl sağlam kalabildi?
Sezen çok anlamış bir insan. Çok büyük bir isim ama bir o kadar sade ve egosuyla ilgili bütün meselelerini bitirmiş biri.
“Bu kızı da ben çıkardım ama boynuz kulağı geçecek” dediği olmadı mı hiç?
Aramızda bunun esprisini çok yaparız ama hiçbiri ciddi değil. Bu konuları içimizde çoktan bitirdiğimiz için yan yanayız. Ona saygım sonsuz. Bana verdiği emeğe binlerce kez teşekkür etmişimdir, ona kibirle bakmam mümkün değil. Zaman bazen annem olur, bazen sırdaşım. Zaman zaman ben ona bir şeyler söylerim, ‘Vay be Sertab’ der...
Zor bir kadın mıdır?
İşte gerginliği vardır. Hatırlıyorum, ona vokal yaparken bazen çok gerilirdi ve biz de gerilirdik. Kulise gidince biterdi. Onun bütün meselesi sahne üstünde akmayan şeyler ama genel olarak hayatta hiç gergin değildir. Hatta mutludur.
Siz Türk pop müziğinde bir ekoldünüz. Şimdi bir kuşağın diğerini yetiştirmesi gibi bir durum söz konusu değil, değil mi?
Doğru söylüyorsun. Herkes kendi derdine düştü. Birine el verip var etmekten ziyade kendileri ayakta kalmaya çalışıyorlar artık. Yakın dostluklar yok.
Levent Yüksel ile dostluğunuz devam ediyor mu?
Levent ile bir evlilik geçirdik. O benim canım ciğerim hâlâ. Çok görüşmüyoruz ama her görüştüğümüzde o en derin yerden devam ediyoruz. O bana benim en hasta olduğum dönemlerde baktı, ben ona baktım. Dostluğumuz ve sevgimiz hiç bitmeyecek.
O biraz daha kabuğuna çekildi sanırım?
Ben ona hep kızardım ‘Biraz tembelsin’ diye. Yaymayı sever! (Gülüyor) Aslında çalışıyor, o da benim gibi arka arkaya albüm yapmıyor. Magazin vari bir hayat da sevmez zaten.
Geçen bir açıklamanızda ‘Pop müzik denen şeyin 2016’da geldiği yer iyi değil, o yüzden bilinçli olarak 1990’lara geri gittim’ demiştiniz. Eskiden dilimizden düşmeyen büyük şarkılar yapılırdı. Şimdi neden yok?
Dünyada da o kadar hisli söz ve melodileri bulamıyoruz. 21. yüzyılın hissi bambaşka aslında. Sosyal medyanın hayatı farklılaştırdığı gerçeği var. Buna karşı bir savaş vermenin de manası yok çünkü yeni bir kuşak geliyor ve bambaşka bir dünyaya doğuyor. Onların hisleri, düşünceleri ve hatta dilleri bile başka. Dolayısıyla her şey gibi müzik de değişiyor. Derinliğe ve kaliteye baktığımızda her yerde olduğu gibi burada da o yozlaşma yaşanıyor. Eskiden bir şarkı çıkınca herkes arabasında dinlerdi, duyardık ama şimdi müziği dinleme araçları değişti. İnsanlar internetten dinliyor. “Kaseti taktık dinledik” dönemi bitti.
Konserlerinizde dinleyicilerin yaş ortalamasına baktığınızda bir farklılık görüyor musunuz?
Bir artistin ilk çıktığı yerden kendi kuşağıyla birlikte yaşlandığı gerçeği var. Müziğin, kelimelerin gittikçe olgunlaşıyor, haliyle yepyeni bir kuşağı yakalamak kolay olmuyor senin için. Ama bazı şarkılarda durum değişiyor. Mesela benim son dönemde yaptığım ‘Rengarenk’ şarkısıyla o güne kadar azalan çoluk çocuk dinleyici geri geldi. Ondan önce ‘Güle Güle Şekerim’ şarkısıyla da toparlanmışlardı.
Dijital müzik denen şeye ayak uydurmak için bir şeylerden ödün vermek gerekiyor mu?
Kullandığın araçlar değişmiyor. Bach’tan beri kullanılan enstrümanlar belki aynı ama haliyle sound aramak ve daha iyisini kaydetmek durumu söz konusu. Dünyada sound’lar savaşı var. Ondan biraz uzaklaşıp akustik bir albüm yapmaya kalkabilirsiniz. İşte ben ‘Kırık Kalpler Albümü’nde bunu denedim.
Serdar Erener, Sertab Erener’in hikâyesinde ne kadar başroldedir?
Çok önemli. Kavga dövüş var ama biz hâlâ birbirini çok seven, çok iyi anlaşan iki kardeşiz. İkimiz de çok inatçı ve bilmiş insanlarız. Benim kariyerimde emeği çok büyüktür.
Reklamcılık alanında çok başarılı oldu...
Böyle şeyler deme, çok havaya giriyor! (Gülüyor).
Nil Karaibrahimgil ile aranızda rekabet var mı?
Ay yok ayol! Gelin görümce gerginliğiyle alakamız yok! O dünyanın en iyi kalpli insanıdır. Nil’in Dünyası diye bir şey gerçekten var. O pembe bir dünyada yaşıyor, içinde hiçbir kötülük yok. Tek sorun şimdi Aziz Arif’i Budha gibi yetiştirmesi, çocuk büyüyünce ‘A dünya böyle miymiş?’ diyecek! (Gülüyor)
Daha steril bir hayatım var demişsiniz, içine kapanık bir misiniz?
Aslında çok sosyal biriyim, arkadaşlarımla olmayı, konuşmayı, eğlenmeyi severim ama eğlence anlayışım farklı. Derin şeyler konuşmayı, felsefe yapmayı, güzel bir yemek yemeyi, hayat üzerinden paylaşımlar yapmayı severim. Kimsenin kimseyi anlayamadığı, müziğin çok yüksek olduğu yerleri ve alkol almayı sevmiyorum. Sigara içmiyorum. Kameralar hep oralara gidiyor, o yüzden magazinsel değiliz. Bizim ortamlarımız genelde ev, en fazla sinema ve yemek.
Zor hastalıklar atlattınız, sağlığınıza çok dikkat ediyor musunuz hâlâ?
Evet, hatta geçen hafta bir kitap yazmaya başladım.
Ne üzerine?
Hayatla ilgili bugüne kadar ne öğrendiysem yazacağım. Sağlıklı beslenme, sağlıklı yaşam, nasıl iyi yaşlanabiliriz, nasıl iyi yaş alabiliriz. Felsefi olarak hem içeriden hem dışarıdan kendine nasıl bakarsın, cildine nasıl bakarsın, bedenine nasıl bakarsın, ne yemen lazım şeklinde bir hayat rehberi.
Sertab Erener hakkında bilmediğiniz 5 şey:
En önemli hobisi spor. Tai-Chi’den Çigong’a tüm Uzakdoğu sporlarını denemiş.
Yemek yapmayı çok seviyor. En büyük heveslerinden biri garson olmakmış. “Garson diye bir filmi izlemiştim yıllar önce, o filmden beri garsonluk hem mesleki olarak ilgimi çekti hem de mutfak ve insan iletişimi açısından beni heyecanlandırdı” diyor.
Kendi şarkıları arasında en çok sevdikleri ‘Lal’, ‘Aşk’ ve son albümden ‘Olsun’. “Ben göçüp gittikten sonra kalacak şarkılar bunlar” diyor.
Nişantaşı’nda yaşıyor ama alışveriş yapmaktan hiç hoşlanmıyor. “Eskiden severdim artık çok sıkılıyorum” diyor.
Bilimsel araştırma kitaplarını seviyor. En son David Eagleman’in ‘Beyin’ kitabını ve Hüseyin Nazlıkul’un ‘Duygusal Beyin Bağırsak’ kitabını okumuş.
“Highly Suspect diye bir grup var şiddetle tavsiye ederim, yeni çıktılar. Geçen yıl Grammy’e aday oldular. Royal Blood var. İki kişiler ama beş kişilik orkestra sesi çıkarıyorlar. Bir bas bir davul var ama gitar duyuyorsun gibi duyuyorsun. Bir de John Paul White’ı öneririm. Dağılan Civil Wars grubunun üyelerinden biri solo çalışma yaptı. Bu 3’ü benim şuan favorim.”
© Tüm hakları saklıdır.