Yılmaz Özdil
(Hürriyet, 18 Mayıs 2012)
Erhan
4 sene önce.
Değerli ağabeyim Uğur Dündar’la birlikte Star Haber’deyken, baskın üstüne baskın yiyen, sıfır noktasındaki karakolun hemen eteğinde bulmuştuk onu.... Aktütün Köyü’nde.
*
Çiçek.
*
Gözünü budaktan sakınmayan sevgili arkadaşlarım Turgut Erat ve Mustafa Şap, anında uçmuş, 17 şehit verdiğimiz günün gecesinde varmıştı Aktütün’e... Duvarlardaki mermi deliklerini, yaşanan dehşeti gösteriyor, tanıklarla, köyün sakinleriyle konuşuyorlardı.
Canlı yayında.
*
Bi kız çocuğu geldi Turgut’un yanına.
Pıtı pıtı boy, iri iri gözler, henüz 9 yaşında.
Avucunda...
Sokaktan topladığı mermi kovanlarıyla.
Ve, şırak diye uzatıverdi kameraya.
“Kurşun değil, kalem tutmak istiyoruz, okumak istiyoruz” diye haykırdı.
*
En başta biz...
Türkiye ekran başında dondu kaldı.
“Çocuk olmak bizim de hakkımız” diye devam etti, televizyonlardan öğrendiği pırıl pırıl Türkçesi’yle... “Biz de mutlu olmak istiyoruz, biz de başarılı olmak istiyoruz, Atatürk yaşasaydı, okulumuz kapanmazdı” dedi. Hıçkırmaya başladı.
*
O ağladı.
Biz ağladık.
*
O kaderine.
Biz utancımıza.
*
Başımıza gelmeyen kalmadı sonra... Bırakın köyü, Şemdinli’den yayın yapmamız engellendi. Gözaltına almaya kalktılar. Hatta, mahkemeye bile verildik. Ama değmişti... Yürekli Çiçek’in sözleri, en taş kalplerde bile tomurcuklandı.
Kapısına kilit vurulan okul, açıldı.
*
Hatırlarsınız mutlaka... Çiçek’in elinden tuttuk, İstanbul’a getirdik, çok merak ediyordu, hayatında ilk kez deniz gördü, atlı karıncaya, vapura bindi. Yardım yağdı. Ev alındı Çiçek’e.
*
İşte tam o günlerde...
Oraya atandı Erhan.
*
Kolları sıvadı, bismillah, işe Aktütün Köyü’nden başladı. Valiyle beraber, devletin gönderdiği parayı, 2’şer bin liralık çekler halinde, ev ev, kapı kapı dolaşarak, en başta Çiçek’in ailesi, Aktütün sakinlerine dağıttı. Sadece Aktütün değil, bütün Şemdinli onun sorumluluk alanıydı.
*
Mesaisinin önemli bölümünü esnaf ziyaretlerine ayırdı, sorunlarını dinledi, höt zöt yapmadı, arkadaş oldu, kepenk kapatma eylemlerini en aza indirdi. Sınır ticaretinin gelişmesinde büyük pay sahibiydi, kaymakam ve emniyet müdürüyle birlikte, Esendere Hudut Kapısı’ndan İran’a geçiyor, dostluk temasları kuruyor, İranlı mevkidaşlarını bizim tarafta ağırlıyordu.
*
Kan davalarına son verdi. Aralarında senelerdir husumet bulunan Öveç ve İnan sülalelerini, müftü ve kaymakamla birlikte camide bir araya getirdi, barıştırdı.
*
Devlet Hastanesi’ne hemodiyaliz ünitesi açılırken, sadece basına poz verenlerden değildi, çevre köy ve mezralardan sayısız böbrek hastasının taşınmasına bizzat yardımcı oldu.
*
Yöre halkını akrabaları gibi tanıyor, kendi ailesi gibi yakından ilgileniyordu. Mesela, kalbinde 3 delikle dünyaya gelen, 3 defa ameliyat olmasına rağmen kurtarılamayan 10 yaşındaki talihsiz Amed’in taziye evinde, adeta öz amcaydı.
*
Her 19 Mayıs, 23 Nisan...
Her 29 Ekim, 10 Kasım...
18 Mart Çanakkale Zaferi’ni memleketin teee öbür ucunda düzenlediği törenlerle yaşattı, Atatürk’ü anma yürüyüşleri yaptırdı.
*
Nevruz’da halay çekti.
Halk Eğitim Merkezi’ndeki gençlik konserlerinde, Kürtçe şarkılara eşlik etti.
Tiyatro oynansın diye ilk salonun kurdelesi kesilirken, en ön sıradaydı.
*
İki kız çocuğu babasıydı.
Çiçek’ler okusun diye çırpındı.
*
Kerpiç evlerden oluşan Cevizpınar mezrasında, 6’sı kız, sadece 8 öğrencisi bulunan tek derslikli okulun yapımına nezaret etti, açılışını yaptı. Elini taşın
altına koyanlardandı. Onlarca köy okulunun inşaatında amele gibi çalıştı, kum taşıdı, çivi çaktı. Öğretmenevi’ne gözbebeği gibi bakıyordu, öğretmenlerin rahat etmeleri, kendilerini güvende hissetmeleri için 24 saat emirlerindeydi.
*
Defalarca çarpıştı.
Vuruştu.
Vuruldu.
Gaziydi.
*
Binbaşı’ydı.
*
İskenderun’a atandı.
Dün, pusu...
Şehit oldu.
*
“Ya Çiçek?” derseniz...
Okuyor.
Çok başarılı.
SBS’ye hazırlanıyor.
*
Doktor olmak istiyor.
*
Çiçek’ler açsın.
Erhan’ların çabasına değsin...
Utanmadan hâlâ lay lay lom
yaşayan Türkiye’nin, hissetmediği