03 Mart 2018 16:28
Karar yazarı Yıldıray Oğur "Köyden kente göçü önlemek için hazırlanan, çiftçi ailelere 300 adet damızlık koyun verilmesi projesini değerlendirdi. "120 yıl kadar önce de yine buhranlı zamanlarda, bir grup İstanbullu entelektüel her şeyden kaçıp bir köye yerleşme hayalleri kuruyorlardı" diyen Oğur "Bu hayali ütopya köyünün adı da belliydi: 'Yeşil Yurt" ifadesini kullandı.
Oğur'un "300 koyunu alıp gitmek..." başlığıyla (3 Mart 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Maalesef fırsatı kaçırdınız.
Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nün, en az 1666 kişiye 300 koyun vereceği Sözleşmeli Küçükbaş Hayvancılık Projesi başvuruları dün itibarıyla sona erdi.
Projenin amaçlarından biri şehirden köye dönüşü sağlamak. O yüzden başvuruculardan şehirden köye göçme şartı aranıyor. Koyunların karşılığında devlet sadece köydeki araziyi ipotek olarak istiyor.
Sosyal medyadaki ilgiye bakılırsa sadece bu işten anlayanların, eski köylülerin değil, bugüne kadar deyimin gerçek anlamıyla ‘üç koyun gütmemiş’ şehirli, eğitimli insanların da ilgisini çekmiş proje.
Bundan 120 yıl kadar önce de yine buhranlı zamanlarda, bir grup İstanbullu entelektüel her şeyden kaçıp bir köye yerleşme hayalleri kuruyorlardı.
Bu hayali ütopya köyünün adı da belliydi: “Yeşil Yurt’
Artık siyasetle uğraşmanın tehlikeli olduğu, her yerde hafiyelerin, jurnalcilerin gezdiği günlerdi. Tehlikeli siyasi meselelerden uzaklaşmak için 1895’de bir kültür sanat mecmuası olarak çıkmaya başlayan Servet-i Fünun dergisi etrafında toplanmış genç entelektüellerin hayallerindeki Yeşil Yurt’u, 24 yaşında sosyalist eğilimli bir lise öğretmeni olan Hüseyin Cahit “Hayat-ı Muhayyel” hikayesinde şöyle tarif etmişti:
“Bu şimdiki âlemlerden pek uzaklara gitmiştik; mâzi ile aramızda ebedi fırtınalarla cenkleşen büyük denizler vardı. Şimdi her şey yeniydi: Hattâ kalplerimiz, hattâ hislerimiz, hattâ ilk günlerde kubbe-i saf ve laciverdîsi altında misafir olduğumuz sema-yı mükevkeb bile yeniydi.
Çimenlerini çiğnediğimiz topraklar, ufuk üzerinde teressüm ettiğini gördüğümüz ormanlar, rehgüzârımızı tatîr eden çiçekler bile yeni, bâkirdi. Ve bu saf ve mâsum tabiatın sîne-i müşfikinde bizim için yeni başlayan bu hayat,- ah, bu hakikate iktirân etmeyecek hayat-ı muhayyel... Biz bu çalışmaya iptida köyümüzü inşadan başlamıştık. Zaten planlar hazırdı; bunlar uzun uzun münakaşât-ı samîmiye neticesinde hep karargir olmuştu. Köşklerimiz öyle büyük, müzeyyen değildi. İhtiyâcâtımıza, ancak ihtiyâcâtımıza kifayet edecek kadar küçük, kışın fırtınalarına dayanacak kadar metin, fakat zarif, sevimli, sade bilhassa sadeydi. Hepsinde birer büyük iş odası, birer küçük salon, çocuklarımız için birer küçük oda, birer yatak odası vardı. İhtiyâcâtımızı da mümkün olduğu kadar azaltmıştık; zaten süslü salonlardan, gayr-i tabii, mülevves hayatlardan kaçıyorduk. Bizi sade, elzem, yalnız elzem olan eşyalar memnun edebilirdi. Biz bahtiyar olmak için yaldızlı döşemelere, ipekli halılara, antika masnû’âta müftekır değildik.”
Yeşil Yurt hayalinin fikir babası ise Servet-i Fünun dergisinin başmuharriri ve en yaşlısı, 31 yaşındaki Robert Koleji öğretmenlerinden şair Tevfik Fikret’ti.
Fikir bir gün Hüseyin Cahid’le birlikte ziyaretinde gittikleri Doktor Esad Paşa’nın Çengelköy’deki evinde ortaya çıkmıştı. Doktor Esad Paşa aslında paşa değil, Paris’te uzmanlık eğitimini almış bir göz doktoruydu. Tıbbiye’liydi, İttihatçıların önde gelenlerden biri olduğu için Esad Paşa lakabıyla anılıyordu. O gün Çengelköy’deki evinde edebiyatçılar, yazarlar dışında, Abdülhamit muhalifliğinde birleşmiş, zengin varlıklı başka insanlar da misafiriydi. Pek çok siyasi şikayetten ve söylenmeden sonra, tek çare olarak ailelerini alıp buradan uzaklarda yeni bir hayat kurmaya karar vermişlerdi. Hatta toplu göç için para vaadinde bulunanlar bile olmuştu.
Peki nereye gideceklerdi?
İşte o henüz belli değildi. Tevfik Fikret, “Gidiyoruz Rauf” diye bu fikri açtığı Mehmed Rauf’tan yardım istemişti.
Mehmed Rauf, Tarabya’da Boğaz’da gezen sefaret gemilerine rehberlik eden Karakol Gemisi’nin 23 yaşındaki ikinci kaptanıydı. İngilizcesi ve Fransızcası çok iyiydi. Servet-i Fünun’da çevirileri yayınlanıyor, edebiyat yazıları yazıyordu ama artık rejimden bunalmış bir muhalifti. Padişah’ın cülus günlerinden birinde Beyoğlu’nda Tepebaşı’ndaki bir bahçede otururken başına gelenleri şöyle yazmıştı:
“Cülus şerefine Hamidiye Marşı’nı çalmaya başlamasınlar mı? Bahçeyi dolduran halk marşı ayakta dinlemek üzere kalktılar. Şimdi ben de kalkacak mıydım? Kalkmamak, mevcut hafiyeleri faaliyete sevk ederek bin bir tehlikeyi başıma yağdırmak olmaz mıydı? Bütün varlığım isyan ve tuğyan ederken nu melun marşa ayağa kalkmak mümkün müydü* Mücadele kısa oldu... ani bir kararla sıçradım, çalgıyı vaz ve ibadetle dinlememek için masaların arasından geçerek sokağa fırladım.”
Bu ruh halindeyken Tevfik Fikret’ten aldığı mutlu haberin heyecanıyla iyi tanıştığı İngiliz elçiliğinin gemisi Imogene’nin süvarisi Kaptan Bain’e konuyu açtı. İngiliz Kaptan’ın bir önerisi vardı:
“Azizim Rauf’ dedi. ‘İngiltere’nin muhaceret için bugünlerde herkes bilhassa NewZeland’a (Yeni Zelanda) gidiyorlar. Orası gayet münbit ve mahsüldar, iklimi, ab u havası pek latif bir yerdir. Eğer istersen sana muhaceret heyetleri için neşr olunan rehberlerden getireyim. Okur, tetkik eder, ona göre karar verirsiniz.’ Hemen Fikret’e koştum, müjdeyi verdim, hep birden İngiltere’den gelecek kitapları beklemeğe başladık. Ve geldiği vakit bunlarda teşebbüsümüzün muvaffakiyeti için o kadar ümit verecek vaadler bulduk ki, bu adeta bir saadet oldu.”
Karar verilmişti. Hayallerdeki Yeşil Yurt, 16 bin kilometre uzaktaki el değmemiş Yeni Zelanda’da kurulacaktı. Hüseyin Cahid, “Hayat-ı Muhayyel” hikayesinde “gökkubbesi bile yeniydi” diye tarif ettiği köyü Yeni Zelanda hayalleriyle yazmıştı.
Bu hayaller Tevfik Fikret’e ise Yeşil Yurt şiirini yazdırmıştı:
“Bahara benzetilir bir yeşil saadettir
Gülümseyen ovanın, vech-i pür-gubârında;
Köyün, uyur gibi, müstağrak-ı sükûnetdir
Bütün hayatı ufak bir çayın kenârında.”
Ama bu kadar insan, aileleriyle birlikte hangi parayla oraya gidecek, hangi parayla orada bir yeni köy kuracaktı?
Çare bulundu. Doktor Esad, babasının Ankara dolaylarındaki “gezmesi bile iki gün süren” çiftliğini satıp parasını Yeni Zelanda muhacirleri için harcamayı vaad etmişti. İş o kadar ciddiye binmişti ki, önceden gidip yer bakması için Hüseyin Cahid’le birlikte, 28 yaşında Maliye’de memur olarak çalışan Hüseyin Kazım’ın Yeni Zelanda’ya gönderilmesi kararlaştırılmıştı.
Ama hayaller ile hayatlar yine birbirine uymamıştı. Esad Paşa Ankara’dan eli boş dönmüş, arsa satılamamış, para bulunamamıştı. Yeni Zelanda hayali suya düşmüştü.
Ama bu sırada Hüseyin Kazım başka bir teklifle geldi. Babasının Manisa Sarıçam Köyü’nde büyük bir çiftliği vardı. Çamlık, güzel bir tepe üzerinde bir köşk yaparak hep birlikte orada yaşayabilirlerdi.
Peki Sarıçam Köyü nasıl bir yerdi? Zor beğenen Tevfik Fikret orayı beğenip gelir miydi?
Önden gidip bakmak işi yine Hüseyin Cahid’ e kalmıştı.
Ama o yıllarda İstanbul’dan çıkmak, Manisa’ya gitmek izne tabiydi. Hüseyin Cahid öğretmen olduğu için onun ayrıca işten izin alması gerekiyordu. İkincisini rahatlıkla aldı. İstanbul dışına çıkış izni ise Emniyet’e takılmıştı. En son iznin nerede takıldığını anlamak için Emniyet’e gitti, Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’nın odasına kadar çıktı.
Şefik Paşa tezkereleri buldurdu. İncelemeye başladı:
“Karşısında ayakta duruyordum. Tezkerenin kıyısına kalın kalemle ‘Şüphelidir’ yazılmış olduğunu gördüm. Şefik Paşa, gözlerini kağıttan kaldırarak sordu: ‘Manisa’ya niye gideceksin?’ Gönül rahatlığıyla cevap verdim: ‘Orada bir çiftlik var efendim. Bakacağım, eğer oturulabilecek bir yerse ailelerimizle gideceğiz.’
Şefik Paşa beni tepeden tırnağa süzdü. Dudaklarını büktü: ‘Sen çiftlik yapacak bir adama benzemiyorsun. Doğru söyle amacın ne? Bir kadın meselesi olmasın?’ İzni koparmak için evet demek aklıma geldi. Ama öyle derim de sonra ‘hangi kadın’ diye sorarsa iş bütün bütün karışacaktı. ‘Olmaz’ cevabını verdi. Odadan çıktım.”
İzin çıkmamıştı. Ama bir yol daha vardı. İstanbul’dan çıkış kağıdı olan Hüseyin Kazım’ın kimliğiyle, İstanbul’dan İzmir’e kalkan, yabancı bir şirketin işlettiği Hidiviye vapuruna kaçak olarak bindi. Ve İzmir limanında vapurdan inerek Manisa Sarıçam köyüne geçti. Köye bayılmıştı. Bir hafta kaldı. Tevfik Fikret, onu beklerken heyecandan Berid-i Ümid (Ümit Habercisi) ve Bir Mersiye şiirlerini yazmıştı:
“Aah sen, sen ki, zir-i balinde
Bir yeşil köy hayali sakladın.
Şiirimin nuhbe-i mealinde
Sen, bütün saffetinde sen vardın”
Hüseyin Cahid, bir hafta sonra büyük ümitlerle İstanbul’a köyün fotoğraflarıyla döndü:
“Fikret, bu köyün yanında çam ağaçlarıyla muhat bir tepecik olduğunu gördü ve bir an için ‘Yeşil Yurd’u burada kurabileceğini düşündü. Üstada karşı müşkül bir mevkide idik: Onun hayâlâtına vücut vermek ve buna taraftar görünmek kabil değildi; çünkü tahayyül ettiği tarz-ı hayata biz mani olacaktık. Bir hayli günler düşündü ve neticede bu hülyadan da vaz geçti!” (Hüseyin Kazım Kadri- Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım)
Tevfik Fikret gitmekten vazgeçmişti ama “Yeşil Yurt” hayalinden hiç vazgeçmemişti. Uzaklaşamadığı İstanbul’a bakan ama keşmekeşinin de uzağında olan Aşiyan’da 1906 yılında yeşillikler içinde yaptırdığı eviyle Yeşil Yurt hayalini tek başına gerçekleştirdi. Haluk’un Defteri’ni ve en ünlü şiirlerini orada yazdı. 1915 yılında da gözlerini çocukluk hayalinin içinde kapattı.
Mehmed Rauf, her şeyi bırakıp Yeşil Yurt hayalinin peşinden Yeni Zelanda’ya ya da Sarıçam’a gitseydi, çoktan seçmeli sınavlardaki o meşhur sorudan tanıdığımız ilk psikolojik Romanı olan Eylül’ü muhtemelen yazamazdı. Ama belki de bu sayede 1910’de Bir Zambak’ın Hikayesi’ni de yazamamış olur, hikaye müstehcen bulunup toplatılmaz, Divan-i Harp’te yargılanıp hapis cezası almaz, daha sonra da ancak sınav sorularında hatırlanan bir sükut suikastına kurban gitmezdi.
Hüseyin Cahid, Şefik Paşa’nın kendisine yakıştıramadığı gibi çiftçi olsaydı, Tanin’i çıkartamaz, ülkenin en ünlü gazetecisi olamazdı. Ama belki de böylece 1925’de İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanıp, Çorum’a sürgün edilmekten, 1954’te 79 yaşında tutuklanıp hapse girmekten de kurtulmuş olurdu.
Doktor Esad, gitseydi, öncülerinden olduğu İttihat ve Terakki’nin bir 10 yıl sonra Hürriyet’i İlanı’nı göremeyecekti. Ama belki de bu sayede 1918’de Malta’ya sürgün de edilmeyecekti.
Hüseyin Kazım Kadri, kimsenin gelmediği Manisa’daki çiftliğe gitti ve bir sene Yeşil Yurt hayalini çiftçilik yaparak yaşadı. Ama bu hayali de 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanı ile gerçekleşen başka bir hayal bitirdi. İstanbul’a döndü, Hüseyin Cahid ve Tevfik Tevfik Fikret’le birlikte Tanin gazetesini çıkardı. Vekillik, İstanbul Belediye Başkanlığı, bakanlık yaptı. Kuran meali Nur’ul Beyan’ı ve Büyük Türk Lügatı’nı yazdı. Muhtemelen Yeni Zelanda’da yapamayacağı şeylerdi bunlar.
Yeni Zelanda’yla başlayan ve Sarıçam Köyü ile devam eden Yeşil Yurt hayali hayatın teklif ettiği gerçek hayallere yenik düşmüştü. Zaten akılları İstanbul’la doluyken, gitseler bile gitmiş sayılmazlardı. Ama çoğu, dönüp geriye baktığında o gün gitmedikleri için pişman olacak hayatlar ve hayal kırıklıkları yaşadılar.
Yine de o kadar üzülmeyin, belki de 300 koyun projesi için başvurular bir hafta daha uzatılır.
(Yeşil Yurt hayali ile ilgili daha fazla okumak için:
Rahim Tarım, Servet-i Fünun edebî topluluğu'nda Yeşil Yurt Özlemi", Mimar Sinan Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi Sayı:2, İstanbul 1995, S. 185-203)
© Tüm hakları saklıdır.