Politika

Seçim sandığı ve Gezi tabutları

'Ölen sadece Ahmet, Ali ya da Mustafa değil. Ölen aynı zamanda annenin, babanın dünyası hayalleri, rüyalarıdır'

28 Şubat 2014 02:56

Hasan Hüseyin Sünbül

Bir gün o doğar ve her şey yeniden yazılır. Minicik elleri, ayakları ve nokta burnu ile tüm dünyanızı ele geçirir. Üstelik siz de gönüllüsünüzdür bu istilaya. Çünkü dünyanın en tehlikeli silahını kullanmaktadır: Kokusunu. Dünyanız, hülyanız, rüyanız oluverir. Bin bir emek ve de zahmetle büyütürsünüz, isyansız. Ananızın sözleri kulaklarınızda çınlar sürekli. Hele bir kuzun olsun da o zaman anlarsın beni diye. Babanı daha çok hatırlar ve hatta hak verirsin. Sonra zaman geçer. Büyür. İyi olur, kötü olur, ama yavrun olur. Cellat da olsa katil de “üzerini sıkı giy” diye tembihlediğin adam olur, kadın olur.

Sonra bir gece geç vakit telefon çalar. Yetkili birisi bir şeyler geveler. Yalan söyler, bilirsin. Çocuğunuz hastanede diye mırıldanır. Yalın ayak ana baba yola düşersin. Ağzından “Allah” düşmeyerek, ağlayarak.

Hastane soğuk gelir gözünüze. Kokusu daha bir beterdir bu gece. Kalabalıktan tedirgin olursunuz. Ama yine de konduramazsınız kötü bir şeyi yavrunuza. Sonrasında “acı”nın tarifini bile bilmeyen bir memur “öldüğünü” haber verir… Sadece “kaybettik” der ve kaybolur dünyanızdan. Eşiniz haykırışlarıyla yıkar o hastaneyi, elinde olsa dünyayı. Sen dizüstü çökersin. Yaşlar yanağından bıyığını yırtarak dökülür. Ölüm sessizliği değil, ölümün ta kendisi…

 

Ah o kuzular

 

Ölen sadece Ahmet, Ali ya da Mustafa değil. Ölen aynı zamanda annenin, babanın dünyası hayalleri, rüyalarıdır.

Bu gencecik insanlar haksızca ve apansız koparıldılar sevdiklerinden. Tüm ölümlerden daha haksızca ve daha erken. O yüzden haklıdan haksızdan bahsetmek boş. Çünkü hiçbir haklılık evlat acısını dindirmez. Ateş sadece düştüğü yeri değil, insanlığımızı da yakıyor. Ruhumuz ateşe teslim. Her ölümde biraz daha kirleniyoruz. Hepsinde biraz daha suçluyuz artık. Her defasında daha çok kararıyor kalbimiz. Kim dindirecek bu ahı? Dualarımız bile ötekini kapsamazken… Hangi merhem kapatacak ruhumuzda açılan derin yarayı? Hangi müteahhit köprüler kuracak ötekileştirdiğiniz insanlığımıza? Hangi TOMA söndürecek yürek yangımızı? Hangi barikat kesecek köpürüp gelen nefret selini? Şimdi tüm AVM’leri yıkıp parka çevirsen ne değişecek? Ya da şehri boydan boya ağaçlarla süslesen ne fayda? Bridging Together, elbette anlayana!!!

 

Demokrasi tabutu

 

Tüm bu acılar yaşanırken AKP’den duyduğumuz tek şey yaklaşan seçimler. Ve de gerekli cevabın sandıkta verileceği ötekine. Yani bu acıların dinmesi adına önerilen yegâne ilaç sandık. Hal böyle olunca yapılacak seçim ve sandık ile ilgili yeni argümanlar kullanılmalıdır.

Evet seçim var. Her şeyi sona erdirecek. Ölüm sessizliğinde yürümeli her şey. Zaten kim bizi niye ikna etmeye çalışsın ki. Ne haddimize, ikna olup oylamak.

Evet seçim var. Ama bundan sonra partiler seçim beyannamelerine mutlaka “sizin için sizi öldürebiliriz” diye yazmak zorunda. Bile bile lades demeliyiz en azından. Biliriz ki huzurumuz adına ölüp huzur içinde yatabiliriz artık.

Ve evet seçim var. Seçim sandıklarımız tabut şeklinde olmalı mutlaka. Bilmeliyiz ki biz küçük fani insancıklarız. Ve kutsadıklarımıza emanettir canlarımız. Onların dudaklarından dökülecek iki kelama bakacak hayatımız.

Ve evet seçim var. Artık oy pusulalarımız idamlıkların yaftası şeklinde olmalı. Peşinen kabul etmeliyiz hakkımızdaki hükümleri. Muktedirden daha iyi bilecek değiliz kabahatlerimizi.

Ve evet seçim var. Aslında gitmesek de sonucun değişmeyeceği kazananın hep iktidar, ölenin ise hep bizim çocuklarımız olacağı.

 

Ve ben…

 

İçimden hiçbir şey gelmiyor artık. Ne gazete okuyorum ne de haberleri izliyorum. Sanki kötü bir şey duymayınca, görmeyince yaşanmıyormuş gibi. Kaçıyorum her şeyden. Çünkü yeni bir acıyı kaldırmaya gücüm yok artık. Her şeye rağmen hayat devam etmiyor benim için. Böyle devam eden de hayat olmamalı zaten. Bir tek gencimizi daha yitirmeyelim diye çıkmıştık bu yola. Merhamet merhamet diye kapı kapı dolaşmamız bu yüzdendi. Sağı-solu, akı-karayı bırak uzat elini dememiz bundandı. Ama olmadı, olamadı. Hani bazen en uzaktakine tesir edersiniz de en yakınınızdaki anlamaz ya bu halinizi. Fuzuli’nin dediği gibi “ahınız gökyüzündeki güneşi yıldızları yakar da yanı başınızdaki muradınızın mumunu yakamaz” işte. Öyle bir hal benimki de. Bu acıyı dindirmenin yolunu ben de bilemiyorum. Belki dualarımız ve çığlıklarımız son verecek bu ızdıraba. Belki de hiçbir zaman kapanmayacak ruhumuzda açılan bu yaralar. Şu anki hislerimi Y.B.Bakiler dizelere dökmüş…

 

Gökteki yıldızlar kadar sayısız

Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları

Anladım farkınız yok koparılmış başaktan

Alın bu gözleri benden

Alın bu yüreği artık

Utanıyorum yaşamaktan