Milliyet gazetesi yazarı Hasan Cemal, Süleyman Demirel'in 28 Şubat sürecine ilişkin verdiği bilgileri değerlendirdi. Şunları yazdı.
Sayın Demirel söyleyin, yoksa tankın üstüne mi çıkardınız?
Erbakan-Çiller koalisyon hükümetini 1997 yılında deviren 28 Şubat, siyasal tarihimize post-modern darbe olarak geçti.
Bu darbenin simgesi, Ankara’nın Sincan semtinde tankların bir sabah vakti yaptıkları gösteriydi. O gün siyaset meydanı tank sesleriyle altüst olmuştu.
Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel bugünlerde Vatan gazetesine, elinde her zamanki gibi bir anayasa, 28 Şubat’ı anlatıyor.
Allah selamet versin, öylesine anlatıyor ki, tam bir Demirel klasiği. Sanki hiç birimiz o günleri yaşamadık.
Sayın Demirel, gözlerimizin içine baka baka “Bunun nesi darbe?..” diye sorabiliyor.
Vatan’ın manşeti şöyleydi:
“Tankların Sincan’da yürüyeceğini bilsem önlerdim.”(*)
Bilal’le Semra’nın yerinde ben olsam kendisine şaka yollu sorardım:
“Yoksa Yeltsin gibi tankın üstüne mi çıkardınız Sayın Demirel?”
Tankın üstüne çıkmayı hiç düşünmedi Demirel.
Darbelere direnmedi.
Ne 12 Mart’ta, ne 12 Eylül’de.
Onun bütün derdi, tekrar seçim kazanıp iktidara gelmekti.
Bunu başarmadı değil.
12 Mart’tan sonra da, 12 Eylül’den sonra da seçim sandığından çıkıp yeniden başbakan olabildi.
Ama değişen bir şey yoktu.
Çünkü Demirel oyunu her seferinde darbelerin koyduğu kırmızı çizgiler içinde oynadı.
Bu oyunu demokrasi sandı.
Oysa değildi.
Her darbeyle birlikte demokrasi açısından biraz daha kolu kanadı kırılan siyasi rejim ikinci sınıf bir demokrasiye mahkum bırakıldı.
Kısacası:
Demirel darbelerle gitti, sonra geldi ama...
‘Ama’sı var.
Kendisini götüren sorunu çözmek için herhangi bir ciddi çaba göstermedi.
O sorun ‘asker sorunu’ idi.
Türkiye’de demokrasiye darbeleri yaratan yapı, ‘asker sorunu’nun ürünüydü.
Aslında, Demirel bu meselenin farkında değildi demek doğru olmaz. Özellikle kendisine siyasetin yasaklandığı 12 Eylül’lü yıllardan biliyorum bu gerçeği.
Kapalı kapılar arkasında ‘asker sorunu‘ndan hep yakınırdı. Ama iktidara gelince şikayetlerini unutur, askerin ‘kırmızı çizgileri’ne riayet etmeyi oyunun bir parçası olarak beller, oyunun dışına adım atmazdı.
Bu konuda bugün daha da ileri gittiği söylenebilir. Sayın Demirel, şimdi bakıyorum, 28 Şubat’ı bunca yıl sonra bile doğru dürüst tartışmak, tartıştırmak istemiyor.
Diyor ki:
“Bunları yazıp çizmenin bugün ne değeri var? Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmaya çalışmak da Türkiye’nin ihtiyacı olan bir şey değildir. Bunların hiç kimseye faydası olmaz.”(**)
Öyle mi Sayın Demirel?..
27 Mayıs’ı konuşmadık!
12 Mart geldi.
12 Mart’ı konuşmadık!
12 Eylül geldi.
12 Eylül’ü konuşmadık!
28 Şubat geldi.
28 Şubat’ı konuşmadık!
27 Nisan geldi!
Bunlar yoksa kaderimiz mi?
Sanmıyorum.
Darbeleri, askeri müdahaleleri, askerin rejime dönük kırmızı çizgilerini konuşmadık, tartışmadık, yargılamadık da ne oldu Sayın Demirel?
Demokrasi mi geldi?
Hukuk devleti mi geldi?
İstikrar mı geldi?
Hayır, hiç biri gelmedi.
Sayın Demirel;
Siz ve sizin kuşağınız, sizden sonra gelen siyasi nesil, ‘asker sorunu‘nun varlığını gözlerden kaçırarak, buna el atmak için gereken siyasal irade ve cesareti gösteremeyerek Türkiye’nin bazı temel meselelerinin çözümünü geciktirdiniz.
Bugün de bunun sancıları, acıları çekiliyor.
Oysa, Yunanistan örnek olabilirdi.
1967 darbesinden sonra Cunta’dan 1970’li yıllarda hesap soran, darbecileri yargılayıp hapse atan ve ‘asker sorunu’nu çözerek 1980’lerde AB’ye de girip, Yunanistan’da demokrasi ve hukuk devletini sağlam kazığa bağlayan Karamanlis’li, Papandreu’lu, Simitis’li Yunan devlet adamları kuşağı esin kaynağınız olabilirdi.
Geçelim.
Sayın Demirel;
Gazeteci olarak yıllarca sizi yakından izlemeye ve askeri darbe dönemlerinde demokratik haklarınıza destek olmaya çalıştım. Bazı bakımlardan size olan saygım ve sempatim bugün de bakidir. Biliyorum, eskiye giden bir hukukumuz var.
Ama bunları da söylemeyi gelecek kuşaklara bir borç, bir sorumluluk gereği sayıyorum.
Keşke siz de oturup kendi kendinizle kamuoyu önünde hesaplaşarak Türk siyasi hayatında bir ilke imza atabilseniz, ne iyi olurdu.