Gezi Parkı eylemlerinde Okmeydanı’nda polisin attığı gaz fişeğiyle başından vurularak 269 gün komada kaldıktan sonra yaşamını yitiren Berkin Elvan’ın babası Sami Elvan, oğlunun hayatını kaybedişinin 2. yıldönümünde konuştu. Sami Elvan, Berkin’le ilgili bir anısını şöyle anlattı:
‘’Ölümünden üç ay önceydi. Hiperaktif bir çocuktu Berkin. Kafası kızmış. Ailecek oturuyoruz. Üstünde bir atlet, odanın ortasına geçti, ‘Görürsünüz’ dedi; ‘Günün birinde öyle meşhur olacağım ki tüm Türkiye beni tanıyacak! Meşhur oldu Berkin, halkın çocuğu oldu.’’
Berkin hastanede yaşam savaşı verirken AKP’den iki temsilcinin yanlarına geldiğini anlatan Sami Elvan, temsilcilerle aralarında geçenleri ise şöyle aktardı:
‘’İsimleri bende kalsın, AKP’den iki temsilci geldi. ’Yapılması gereken neyse yapalım’ dediler. ‘Eğer elinizden geliyorsa, çocuğumu geri verin’ dedim, gittiler. Günler sonra yine geldiler. Berkin’in son saatleriydi. Bir kutu çikolata mı, baklava mı nedir onu getirmişler. ‘Gidin’ dedik, sıkıntı çıkmasın!”
BirGün’den Erk Acarer’e konuşan Sami Elvan, Berkin’in ölümünden bir gün sonra Okmeydanı’nda hayatını kaybeden Burakcan Karamanoğlu’nun babasına teşekkür ederek, ‘’Burakcan’ın babasının telefonunu bulup aradım. Oğlunun cenazesindeydi. Yarım saat sonra konuşabildik. Böylece sağduyu açıklaması yapıldı. Aslında telefonuma cevap vererek, ben değil o büyük bir katliamı önledi. Ona karşı hâlâ minnet doluyum.’’ ifadelerini kullandı.
Sami Elvan’ın sözlerinin tamamı şöyle:
"Ölümünden üç ay önceydi. Hiperaktif bir çocuktu Berkin. Kafası kızmış. Ailecek oturuyoruz. Üstünde bir atlet, odanın ortasına geçti, ‘Görürsünüz’ dedi; ‘Günün birinde öyle meşhur olacağım ki tüm Türkiye beni tanıyacak! Meşhur oldu Berkin, halkın çocuğu oldu. Beni tanıyan kimi ‘fanatik olmayan AKP seçmeni’ bile çevirip sorar Berkin’i. Anlatırım; dudakları titrer karşıdakinin.”
''Çocuğumun son haftasıydı. İsimleri bende kalsın, AKP’den iki temsilci geldi. ‘Yapılması gereken neyse yapalım’ dediler. ‘Eğer elinizden geliyorsa, çocuğumu geri verin’ dedim, gittiler. Günler sonra yine geldiler. Berkin’in son saatleriydi. Bir kutu çikolata mı, baklava mı nedir onu getirmişler. ‘Gidin’ dedik, sıkıntı çıkmasın!”
''Berkin on üç buçuk yaşındaydı. Öldürdüler. Katillerini gizledikleri için içimizdeki ateş sönmüyor. Her şey açık aslında! Fotoğraf vermediler, savsakladılar, karartmaya çalıştılar. Görüntüler çıktıktan sonra izledik. Onları bozup üstlerinde oynamışlar. Yani; delil karatmaya yönelik operasyonlar yaptıklarını biliyoruz. Emniyette katillerin kendi görüntülerini izlediklerini söylüyorsun işte. Başından beri dosyada ilerlemek istemiyorlar. Saklana saklana geliyorlar, çocuğuma pusu kuruyorlar, hedef gözeterek vuruyorlar. Sonra da üstünü örtüyorlar. Bizim talebimiz başından beri aynı. Sadece tetikçilerin yargı önüne çıkması yetmez. Emri veren, polislere destan yazdıran, emri alan herkes yargılanmalı. Dönemin Başbakanı, İçişleri Bakanı, Emniyet Müdürü ve İstanbul Valisi hâkim karşısına çıkmadan kamuoyunun vicdanı rahatlamaz. O gün benim oğlum vurulmasa orada başka birini öldüreceklerdi. Olay yoktu, çatışma yoktu, katliam yapmak için gelmişlerdi.''
''Tam da böyle! On saat sonra aynı sokağa başka bir ekibin gelip, yine hedef gözeterek ateş etmesi bu sözleri teyit ediyor. Aslında başından beri tartıştığımız nokta bu. Bu hakkı nereden alıyorlar?''
''Hep bunu ifade ediyoruz. Türkiye’de hamile kadınları öldürüyorlar, bodrum katları üç yaşındaki çocuklara mezar oluyor. ‘Yapmayın’ diyoruz. ‘Neyi paylaşamıyoruz?’ diye soruyoruz. Aslında biliyoruz. Bölgede yaşanan durumdan haberdarız. Ortada bir masa vardı neden, ne oldu da kaldırdınız? Niye 7 Haziran’dan sonra bunlar yaşanmaya başladı? Kan; günahları, hırsızlıkları, ihtirası örter mi? Biz her şeyin farkındayız.''
''Çocuklarımızı zor şartlarda büyüttük. Benim eşim tuvalet temizledi. Biz, çocukların değerini biliyoruz bu yüzden. Beni neden eleştiriyorlar? Artık bu ülkede ‘Çocuklar öldürülmesin’ demek meşru değil mi? ‘Çocuklar ölmesin’ demek kötü bir şey mi? Benim eşim Dersimli bir Kürt. Ben Tokatlıyım. Biz; insan ayrımının yapılmadığı, mezhep ya da ırk farkının yaşanmadığı bir ülke istiyoruz. Diyarbakır’da Nevruza gittim, Medeni Yıldırım’ın davalarını izledim. Bir o günkü Sur’a bakıyorum bir de şimdikine… Aklım almıyor. Yine bodrumlarda ölen çocuklardan, ağlatılan ailelerden yola çıkarak şunu soruyorum: Bunları yapanlar hiç çocuk olmamışlar mı? Uyku aralarında hep Berkin. Uyku yok, durak yok. Attığımız her adımda o! Bizim hayatımız Berkin’den sonra bitti! Başka ailelerin hayatları bitmesin diyoruz. Geride iki kızım ve bu ülkenin başka çocukları var. Bu yüzden elimizden geldiğince hukuksuzluğun karşısındayız. Varsın eleştirsinler!''
''2005 yılında anneannesi rahatsızlandı. Annesi, Berkin’i ve ablalarını alıp Dersim’e gitti. Zeki, hemen kavrayan bir çocuktu. Üç dört ayda Kürtçe’yi çözmüş. Burada Kürt arkadaşları vardı. Döndükten sonra da onlarla Kürtçe konuşmuş. Çocuklar böyledir işte. Bu kadar art niyetsiz! Herkes çocuk gibi olabilse... Onların, ne dini ne, mezhebi ne ırkı var. Çocukları böyle yetiştirmek gerekiyor.''
''Berkin’in ölümünden hemen sonra Okmeydanı’nda Burakcan Kahramanoğlu’nun ölümü var. Büyük bir çatışmayı önlediniz onun babasıyla birlikte, nasıl oldu bu?''
''Berkin’in birinci günüydü. Evimizi abluka altına aldılar. Bize saldırmak amacıyla geldiklerini öğrendik. Mahallede güvenlik önlemleri alındı. Çatışma çıktı. Elektrikler kesildi, geri geldiğinde Burakcan öldürülmüştü. On dakika içinde nasıl olup da AKP İl Başkanı “Burakcan katledildi” diye açıklama yapabildi? Bu işte birilerinin tuzağı olduğunu düşündük. İşler kötüye gidiyordu. Ertesi gün; Burakcan’ın babasının telefonunu bulup aradım. Oğlunun cenazesindeydi. Yarım saat sonra konuşabildik. Böylece sağduyu açıklaması yapıldı. Aslında telefonuma cevap vererek, ben değil o büyük bir katliamı önledi. Ona karşı hâlâ minnet doluyum.''